Televizyon ve müzik dünyasının en iyilerinin ödüllendirildiği Hürriyet Altın Kelebek Ödülleri, bu sene haz tutkunlarının vazgeçilmez markası Magnum işbirliğinde, Zorlu Center PSM’de gerçekleştirilen görkemli bir törenle sahiplerini buldu.
Saat 19.00'da kokteylle başlayan gece Sibel Arna, Onur Baştürk, Cengiz Semercioğlu, Ömür Gedik ve Ece Sükan’ın ‘in konukları karşılamaları ve davetlilerle kırmızı halı röportajı yapmalarıyla tam bir Oscar havasında gerçekleşti. Her sene olduğu gibi kazananların Hürriyet okurlarının internet ve posta yoluyla gönderdikleri oylarla belirlendiği gecenin sunuculuğunu başarılı oyuncu Mete Horozoğlu ve Nefise Karatay gerçekleştirdi.
Gecenin onur konuğu ünlü Hollywood yıldızı Jessica Alba’ydı. Güzelliği ve zarafeti ile tüm davetlileri kendine hayran bırakan ünlü yıldız, törende sırasında yaptığı konuşmada “Burada bulunan bir çok harika sanatçının verdikleri emeği kutluyorum. Bu emeklerin insanların hayatına kattığı mutluluğu görmek bir sanatçı için çok değerli. Magnum Altın Kelebek Ödül Töreni bu çalışmaları takdir ediyor ve bu şekilde sanatçıları destekleyen organizasyonlar, markalar olduğu için çok şanslıyız. Ben de bunun bir parçası olduğum için çok heyecanlıyım. Katılan tüm sanatçıları şimdiden tebrik ediyorum. Hepinize keyifli bir gece geçirmenizi dilerim” dedi.
Ozan Doğulu’nun son albümü “130 bpm Moderato”da, “Harika” şarkısını okuyan Ajda Pekkan-Kenan Doğulu, törende Ozan Doğulu’yla birlikte sahne aldı. Üçlü, albümün çıkış şarkısı “Harika”yı
ilk kez Magnum Altın Kelebek gecesinde seslendirdi.
Gecenin ikinci sürprizinde, Sinan Akçıl babası Saim Akçıl’la birlikte sahnede aldı. Borusan Filarmonu ve Tekfen Flarmoni orkestralarını kuran Saim Akçıl’ın yöneteceği orkestra ile sahneye çıkan Sinan Akçıl, “Güzel Kız” ve “Tabi Tabi” şarkılarını seslendirdi.
Başarılı sanatçı Gökçe her zaman çok konuşulan ve ses getiren show’larından birini 30 kişilik dans ve Bando ekibiyle birlikte gerçekleştirdi. Son albümü’ Kaktüs Çiçeği’nde yer alan ‘Aşkım Aşkım’ ve ‘Sittin Sene’ şarkıları ile sahne alan Gökçe’ye ‘Sittin Sene’ şarkısında ‘Kamufle’ eşlik etti.
Bir oyun uyarlaması olan Sengoku Basara için ciddi anlamda söylenebilecek fazla şey yok sanki? Ha ben iki sezonu da izlerken eğlendim, keyif aldım, keyiften dört köşe oldum orası tamamen ayrı konu.
Oyun ve anime her ne kadar gerçek tarihi karakterleri ele alsa da karakterleri pek öyle gerçekçi ve tarihi çizgisinde yansıtmamış bu nedenle gerçek karakterleri bir yana iterek animeye odaklanıyorum.
Dank diye damdan düşer gibi alakasız bir giriş yazarak animenin müzikleri güzel diyeceğim ve bu söylememi ileride de tekrarlayacağım.
Feodal Japonya döneminde geçiyor her iki sezonda, generaller ülkenin dört bir yanında birbirini boğazlayıp toprak kazanmak peşinde.
Date Masamune benim açımdan animenin yıldızı. Gayet karizmatik, ilgi çekici, vurdum mu deviren bir karakter yaratmışlar. İşte bu arkadaş İngilizce konuşacağım diye kasıp karizmayı arada çizmese her şey güllük gülistanlık olacaktı. (ara sıra ciddi anlamda kafasını patlatmak istedim) Elemanda bir de taktik anlayışı falan pek öne çıkmıyor, direkt kafadan savaşa dalayım, kazanayım düşüncesi hakim. (başarılı mı? evet, oarası ayrı konu)Yanında Katakura olmasa çok çeker de iyi ki Katakura arkasını kolluyor zeka gerektiren bölümlerde. Masamune' nin ordusu komik. Oyunda da böyle mi bilmiyorum ama çete gibi durmaları eğlenceli. Neyse Masamune hem komik hem eğlenceli hem de aksiyonlu. Let's party insanı. Pek bir severim.
