15 Aralık 2013 Pazar

Mim zamanı: Fil Fareden Neden Korkar?


Küçük Filozof mimlemiş beni sağolsun. Mimin yaratıcısı  ise  Paul Muad-Dib miş.

Oturup sakin bir zamanda sakin kafayla yapayım dedim ama yaz yaz bitmedi :) kısalta kısalta bu kadar oldu,  bazılarını es geçtim sonuçta şurada şu soruları cevaplarken adını anmadıklarım ya da detaylı yazmadıklarım nedeniyle vicdani bir savaş verdim resmen kendim ile *_*  sonuçta da hiç tatmin olmadım ya neyse :)

Öyleyse başlayalım...

1-En sevdiğiniz müzik türü hangisi? Neden? Bu türü kiminle tanıdınız? Ve bu türde son hızla kimleri dinlemeye devam ediyorsunuz?

Cevaplaması zor bir soru. Neden zor olduğunu kısaca açıklamaya çalışayım...

Çünkü Deep Purple' ın "sometimes i feel like screaming" ine tüm kalbimle eşlik ederek, Joe Hisaishi' nin "shoot the violinist" iyle coşarım, Luna Sea "Rosier" ile gaza gelip, queen' in "don't stop me now" ı ile enerji toplarım, George Gershwin' in "rhapsody in blue" sunun muzipliğine takılır, Borodin' in Polonez danslarıyla durulurum. Bad Religion ile "portrait of authority" diye bağırırken, Shadow Gallery' nin   "christmas day"' ine eşlik ederim. DSBK ile eğlenirken bir anda Nicholas Tse' ye döner akabinde  etnik müziklerle dünya değiştiririm. B.B. King ile başlar, Jimi Hendrix, Janis Joplin ile devam eder ilahilere kadar uzanır, Kitaro ile bağımı tazeler Yanni ile "Love is all" derim. Skid Row "in a darkened room" derken Iron Maiden' ın "wasted years" ına dönerim ve daha bir sürü, bu böyle devam eder...

Sanırım beni anladınız...(bazı türlere hiç girmedim bile)

2-Konuyu müzikten açmışken devam edeceğim… Sizce “iyi müzik” diye bir şey var mıdır? Varsa nedir? Yoksa kişisel bir zevk meselesi olduğu için “iyi müzik” de kişiye göre değişir mi?

Bana kalırsa "iyi müzik" vardır. Tanımlaması kendi adıma zor gerçi ama bir deneyeyim;

Bana kalırsa müzik bir ifade tarzıdır. Üzerinde emek verilmiş, teknik olarak altyapısı doldurulmuş, söylemek istediği bir derdi olan - illaha bir fikir bir düşünce ile sınırlayamam. - dinleyene bir şeyler hissettirebilen, her anlamda zengin, insanlığın evrensel duygularını kendine has bir şekilde anlatma kapasitesine sahip, belli bir estetiğe sahip olan, fabrikasyondan uzak, altı her anlamda doldurulmuş müzik iyi müziktir bana kalırsa.

3-En sevdiğiniz Türk ve yabancı yazarlar? (Ayrı kategoriler) Hangi kitabıyla tanıştınız ve başka hangi kitaplarını okudunuz? En çok hangisini beğendiniz? Neden?

Bu da çok zor soru. Adalet anlayışım ve vicdanım beni bu sorunun altında öldürür.

