Bir süredir Train to Busan' ın adını çok duyuyordum ancak içinde Gong Yoo' nun bulunması dışında filme dair bir bilgim yoktu. Hasta ve ateşli olduğum bir gün, evde de yalnızken bir bakayım nasılmış film dedim ve anladım ki zombi filmi. Gözlerimden kalpler fışkırdı. Tüm hastalığıma ve halsizliğime rağmen sinema ortamımı kurup başladım izlemeye.2016 yapımı Kore filmi olan Train to Busan' ın yönetmeni Yeon Sang-ho. Filmde Gong Yoo, Kim Soo-Ahn, Ma Dong-Seok, Jung Yu-Mi, Choi Woo-Sik gibi isimler yer alıyor.
Seok-Woo, işkolik sayılabilecek (ve hayatta çalışmayı düşünmeyeceğim sektörlerden birinde çalışan), benmerkezci, boşanmış bir adam. İşine düşkünlüğü nedeniyle 9 yaşındaki kızı ile bağı pek kuvvetli değil. Yani kızı komple unutmuş değil,ilginçtir doğum gününü falan hatırlıyor ama gidip daha önce aldığı hediyeyi fark etmeden tekrar alıyor falan... ( Hep fazla çalışmaktan beyin ambalesi olmanın sonuçları işte) Etrafından gelen "Bir kere de şu çocuğa verdiğin sözü tut" baskılarının altında kalarak (nihayet) çocuğun doğum gününde, kızını annesinin yanına yalnız göndermek yerine kızı ile birlikte Busan trenine biniyor. Bundan kısa bir süre önce Seul' de virüs yayılmaya başlıyor.(Buradan tüm ülkeye yayılacak) Seok-Woo ve Kim Soo-Ahn, trene bindiklerinde Seul' ün içine düştüğü kaostan bihaberler. Onlar trende zombilerle tanışıp hayatta kalma mücadelesi verecekler ve bu esnada olayın vahametini anlayacaklar, izleyenler gibi.
Train to Busan' ı beğenme seviyeniz ne beklediğinize bağlı olarak değişecektir muhtemelen. Şahsen benim bir beklentim yoktu, aksiyon olsun, zombiler zıplasın istiyordum, dileklerim gerçekleşti. Zaman zaman gerildim. Bu artık ateşimin yüksek oluşundan ya da yaşlanmış olmamdan da kaynaklanıyor olabilir. Geyik bir tarafa, film aksiyon ve gerilim açısından başarılı. Ağırlıklı olarak trende geçmesine rağmen aksiyon koreografileri ve görüntüler kendini izletiyor. Bu arada zombi kardeşlerim oldukça çevik ve atik, filme bir neşe ve hareket katıyorlar.
Türe yeni bir soluk getirsin falan diye bir beklentiniz varsa, aradığınız numara bu değil. Film görsel olarak başarılı ancak "alın sevgili izleyiciler, size yeni bir soluk veriyorum,pöhhhhh" demiyor. Belki diyebiliriz ki biraz daha insan/insanlık üzerine odaklı. Kriz durumlarında kim gerçek kişiliğini bulur, toplum nasıl tepki verir vs.. gibi.
Filmde oyunculuklar iyi. Karakterler pek fazla gelişip, evrilmese de - Seok Woo' da bu biraz var - ( bir buçuk saat içinde mümkün gözükmüyor) aralarındaki ilişkiler dinamiği hareket getiriyor.
Ben filmi beğendim. Kendi alanında gayet başarılı bir yapım olmuş. Özellikle aksiyon, gerilim ve etrafa saçılan, sıçrayan zombiler istiyorsanız kaçırmayın derim.