( bu kadar sevmemdeki faktörlerden biri seiyusudur.Gintama' nın Hijikatsı Nakai Kazuya)
Sanada Yukimura: Tam odun, kas kafalı ama bir o kadar samimi. Yukimura candır. Takeda Shingen' e yürekten bağlı. Masamune ile de aşk yaşıyorlar :) Seslendirmesi karaktere uymuş. Normalde sinir bozucu o konuşma tonu ama Yukimura' ya yakışıyor bence.
Sarutobi Sasuke: Sengoku Basara' nın R2-D2' su. Haber taşı, akış takip et, alet edavat geliştir, Yukimura' nın arkasını topla, Kasuga' ya göz kulak ok. İyi maaş aldığını umarım.
Takeda Shingen, tam bir eski toprak. Uesugi Kenshin ile birlikte sahalarda görmek istediğimiz generallerden.
(şimdi bu parça güzel değil mi?)
Katakura Kojuurou: Bu adam karizmatik. Animede kafası çalışan elemanlar kategorisinde. Takdir ediyorum kendisini her anlamda.
Maeda Keiji: Ben umutluydum Maeda Keiji' den ama onunla ilgili en güzel tanımları Masamune yapıyor anime içinde. Gerçi ilk sezonda ittifak için önemli katkıları oldu hakkını yemeyeyim. Maymununa hastayım o ayrı.
Sengoku Basara: Birinci Sezon
Doğruyu söylemek gerekirse ilk bölümde bırakmayı düşündüm "bu ne ya?!" diyerek ama iyi ki böyle bir eylemde bulunmamışım. Haa ikinci sezonun sonuna kadar çoğu zaman neresi nerede anlayamadığımı itiraf edeyim de karakterlerin isimlerinden çıkarım yapabildim en azından.
Anime içinde "döverek öğretme" ve "hem severim hem döverim" kavramları için birebir örnek bulunmakta. Sevgili Oyakata-sama ve Yukimura bu örnekleri biz izleyenler için gönülden bol kepçe ile sunuyorlar.. Sasuku' nin tepkisini çok anlamlı buluyorum.
Birinci sezonda kötü adamımız Oda Nobunaga. Kendisi şeytani bir varlık olarak tasvir ediliyor. Kahraman generallerimiz birbirlerini yemeyi bırakıp bu amcaya karşı güç birliğine gitmek gerektiğini anlıyor ve gençlerin kafasına vura vura bunu izah ediyorlar ama gençlerin de bu işte gönlü var zaten.
(çok güzel.......)
Karakterler ikinci bölümden sonra kendine bağlayıcı oluyorlar. Aksiyon sahneleri fantastik ama zaten bu animeyi seyrediyorsa insan böyle şeyleri sallamayacak. Veeee müzikler enfes!!!! Yani şimdi Şeytan Oda' nın bir fon müziği var ki bir de dağın başından olayları izlerken yıldırımlar eşliğinde çalmaya başlıyor, insan gaza gelmeden, karakterin etkisini hissetmeden edemiyor. Bu sadece bir örnek. Fon müzikleri gerekli etkiyi bünye üzerinde oldukça etki bırakıyor.
(Oda Nobunaga' nın tema parçaşı. Şimdi fonda bu çalarken Oda' dan etkilenmemek mümkün mü?)
Bir diğer nokta ise karakterlerin pozları. Bazı noktalarda karakterlerin ifadeleri öyle bir veriliyor ki o durgunluk anı ve arkasından gelen müzik ve aksiyonla izleyene inanılmaz keyif veriyor.
Aksiyon sahneleri demiştim değil mi? Güzel ikili kapışmalar var ama benim favorilerimden bir tanesi Nagamasa vs Masumene arasındakidir anlam ve gidişat bakımından.
Bu sezonda hakkı yenmemesi gereken karakter: Akechi Mitsuhide.
( Bu yazıyı müziklere boğmamak için kendimi zor tutuyorum. Bunun bir göstergesi olarak açılış ve kapanışlara yer veremeyeceğim. )
Sengoku Basara İkinci Sezon (Sengoku Basara Ni)
Bu sezonun kötü adamı Toyotomi Hideyoshi. Gerçekten gorile benzetmişler adamı. Fantastik derecede güçlü öyle ki adam denize adımını attı sular çekildi bir süreliğine ahahah.