Şimdi pek çok insan C. Dickens ve Jack London ile gezmiş,dolaşmış, Dostoyevski' ye "hacım sen naptn ?" demiş, Turganyev' e önyargı ile yaklaşmış, V. Hugo bir de Rousseau okumazsak olmaz demiş, Goethe' ye zaman ayırmış, Dean Koontz hakkında çelişkili düşüncelere sahip olmuş, Shakespear' in estetiği ile büyülenmiş, Marlowe' a üzülmüş, Emile Zola ile sorgulamış, Aytomov ile dünya değiştirmiş, James Joyce ile ecel terleri dökmüş, Kafka ile dehşete uğramış, Oscar Wilde' a kafayı takmış,  Ibsen ile rahatlamış, Strindberg ve Hamsun ile boyut değiştirmiş, Nietczhe ile ayağı kaymış, Mevlanayı anlamaya çalışmış, Agatha Christie ile zaman geçirmiş, Edgar Allen Poe ile şaşırmış, Mayakovski' ye kafa patlatmış, Hemingway ile çanlar çalsın diye beklemiş, Tolkien ile orta dünyada gezmiştir. (burada keseyim en iyisi yoksa sayfalarca sürecek korkarım)

Soruyu cevaplamaya   bende komik/ ilginç çağrışımları olan ilk aklıma gelen yazarlarla devam edeyim;

yabancı yazarlar:

Isaac Asimov: Asimov ile tanıştığım zamanlar ortaokul yıllarıma denk gelir. Evde bir kitabını bulmuşum o zamanlar internet yok, kimdir necidir diye bakamıyoruz ama bilenlere sormuşum, oku demişler, hoşuna gider. Bir gün dersin ortasında sınıfa baskın yapılıp arama yapılır. O zamanlar böyle sınıf baskınları normal. Rus bir yazar görünce de hemen el koymaya çalışırlar. Kitaba da o kadar bağlanmışım ki hayatta onların eline bırakamam.Hem müdür yardımcısı hem de edebiyat öğretmeni olan kadınla edebiyat tartışmamız sonucu  kendimi disiplinde bulmuştum :) Sonuç kitabı kurtardım :) Ve Asimov ile bu şekilde başlayan hikayem devam etti.

Albert Camus: Yabancıyı 15 ya da 16 yaşında okumuştum, beni etkilemişti ama iyi mi kötü mü emin değildim. Nedensizliğe anlam veremiyordum. Daha sonraki yıllarda Albert Camus benim için çok önemli yazarlardan biri oldu. Eğer ben de bir müzisyen olsaydım the cure/ robert smith gibi şarkı yapardım. Veba ile beni değişik düşüncelere sevketmiş, başkaldıran insan, tersi ve yüzü, sysphos söyleni, diğerleri ve oyunlarıyla beni etkilemiştir. Albert Camus denilince aklımda hala masmavi deniz ve güneş canlanır.

Dostoyevski: kumarbaz, suç ve ceza, yeraltından notlar, karamazov kardeşler, ezilenler, budala için ne diyeyim? Beyaz Geceler e özel bir sevgim var. ama dostoyevski beni  ecinniler ile çarpmıştır.

Stanislav Lem: Bu çok başka bir kafa. Sadece şu anıdan çıkarak tek kitabına değineyim. Fiyasko bana takla attırmıştır.  Öyle ki rutin sabahlarımda bir zamanlar yaşadığım şehirde vapurla karşıya geçerken vapurdan inmeyi unutup geri dönmüşlüğüm ve yine inmeden karşıya geçmişliğim vardır. Üç bacak yaptığımı da sonradan anladım :)

Boris Vian: Bambaşka, ne diyebilirim her kitabı beni uçurmuştur.

B. Brecht: Bu da bambaşka konu... Başlarsam duramam, kestirip atıyorum böyle.

Arthur C Clarke: Ramalar bir yana, 2001 a space odyssey okurken dünya ile bağlantımı kesmiştim.

Stephen King: şu aralar kara kule serisini yeniden elime aldığım için anayım dedim :) o kadar çok anısı var ki her kitabının.

Neil Gaiman ve Terry Prettchet ile gereğinden çok daha geç tanıştım. Bir özür babında burada adlarını anıyorum.