Biraz konu dışı ama tren demişken aklıma geldi. Geçenlerde (dediğim bir iki ay önce) hiç hesapta yokken kendimi İç Anadolu Bölgesinde buldum. Orada toplandığımız ekibin kararıyla bir fantezi yaparak Konya' ya gidelim dedik. Bu kararı desteklememdeki en büyük neden Konya' nın bir zamanlar İpek Yolu üzerinde yer almış olmasıydı. Bir İpek Yolu sevdalısı olarak beni cezbetmişti bu öneri Mevlana Türbesi ile birlikte.
Bu sayede Ankara-Konya yüksek hızlı trenine binme şansım oldu. Bu tren ve benzerleri yüksek hızlı tren olarak geçiyor günlük yaşamda ancak aslında bunlar hızlandırılmış trenler . Neyse , filmi izlerken keşke bu tren deneyiminden önce izleseymişim diye hayıflandım.
Giderken ne yazık ki aynı vagonda bulunduğumuz çeneleri ve bağırtıları hiç bitmeyen üç çocuğun ( çocuklara lafım yok, sonuçta çocuktur ama görgüsüzce ve şımarıkça bu çocukların böğürtüsünü yüreklendiren ana-babalara çok lafım var. Herkes çocuk yapmasın!) gürültüsünü kafamda bastırabilmek için çeşitli facia senaryoları kurarken, zombi aksiyonunu atlamışım. Film bu konuda bana faydalı olurdu.
Bu yolculuğa değinme sebebim aslında bir amme hizmeti yapmak. Trende dağıtılan yani satın alınan çaydan bahsetmek. Ben görmemiş olduğum için paylaşayım dedim.
Sabahın köründe yola koyulduğumuz için delicesine çay içmek istiyorduk ancak trende çay servisi yapılmadı. Konya'ya varmaya bir yarım saat kala çay dağıtımı başladı, teknik bir sıkıntı vardı herhalde. Neyse, masa çevresi koltuklarımızda servis edilen çayı aldık ama dördümüzün de elleri titriyordu zira tek amacımız trenden inmeden çayı içebilmek ve ambale olmuş beynimizi diriltebilmekti. Varmadan içmek istemenin telaşesi ile ben daha üst ambalajla boğuşuyordum ki bir baktım yanımdakiler gri bir ambalaja geçmişler, çırpınıyorlar açmak için. Onlarla ilgilenmedim, derken beyaz poşeti yırtabildim. Ben daha ilk seviyeyi geçmişken yanımda bir süredir debelenmiş olan arkadaşım artık daha fazla dayanamadı, servis hizmetlisine "Bunu nasıl açacağım, açamıyorum" diye sordu. Eleman nezaketini ve tavrını hiç bozmadan "Bunu sadece sıcak suya koyuyorsunuz"dedi ve sıcak su dolu bardağın içine çubuğu koydu. O esnada dördümüz de bir iki saniyeliğine büyük bir aydınlanma ile büyülenmişcesine çubuğun içinden sıcak suya doğru yayılan kahverengi çaya baktık ve kahkahalara boğulduk. (Muhtemelen etraftakiler de boğuldu ya da kıs kıs güldü) Teşekkürler tren, teşekkürler arkadaşlarımın sabah mahmurluğundan üzerindeki delikleri farkedemediği çubuk şeklindeki çay, sayende ayılmış olduk.
Günü geçirdik, akşam oradan kurtulacak olmanın mutluluğu ve telaşesi ile dönüş trenine bindik, yine masa etrafında yerimizi aldık. Dönüş yolculuğunun yıldızı, benim açımdan, annesinin kucağından etrafa deli bakışlar saçan, kabak kafalı, yüzündeki gülümseme hiç eksilmeyen bir yaşlarındaki bebek ve ablasıydı. Çocukların gıkı çıkmadı, anneleri de gayet güzel idare etti çocukları. Uzaktan çok takdir ettim. Abla olanı ayrıca tam benim kafadandı. Sincan' a yaklaşmamışken yani daha yarım saat varken trende anons başladı. "Trenimiz Sincan' a yaklaşmaktadır, inecek yolcular lütfen yerlerinizi alın" Beşinci tekrardan sonra kız; "Anne Sincan ne demek?" diye sorarak beni güldürdü. O esnada ben gözlerim kapalı uyuma numarası yapıyordum. Yani bir değil iki değil. İki dakikada bir aynı anonsu geçiyorlar. Delirme noktasına gelmiştim. "Trenimiz Sincan' a yaklaşmaktadır, lütfen yerlerinizi alın" şeklindeki 200. anons yapıldığında kız "Hani gelmiştttiiiiikkk!" diyerek kızgınlıkla haykırarak benim de isyanımı yansıttı sağ olsun. Çok takdir ettim.