Bu sezonu ilkine göre daha insani buldum ben. Arka planda insana ve ilk sezonun girişi ile birlikte karakterler arasındaki bağa dair daha fazla nokta olması benim için daha ilgi çekici yaptı bu sezonu. Aynı zamanda Hideyoshi, Oda Nobunaga gibi şeytani bir varlık olarak tasvir edilmemiş.
(This is a fight to Change the World - Şimdi bunu dinlerken insanın yerinde oturmaya devam etmesi biraz zor oluyor. Ost' un en iyilerinden bir tanesi)
Müzikler yine enfes ve yine vurucu.
Bu sezonun ve genelin en sevimsiz karakteri bana kalırsa Mouri Motonari. Güneşin çocuğuymuş, peh! Yani bu seride az sayıda karaktere gıcık olmuşumdur.
Aksiyon sahneleri daha az ama daha da vurucu. Garibim Masamune kafayı gözü yardı ara sıra gerçi ama şu İngilizce konuşma huyundan vazgeçemedi. Chousokabe Motochika ile karşılaştıkları yer favorilerim arasındadır. Masamune bu sezonda yine koptu gitti.
Ve Takenaka Hanbei. Ben çok sempati duydum Takenaka' ya.
Sengoku Basara Ni' nin açılış parçası T.M Revolution' dan "Sword Summit"
Kapanışlar içinde favorim Angelo' dan "Fate".
Sengoku Basara geyik falan ama tam da aman anime izleyeyim ama kafam yorulmasın, gaz karakterler ve gaza getirici aksiyon olsun, beni derdimden tasamdan uzaklaştırsın, eğlendirsin tarzı anime arayanlara yönelik komik, aksiyonel ve sürükleyici. İki sezon toplamda 24 bölüm, zaman varsa iki günde kafadan biter.
Oldukça keyifli buldum. Şahsen Sengoku Basara izlemek bana iyi geldi.
Bildiğimiz gibi pek çok animede karakterlerin bir şekilde kendilerini ifade ettikleri, güç ve yetilerini dışa vurmalarına yardımcı olan, o animenin olmazsa olması bazı alet edavatlar var. Daha önce şurada anime karakterlerinin teknik ve güçlerinin günlük hayatta nasıl kullanılabileceğine ait bir çalışma yapmıştım. Bu sefer ise çoğu zaman izlerken "keşke bende de olsa dediğimiz bu alet edevatlar" hakkında aklıma ilk gelenlerden bir liste yaptım ve günlük hayatta nasıl kullanılabilecekleri üzerine biraz kafa yordum. (boş işler müdürlüğü)
1 - İlk sırada tabii ki animeyi her izleyenin "yaaaa ben de istiyorum!!!!!" diye sızlandığı defter var. Anime Death Note.
Kira' nın kullandığı bu defteri istemeyen var mı? Üzerine çat çut isim yazacağız.
Bu maddeyi fazla uzatmak istemiyorum. Her ne kadar izleyicilerin en fazla istediği alet - edavat sıralamasında ilk sıralara oynasa da (kaynak: hislerim) bu defter bir o kadar tehlikeli. Adalet ve genel doğruların göreceli olması ve kişiselliğe eğimi, insanın adil yargılama yetisinin zamanla yine insanın doğasında bulunan duygularla körleşmeye başlaması ve daha pek çok nedenden dolayı dünya üzerinde insan kalmamasına sebep verebilir! İşte bu noktada Kira'yı tekrar anıyorum.
Ve diyorum ki düşünün!! Şu defterin 13-14 yaşlarında, dünyadan nefret eden, aşk acısıyla ve ebeveyn düşmanlığıyla kıvranan, okulda itilip kakılan bir ergenin eline geçtiğini. Şimdi size kolay gelsin diyor, diğer maddeye geçiyorum.
2 - Shingeki no Kyoujin' deki manevra aletleri. Günlük hayatta kullanılması gayet olumlu sonuçlar verecek, pratik bu aletlerden ben de istiyorum.
Büyük şehirlerde trafik malum. Bir yerden bir yere gitmek için sinir krizine gireceğimize aletimizi kuşanıyor, kendimizi boşluğa bırakıyor, arada zevkten zik zaklar çizerek şekil yapıyoruz. Tabii ki her yolculuktan önce gazımızı kontrol ediyoruz ki akülü motorsikletlerin yollarda yaşadığı talihsizliklere benzer olaylar yaşamayalım..
Bir kaç kişi yola çıkarsak daha eğlenceli olur diye düşünüyorum. Nelere dikkat ediyoruz?