Anton Çehov: oyunları bir yana, küçükken hasta iken bir öyküsü ile bana korkudan kalp krizi geçirtiyordu neredeyse. Kişiliği, efendiliği ve sahalin yolculuğuyla saygı duyarım. Bir de garibim Stanislavski nin oyun rejisi ne bozmuştu kendisini :)

Haşek in Aslan Asker Şıvayk' ını deniz kenarında güneş altında okumuştum. Ne manyakmışım. O ironik duruma hala çok gülerim.

F. Garcia Lorca: Bana farklı bir boyut kattı.

En iyisi burada keseyim.adını anmadıklarım,  özür dileriiiimmmm...............


Türk yazarlar:

Bu konuda eksiğim ve Türk edebiyatından bazı nedenler yüzünden zamanında çok soğudum. Yine de bu eksiği kapatmak için çalışıyorum pek çok yazar okuyorum  ama en sevdiğim diyeceğim pek isim yok. Yusuf Atılgan ve Vedat Türkali diyeyim.

Şimdi birde Türkçe okumak istediğim bir kitap var, tam haliyle. wu cheng'en' in "Batı'ya Yolculuk" adlı kitabı. İngilizce çevirilerini okumaktan helak oldum. Bu mim aracılığıyla seslenmek istiyorum. Ben ölmeden birileri el atsın da çevirsin şunu!!!


4-En sevdiğiniz filmler? (En az beş tane) En sevdiğiniz diziler? (En az üç) Neden?

Hahahaha işte net cevabım olan tek soru. En sevdiğim film Star Wars. 6 sı birden ahahahahah.

Sıralama olmadan devamında: red cliffler , rhapsody in august( 12-13 yaşında izlemiştim de fena çarpılmıştım),  tango , crouching tiger, hidden dragon ve daha bir sürü....

dizi: battle star galactica, dr who, bigbang theory ilk aklıma gelenler.


5-Hayat felsefenizi üç-beş-on madde ile özetleyin desem? (seçim sizin)

özetlemeden geçmeyi tercih ediyorum :)

6-Müziğe geri döneceğim, en sevdiğiniz 3 sanatçı/grup? Ve onların en sevdiğiniz 5 şarkısı hangisi? Neden?

Uhhh içinden çıkılmaz. O zaman blog konsepti içinde JRock familyasından yanıtlamakla yetineyim.parçalarına benim için özel olanlardan seçiyorum.

X Japan: Nedene gerek var mı?

Rusty Nail
Voiceless screaming
tears
art of life
endless rain

Luna Sea: Parçaları, grup elemanları, duruşları, müzikleri, geriye bıraktıkları, etkiledikleri, dinleyici olarak aldığım haz falan....

Rosier
storm
I for you
wish
In my dream

Glay: İlk tanıştığım Japon grubudur kendisi :) İyi ki tanışmışım

however
street life
rain
missing you
special thanks


7-Bana herhangi bir ülkenin müzik piyasasını uzun uzun anlatın. Ülke seçimi tamamen size kalmış.

Öyleyse bu noktada C-Pop tan bahsedeyim. C-pop diyorum ama son dönemde hareketlenen chinese (mandarin) pop piyasasından ziyade konuyu Canto pop a indirgeyeceğim. Sonuçta K-pop ortada yokken buralar hep kanto - pop tu.

Önce kısa bir bilgi vereyim Çin Halk Cumhuriyeti çatısı altında var olan pek çok etnik grup var. Biz ülkede konuşulan dile kısaca Çince diyoruz fakat ana karada ve dünyaya yayılmış olan Çinliler arasında en fazla konuşulanı mandarin. Bunun dışında çok fazla lehçe bulunmakta bunlardan en yaygın olanı Kantonca.(cantonese) Hong Kong ve ana kıtanın bir kısmında insanlar arasında konuşuluyor. Kantonca konuşan mandarin konuşanı fazla anlamaz. (yani gerçi iki çinli mandarin konuşsa da birbirini anlamayabiliyor). Bu gözler ana kıtada mandarin öğrenen Hong Konglular gördü :)

Dönelim Kanto - Pop a. Ana kara Çin' in kültürel çeşitliliği, müzik ve sanat geleneği yadsınamaz. Bir dönemden sonra işin içine yabancılar da dahil oluyor.