Bu yolculukla filmi bağlarsam eğer, şuna karar verdim ki bu güzergahta seyahat ederken etraftan sıkıldığım için ya uyukluyorum ya da gözlerim kapalı oluyor. Bu durumda bir zombi saldırısından kurtulma imkanım yok, hatta "noluyor yaaaa" derken zombiye ilk dönüşecek olanlardan biri benim.
Diğer bir nokta, eğer bu hatta bir zombi tehdidi olursa kaçarınız yok arkadaşlar. Filmde adamlar, telefonlarının artık gps' inden ya da farklı bir uygulamadan falan kaç kilometre sonra sonra tünel var, tünel süresi kaç dakika vs... detayları görüp ona göre hareket ediyorlar çünkü zombilerin karanlıkta hareket etmediklerini farkettiler. Diyelim ki benzer zombiler bu trene saldırdı; Öncelikle bizim elimizde böyle bir teknoloji var mı, bilmiyorum. Diyelim ki elimizde böyle bir teknoloji var. Bu durumda üç nokta var;
1- Kendi açımdan ben telefonu açıp bakana kadar destinasyona varırız çünkü telefon çok takılıyor. Zaten bu süreç içinde ben sıkılıp telefonu cama fırlatırım. Ben ilk zombi olacaklardanım gerçi, hiçbir şekilde kurtuluşum yok. Siz kendinizi kurtarın.
2 - Diyelim ki teknoloji/uygulama var, mesafeler ve zamanlama tutmayacaktır, iddiaya giriyorum çünkü bu trenler dakik değil. Verilerde mutlaka hata olacaktır. Tam "hadi tünele giriyoruz, bir , iki, üç" diye saydınız ve ortaya atladınız, zombilerle selamlaştınız daha tünele 100 metre var. Eminim zombiler de size acıyacak ve "biz de bu topraklardanız yiğenim, acını anlarız" diyeceklerdir
3 - Böyle bir teknoloji olsa ve her şey mükemmel çalışıyor olsa bile bu hatta hapı yuttunuz çünkü tünel falan yok ahahaha. Yanlış hatırlıyorsam düzeltin (dediğim gibi uyukladım çoğunlukla) ama düz ovada gidiyoruz.
Ha bak vampir saldırısı olsa emniyetteyiz çünkü böyle güneş içinde, ışık içinde seyahat ediyoruz.
Sonuç olarak bu yazıdan ne çıkarıyoruz;
1 - Train to Busan, atletik ve çevik zombi görmek isteyenler için ideal.
2 - Ebeveynler, çocuklarınızı düzgün yetiştirin. Herkes çocuklarınızın (ve aslında daha çok sizlerin) şımarıklığını çekmek zorunda değil, önce kendiniz saygıyı öğrenin sonra bunu çocuklara öğretin. İki farklı ebeveyn türünden bahsettim, farkları çok açık.
3 - Sallama çaylar çeşit çeşittir, elinizdekini iyi inceleyin.
4 - Her ne olursa olsun raylı sistemler önemli bir ulaşım/ulaştırma modudur. İşlevsel olmalı ve çoğaltılmalıdır. (Akıllı ve planlıca)
2 yorum:
haha çok eğlenceli bir yazıydı elinize sağlık
Yorumunuz için teşekkür ederim ^^
Yorum Gönder