(I) Son sürat giderken kendimizin ve etrafımızdakilerin güvenliğini tehlikeye atmıyoruz, önümüze çıkabilecek elektrik tellerine büyük dikkat gösteriyoruz.
(II) Bu dünyada biz küçükken "topunuzu keseceğim" diye topu bıçaklayan büyüklerin ardıllarının olduğunu unutmuyor, mümkünse kimselere duyurmadan gezimizi tamamlamaya çalışıyoruz. Pislik olsun diye balkona çıkıp ipinizi kesmeye çalışacak insanların olabileceğini asla unutmuyoruz.
(III) Artık pek ağaç mağaç kalmadığından binalara odaklanmak zorunda olunduğunu aklımızda tutuyoruz.
Tabii şehircilik ve estetik anlayışından uzak, herkesin şekil, ebat olarak kafasına göre takıldığı, ardı ardına, yan yana dizilmiş düzensiz binaların bulunduğu şehirlerde yolculuk yapacağımızı lütfen unutmayalım. Rehavete kapılmayalım ki bu estetik ve nizam yoksunu şehirlerdeki tehlikenin birini atlatıp ardından kendimizi şekilsiz bir binanın duvarından kazıtmayalım.
Bu aletler yaygınlaşınca kurnaz girişimcilerden gaz istasyonları ve yedek parça istasyonları bekliyorum.
3- Uruhara Bastonu
Bleach' tenUruhara' nın çoğunlukla yanında bulundurduğu bu baston biliyorsunuz ki çok işlevli. Burada sadece bir baston olarak ele alacağım ( gerçekçi olalım lütfen hahahah) bu alet günlük hayatımızı kolaylaştıracak eminim ki. Eh sonuçta bir baston, yanınızda bulundurun, dayanır, destek alırsınız, Yolda biri size bel altı laflar söyler ya da eylemde bulunmaya kalkışırsa bir savunma aleti olarak kullanırsınız. Bu bastonun altında bir şekil vardı yanılmıyorsam yoksa da damga gibi oyup şekillendirebiliriz, kendimizi savunurken adamın ya da kadının alnına mühür gibi yapıştırırız onu. (buradaki hayalgücü size kalmış artık).
4 - Magi'den Alaaddin' in flütü.
İşte boynumuzda bir kolye halinde taşıyabileceğimiz, küçük ama pratik bir alet. Üstelik müzikten anlamaya, flüt çalmayı bilmeye gerek yok. Gerçi ülke insanlarının %90' ı okullarda aldığı zorunlu ders neticesinde flüt ile seviyeli bir ilişki yaşamış ve yaşıyordur, en azından üflemeyi biliyordur.
Yolda başımıza bir iş mi geldi? Sinirlendik mi? 10 kişi birlik olup tek başına bizi dövmeye mi çalışıyor? Hemen üflüyoruz ve dev geliyor.
Daha ironiği, müzik dersinde öğretmen gıcık bir parçayı çaldırmaya mı çalışıyor ısrarla. Not alamamakla mı tehdit ediliyoruz? Hemen üflüyoruz ve dev gelip öğretmene nazik bir dille açıklama yapıyor ve onun hayal gücünü genişletiyor.
Boyumuz rafa yetişmiyor mu? Üflüyoruz ve dev rafa bizim için uzanıp, gerekli eşyaları oradan alıyor.
Çok acil bir yere mi yetişmemiz gerekiyor? Hemen üflüyoruz ve dev geliyor. Omuzuna atlıyor ve o dev adımlarla koşarken biz saçımızı tarayarak gideceğimiz yere varıyoruz.
Saymakla bitmez, çok kullanışlı. Tavsiye ediyorum.
5 - Gintama'dan Madao gözlüğü.
Şimdi bu gözlük tek başına bir şey ifade etmeyebilir, içinden dev çıkmayabilir ya da baktığınız insana elektrik çarptırmayabilir ama bu gözlük sizi var eder.
6 - Bir adet Kon.
Bleach' te yer alan Kon' u hemen hemen herkes biliyordur. Biz de evimizde bir adet Kon besleyeceğiz ki, sinirlenince üzerine basacağız, onu alıp cama yapıştıracağız, sinirimizi stresimizi ondan çıkaracağız. Hafif röntgenci olsa da ara ara yaptığı geyiklerle canımız sıkkınken bizi neşelendirebilir.
7- Captain Harlock Kılıcı
Hem kılıç hem farklı dizaynlı bir lazer tabancası olarak kullanılabilen bu alet oldukça işe yarama potansiyeline sahip fakat bunu kullanmak için öncelikle kılıç kullanmayı öğreniyoruz. Bir de normal hayatta bunu dışarıda taşımamız sorun yaratabileceğinden alternatif taşıma yolları araştırıyoruz. Bulamazsak evdeki duvara asıyoruz, eve hırsız girdiğinde kullanıyoruz.