Bu tarza aslında Hong Kong'a ana karadan göçen Çinlilerin ilham verdiği söyleniyor. Bu kısımları fazla uzatmayacağım, konuyla ilgili farklı kaynaklar mevcut ama hepsinin sonucu şuraya uzanıyor. O dönemde göçen Çinlilerin taşıdığı geleneksel müzik tarzı ( ninni, türkü, opera vs...) ile batı etkisinin karışımıyla kanto  pop denilen kavram ortaya çıkıyor. Unutmayalım ki Hong Kong 1997 ye kadar İngiliz himayesi altındaydı.

70 lere gelene kadar aslında Kanton pop' a emek veren, bunun içine katkı veren pek çok kişi ve etmen var ama mainstream olamıyor. Aksine Hong Kong yerine çevre ülkelerdeki Çinliler tarafından daha çok rağbet görüyor. 59 dan sonra filmlerin jeneriklerinde yer alan parçalar biraz daha gün yüzüne çıkmasını sağlıyor ama bu parçaların oluşması için söz yazarından bestecisine müthiş bir çaba var.

70lerde ekonomi coşunca insanların alım gücü de artıyor ve eğlence sektörüne yatan para artıyor. Televizyon/sinema   etkili  hale geliyor. Böylece lokal bir kültür oluşuyor. Mandarin ya da İngilizce söyleyenler Kantoncaya dönmeye başlıyor.Televizyon programları ve parçalar ana kara ve çevre ülkelere girmeye başlıyor. Başarı kazandıkça Hong Kong eğlence sektörüne dışarıdan da para gelmeye başlıyor. Bu dönemde pek çok cover parça ortaya çıkıyor doğal olarak. Pek çok parça Japonca ya da İngilizce şarkıların Kantonça yorumu.

80 den sonra müzik endüstrisinde çok daha profesyonel bir yapılanma ortaya çıkıyor. Farklı yetenekler, şirketler tarafından seçiliyor. Piyasanın haklarını korumaya yönelik kuruluşlar inşa ediliyor.

80 ve 90 larda en bomba dönemini yaşıyor Kantopop. Müthiş bir başarısı oluşuyor ve Asya yı bir nevi domine ediyor.

80 öncesi adı saygıyla anılanları bir yana koyacağım ve sonrasını ele alacağım. Bu dönemde Anita Mui, Leslie Chen ve nicesi ortamı sallıyor.

90 larda ortaya "Four Heavenly Kings" ortaya çıkıyor. Bu dönemde piyasayı domine eden 4 kişi. Uzak doğu ile ilgilineneler en azından bu isimlere aşinadır :)

Andy Lau
Aaro Kwok
Leon Lai
Jacky Cheung

Bunlarla birlikte istemeden de olsa hakkını yememek adına anmam gereken bir Faye Wong var, ve daha bir sürü...

2000 li yıllarda ortamdan ayrılanlarla birlikte yeni isimler geliyor. Twins, Nicolas Tse, Edison Chen, Eason Chan ve daha bir sürü...

2000 lerin sonuna doğru  ise Kantopop o altın dönemini kaybediyor, lokal müzik olmaktan çıkıp deniz aşırı bir başarı yakalamışken, Kore, Tayvan ana kıta Çin müzik endüstrisinin  sağlam atakları karşısında çok daha büyüyen bir piayasanın küçük bir alt dalı oluveriyor.

Bir iki noktaya daha değineyim Kanto pop söylüyorsanız en az bir filmde oynamak zorundasınız, yetenek önemli değil. Şarkı söyleyipte filmde yer almamış az isim vardır :))

Uzak doğunun genelinde görüldüğü şekilde temiz ve düzgün bir imaja çok önem verilirdi ancak 2000 sonlarında pek çok skandal patladı, bir sürü isime yazık oldu.