8- Kagura şemsiyesi
İşte tüm kadınların sahip olmak isteyebileceği bir ürün. Güneşli günlerde cildimizi koruyoruz. Gerektiğinde baston şeklinde adam dövüyoruz. Hiç olmadı ve çok kötü durumdayız bir silaha dönüşüyor. Daha ne olsun?
Bu liste daha böyle uzayıp gider. İlerleyen zaman da devamını da gelir. Şimdi önemli olan bu ilk 8 arasında bir değerlendirme yapıp, ak sakallı dede "evladım, hangisini istiyorsun?" diye sorduğunda kalbimizde 1. sırada yatanı şak diye yapıştırmak.
İşte bir beyin dağıtan shoujo animeyi daha bitirmenin verdiği muzafferiyeti ve animenin üzerimde bıraktığı salaklığı taşımaktayım.
Hep diyorum, böyle animeler yapmayın, siz yapıyorsanız ben uzak durayım diye ama sonunda biri ile yollarımız hep kesişiyor ve bir süre beyin devrelerim yaşıma bakmasızın yanıveriyor. Şimdi ben ciddi ciddi ne yazayım bunun üzerine?
26 bölümlük bu animeyi seyretmeyen kalmış mıdır bilemiyorum. Normalde ben hep geriden gelirim ama türünün klişelerini üzerinde taşımasına rağmen izlemesi gayet keyifli ve eğlenceli olan animenin konusu kısaca şöyle.
Bir lise var, önceden erkek lisesiymiş ama sonra kızlar da alınmaya başlamış ama erkek nüfus yoğunluğu hala oldukça fazla. Bu okulda okuyan Misaki Ayuzawa, aileden fakir, gönül olarak zengin, baskın, güçlü, manyak bir aura taşıyan, çok çalışan, çalışmaktan gocunmayan bir hatun kişi olarak bir sene boyunca yememiş içmemiş, kendini güçlendirmiş etmiş ve ikinci senesinde kendini okul başkanı seçtirmiş. Amacı öncelikli olarak okuldaki erkeklere ayar vermek, hayatı onlara zindan etmek, sayısı az olan kız nüfusunu korumak ve okula daha fazla kız öğrenci gelmesini sağlamak. Ki okuldaki erkekleri adam etmekte, okulu nizama sokmakta, kısaca amaçları gereği bir başkan olarak oldukça başarılı bir portre çizmekte kendisi. Dolayısıyla okulda imajı çok yüksek. (erkek öğrencilerin bakış açısından Ayuzawa' yı izlemek çok keyifli:) )
Kızcağızımızın bir açık noktası var, o da mecburiyetten part-time iş olarak maid kafede çalışıyor olması ki bunu bir devlet sırrı gibi saklamakta. Ta ki, animenin bir diğer kahramanı, okulun en yakışıklısı, en zekisi, en başarılısı, en atletiği kısaca her alanda Ayuzawa yı geçebilen tek kişi olan, umursamaz tavırlarıyla karizmasına karizma katan Usui Takumi' nin tesadüfen Misaki' nin bir maid olarak bu kafede çalıştığını öğrenmesine kadar... Olaylar bu noktadan itibaren gelişiyor...
(kapanış parçalarından ilki. Heidi. /Yokan)
Mangasını okumadığım için sadece anime üzerinden kendi düşüncelerimi aktaracağım.
Misaki Ayuzawa: Eğlenceli bir insan kendisi. Zaman zaman iyilik yapacağım, insanları koruyacağım saplantısına düşmesi insanın sinirini bozsa da olur o kadar diyerek geçiştiriyorum. Azmi takdir edilesi. Üzerine o kadar iş almasa da olur gerçi ama onun yapısı öyle diyerek bu konuyu da geçiyorum. Bu kızcağız adına üzüldüğüm iki nokta var;
Birincisi okuldaki kızları bu kadar korumaya çalışmasına rağmen, genellikle ortamda yalnız bırakılması. Ne bileyim diğerleri de biraz daha yardımcı olsa sanki buna. Bir de okul konseyine en azından kendi kontenjanında bir iki kız alsa iyi olacak.
İkinci nokta ise kız kardeşi. Bu kadar sinir bozucu ve tek boyutlu bir kız kardeşim olsa çok üzülürdüm herhalde.
Usui Takumi: Yani bu mangayı ve animeyi okuyanların ortak derdi Usui' nin mükemmelliğidir herhalde. Eleman her konuda mükemmel neredeyse. Diyorum işte bu manga-kalara, böyle karakterler yaratmayın, etmeyin, kalıcı hasar bırakma riski yüksek insan beyninde.
Bay mükemmel hakkında çok fazla bir şey yazmaya gerek yok. Misaki son bölümlere doğru değişiyor hafiften ama Usui' de bu değişim net görülmüyor. Misaki' ye olan tepkileri dışında ya da girdiği kıskançlık dalganlanmaları dışında Usui zaten baştan sona kadar maskesini pek çıkarmıyor.
Usui demişken yazayım, delicesine güldüğüm sahnelerden biri; Yukimura' nın prenses olma saplantısına sahip kız kardeşi Usui' nin etrafında çemberler çizerek koştururken, Usui' nin kızcağızı sinek gibi kafasından yakalamasıdır.
Mitsuki, aşk meşk konularında kafası az çalışan biri olduğundan, ne Usui' nin ne de sonradan olaylara dahil olan Hinata' nın kendisinden hoşlandığını anlayamaz tabii. Gerçi Misaki olmakta zor yani Usui' nin eziyetlerine falan katlanmak kolay değil.
Hinata sanki biraz hayal kırıklığı oldu. Sen ninjalar gibi ağaçlardan düş ama kolay geri çekil, yemek yemekten başka numaran olmasın. Usui vs Hinata arasındaki köpekler on numaradır tabii ki.
Animenin içindeki yan karakterlerde bir o kadar eğlenceli. Şu meşhur üçlü, eğlenceye eğlence katıyor. Animenin olmazsa olmazı bunlar. Shiroyan' ın ortaokul geyiği bile eğlenceliydi. (değişime gel!) Yukimura ile Kanou, Sakura ile diğer kız, diğer lisenin vokali falan hepsini izlemesi oldukça keyifli.
Mangasını okumaya yüreğim dayanmaz muhtemelen ama anime tadında tuzunda, kafa dağıtmak için, başka bir boyuta geçmek için, Usui gibi insanlar nerede diye sormak için izlenebilir.
Bu arada iyi ki Türk anneleri böyle animeleri izlemiyor. Yoksa kızını evlendirmek için yolda, pazardan, marketten aldığı meyve poşetlerini patlatıp, yola saçılan meyveleri toplayan gençleri iyi birer damat adayı olarak değerlendirip eve yemeğe davet eden anneler görür, cinnet geçiren kızların haberlerini gazetelerin üçüncü sayfalarında okurduk.
Neyse işte anime bitti, gerçek dünyaya döndük.
Bu arada ben neden hala bu animeye Kaichou wa mama said diyorum?
Taşınırken izlenebilen diziler serisinin ikinci bölümüyle karşınızdayım tekrar. Bu 20 bölümlük K-Drama da esasında müzik üzerine kurulu, izlemesi keyifli dizilerden bir tanesi.
Bunu seçme nedenlerimden bir tanesi Monstar' ın üzerine iyi gideceğini düşünmem, ikincisi ise Im Ju Hwan faktörüydü.
Konusu için kısaca üniversitenin müzikal bölümünde bir araya gelen, farklı geçmişlere ve hikayelere sahip öğrencilerin hayatından bir kesit diyeyim. İzlerken Bigbang Daesung'u görünce de şaşırdım.
Bu diziyi beğendim ben ve bunun için pek çok sebebim var ama öncelikle karakterler üzerinden söylemek istediklerim var.
Jang Jae Hun (Im Ju Hwan ): Im Ju Hwan ' ın oyunculuğunu beğeniyorum ben nedense. Bu nedenle onun olması diziyi tercih etmemdeki nedenlerden bir tanesiydi. What's Up?' da beklentimi boşa çıkarmadı.
Jang Jae Hun, yoksul bir aileden gelen, sokaklarda serserilik yapan, bu esnada oyunculuk yeteneğini de konuşturan bir elemanken, bir gece neden olduğu bir olay hayata bakışını değiştirir. Bir süre sonra rastgele seçtiği bu okulun sınavlarını geçer ve okul hayatı başlar.
Park Tae Hee (Kim Ji Won): İşte her dizide olması gereken, saf, hafif çatlak, insanların yardımına muhtaç, hatta aptal, şanslı, masum ama yetenekli kız modeli. Çok ağlıyor dizide bu da bir gerçek! Zaman zaman aptallıklarıyla çok sinir bozucu da oluyor ama bir farkı var. Etrafındaki insanları çok dertlendirdiğinin farkında, hatta bunu bilerek yaptığını itiraf edecek şuur seviyesine ulaşıyor. İnsanlar da bunu çatır çatır yüzüne söylüyor. Yani belli bir noktaya kadar endişeleniyorlar ama kimse bir noktadan sonra "aman da Tae Hee" diye etrafında pervane olmuyor. (dizinin güzel noktalarından biri) Yer yön özürünü anlayabiliyorum, ben de aynı dertten muzdaribim ama bir yere kadar.
Bu arada Park Tae Hee & Kim Byung Gun' un bir parçası var ki zaman zaman fon müziği olarak kullanılıyor, ost' un en güzel parçalarından bir tanesi benim için.
(İşte o parça) Oh Doo Ri (Im Joo Eun) : Benim açımdan dizinin en sağlam ve güçlü karakteri olabilir Oh Doo Ri. Hayata bakış açısı, annesi ile ilişkisi, hayat felsefesi, aşkı... Aşık ama ne cıvık kız modeline dönüyor, ne sınırları aşıyor, ne dramatize ediyor, ne başkalarına sıkıntı veriyor. (dizinin güzel noktalarından ikincisi). Böyle olunca Oh Doo Ri ve aşık olduğu adam arasındaki bölümleri izlemek ızdırap vermiyor aksine keyifli oluyor. Ayrıca "What's Up" bilindiği gibi aynı zamanda bir "4nonblondes" parçası. Kendisi bunu da dizi içinde sürpriz katılımcılarla icra ediyor. Oh Doo Ri reyiz kısaca :)
Kim Byung Gun (Jo Jung Suk): Kim Byung Gun dizide Ha Do Sung birlikte yer alan en büyük loser'lardan bir tanesi. Zaman zaman sinir bozucu bir karakter yapısına sahip olsa da, hayalini gerçekleştirebilmek için yaptıkları göz ardı edilemez. Jo Jung Suk' un performansı da göz doldurucu. Kendisinden dinlenilen "those magic changes" de çok eğenceli.
Ha Do Sung (Kang Dae Sung) : Ha Do Sung, dizinin eziği. Eun Chae Young' ın dediği gibi gırtlağı sıkılasıcalardan. Yeteneğine çöp muamelesi yapanlardan. Gerçi çocuğun bu şekilde saklanarak yaşamak için ağır sebepleri var. ( söylemeden geçemeyeceğim, annesi tam bir felaket) Daesung' un zaman zaman yapay kaldığı hissedilebiliyor - müzikalite olarak lafım yok - Deneyimli bir aktör ile ana dalı müzik olan ve deneyimi bulunmayan Dae Sung' u karşılaştırmak gibi bir amacım yok zaten elma ile armudu karşılaştırmak olmaz ancak derdimi anlatabilmek adına Jo Jung Suk ne kadar doğal ve itici olmadan Kim Byung Gun' u canlandırması gibi Daesung' un da belli mizansenlerde biraz daha doğal olmasını dileyebilirdik. Kötü mü? Değil ama daha iyisini istemek kötü bir şey değil :) Bu arada dizinin güzel noktalarından bir tanesi, çoğunluğun oyuncu kökenli olmasından kaynaklı olarak castın kimyası iyi olduğu için Daesung sahnelerde yalnız bırakılmamış ve sahneler akıllıca dengelenmiş böylece kimse batmıyor. Daesung' un Lunatic' ini de bol bol dinlemek mümkün. Ayrıca Ha Do Sung gönül insanıdır. Pek efendi, pek masum, pek bir saf.
Eun Chae Young (Jang Hee Jin): Tabii ki okula kayıt olan bir tane star gerekliydi, o da Chae Young oluyor ama dönüşmüyor, güzel olan noktalardan bir diğeri. Kendi arayışında, çoğu zaman haklı olarak. Zor bir hayat. Özünde kötü mü, değil? Biraz haksızlık ediliyor kendisine ya da kendisini anlamak mümkün. Sunwoo Young' nun Che Young' a verdiği öğüt gerçekçi değil mi? " İyi tarafa geçmek zorunda değilsin. özünde iyisin ama iyi tarafa geçersen bu hiç eğlenceli olmaz. Hayattan keyif al." Şu kadın da yolunu buldu ya buna sevindim.
Sunwoo Young(Oh Man Seok ) İşte okulun hayattan geçmiş, çatlak hocası. Dizideki en sevdiğim karakter olabilir, kim bilir? İzlerken çok eğlendim zaman zaman duygulandım. Dizinin dinamolarından bir tanesi.
Yang Soo Jung (Kim Mi Kyung): Son bölümlere kadar nereden hatırlıyorum bu kadını diye kendime sordum. Sonra duvara tekme attığı bir sahne vardı o noktada aydınlandım. Tamra Island' dan hatırladığımı anladım. Bana kalırsa arka planı, beklentileri, hayal kırıklıkları, amatörlükle profesyonelliği karıştırmaya başlaması, başarısızlığı vs.. nedenlerle önemli karakterlerden bir tanesi. Sunwoo Young ile diyalogları eğlendirici zaman zaman hüzünlü.
Daha pek çok karakter var. Mesela dedektif eleman sert görünür ama gönül insanıdır. Jang Jae Hun' un annesi polislere; "İstiyorsanız beni içeri alın, üzerime biber gazı sıkar, işkence eder, rahatlarsınız " diyerek diziye damgasını vurur.
Neden beğendim bu diziyi?
Şimdi 20 bölüm ama göz korkutmasın. Normalden daha mı kısa bölümler ya da akıyor mu bilemiyorum? Tamam ara sıra bazı sahneler fazla uzuyor ama bu durum sıkıntı yaratmıyor.
Karakterler doğal. Hiç biri mükemmel bir aydınlanmaya ulaşmıyor, sadece hayatlarından bir kesit sunuluyor ama büyüyorlar bir şekilde. İlişkileri de normal. Ne "senin için ölürüm kanka" modundalar ne de birbirlerini görmezden geliyorlar. Dizinin özündeki ortak bir üretim içine girmek fikri onları bir şekilde buluşturuyor. Bununla birlikte oyunculuklar iyi.
Konu güzel ilerliyor. İlk bölüm bir sahne ile başlıyor, insan "noluyor, reklamlar da mıyız?" diyor ama son bölümde bu sahne bir yere bağlanıyor. Ben bu sahneyi ve arkadaki parçayı çok beğendim.
(Les Choristes - Voir Sur Ton Chemin)
İnanılmaz ama gerçek; aşk üçgeni yok! Ağlamak istiyorum, gerçekten yok. Tae Hee diye ağlayıp, kapışan, etrafındakileri görmezden gelen iki erkek yok. Olay daha normal. (belli açılardan). Çocuklar arasındaki dostluk daha doğal ve insani.
Dizinin altında üç tane olay örgüsü var. Birincisi gençlerin toplu olarak hayatları. Diğer ikisi aslında ciddi anlamda dramatik. Ne olduklarını söylemeyeceğim ama manyak bir dramatizasyona açık. Dizide bu dengede tutuluyor. Arka plan üzücü ama izleyeni salya sümük ağlatmaya oynamamışlar, çeşitlendirmişler, espriler eklemişler vs.. sonuçta insanlara dram izletmekten uzak durmayı başarmışlar.
Amatör/profesyonel tanımlarına güzel bakış açıları var. Yaptığından zevk almak önemli ama diğer taraftan para kazanmakta önemli. Sanat, seyirci gelip beğendiğinde mi sanat? Yatırım yoksa sanat yapabilir misin? (gerçi tüketim noktası bir öğe olarak alınmamış gibi) ...
Bana kalırsa amatör ruh iyidir :))
Her bölümün sonuna yerleştirilmiş karakterlerin geçmişine dair bölümcükler de güzel bir fikir olmuş.
Dizide bir nokta var, ilk anda insanı biraz rahatsız ediyor. O da çok vurucu sahnelerin olmaması. Aslında var ama alışmışız bir "battle" oluyorsa mucizeler yaratılacak, muhteşem prodüksiyonlar ortaya çıkacak diye. Performanslar yine göz doldurucu ama bu sadelik ilk anda noluyoruz dedirtiyor. İlerledikçe bu rahatsızlık hissi ortadan kalkıyor çünkü esasında anlatılan daha başka bir nokta; o performansın arka planı, topluca üretmek, yaratıcılık, imkanlar dahilinde ortaya bir şey koyabilmek ve eğlenmek, kendini bulmak... Son bölümde bu çok daha net izleyene ulaşacaktır zaten. Bu noktada türdeşlerinden daha farklı bir bakış açısına sahip ve bu nedenle diziyi farklı bir yere koymak lazım sanki.
Ve kırmızılı hayalet ya da herkesin kendine göre anlamlandırabileceği varlık. Dizinin ana karakteri sensin bence :)
İzlemeye değer bir dizi, ostu güzel hele ending theme var ki...
(işte ne olduğunu bilemediğim o güzelim kapanış parçası, bir kulak verin bence)