Böyle işte, en kısa ve öz şekilde bu kadar toparlayabildim bana kalsa sabah kadar anlatırım :)



8- Sizce en güzel ve en kötü duygular hangileridir? Nedenlerini söylemeyi unutmayın!

bu değişir ya da çok uzun yazmak gerekir. Kime göre neye göre, duruma göre falan....

9- “Bu adam benim idolüm.” Dediğiniz biri var mı? Varsa kim? Yoksa olmak istediğiniz insanı bana siz anlatın.

Sakata Gintoki hahahah

şaka bir yana ama  yok, ne yazık ki hiç öyle biri olmadı. Beğendiğim, takdir ettiğim, saydığım pek çok kişi oldu ama idol olmaya uzaklar.

İdolüm olmaya en yakın karakter Gintoki gerçekten sanırım :))

10- Şuan neredesin, ne yapıyorsun ve bundan on yıl sonra nerede, ne yapacaksın? Bu hayattaki amacın ne abi? Ne için yaşıyorsun?

Şu anda bilgisayarın başında soruları yanıtlamaya çalışırken ve kendimle boğuşurken, bir yandan kahvemi içip diğer yandan müzik dinliyorum. Ne için yaşadığımı ya da amacımın olup olmadığını bilseydim hayatım çok kolay olurdu :)) plan ve programsızlık candır *_*

Böyle diyerek burada noktalayım. Eğer kendisi henüz almadıysa mimi LoverK'  ya paslıyorum.

4 yorum:

paul dedi ki...

Öncelikle "Vuhuuuuu nasıl da uzun olmuş öyle" diyorum ama ellerine sağlık, çok da güzel olmuş. Ki ben daha uzun olsa da okurdum, sıkıntı yoktu yani.
Kendim de çok kararsız bir insan olduğum için bir şey demiyorum ama zaten amaç bir sürü seçeneğin arasından kimi seçeceğinizi merak etmemdi :D
"Nietczhe ile ayağı kaymış" kısmında bayağı bir gülmüş olduğumu söylemeden geçemeyeceğim :D
En ilginci de kitap seçiminde klasik/realist takılsak da film/dizi konusunda bilim kurgu tercih ediyor olmamız. Böyle pek çok kişi var, nedenini merak etmiyor değilim.^^
Oradaki seçim sizin, aslında kaç madde olduğunu siz seçin anlamında idi. :D
Ülke olarak Çin'i seçmene ve kanto poptan bahsetmene gerçekten çok sevindim, çok da güzeldi. Ellerine sağlık diyorum tekrar.
Zaten merak ettiğim şey de bu... Evrensel ve objektif bir yargılama istemiyordum ki. Bana göre, ona göre, sana göre nasıl? Senin yaşadığın en iyisi ve en kötüsü nedir? Ben her insan için ayrı ayrı olarak, bunu bilmek istiyorum. ^^

Tawannanna dedi ki...

kararsızlık başa bela gerçekten, çok zor :)) kimse karasız olmasın. buna ek olarak insanın enlerinin olmaması herşeyi daha da zor yapıyor:)

nietzche buz dağının görünen kısmı, insan bir başladı mı bunun bağlantısı olanlara da kayıyor sonrası çukur işte:)

belirttiğin kitap/sinema&dizi ayrıntısı güzel ayrıntı aslında.
bilim kurgu/fantazi edebiyatı ile de aram iyi sayılır ama bu genel tercih konusu güzel ve ilgi çekici bir soru olarak göründü bana. Kafamda şöyle bir şey belirdi; realizmle başlıyoruz zaten belki belli bir zemin olmazsa sürreal ya da absürd ya da yeni yaklaşımları benimseyemeyiz. Bununla birlikte kitap tercihleri gerçekçi olsa da belki de ekranda belli geçeklikleri zemin/mekan kırılmasına uğramış şekilde izlemek - burada kabaca bilim kurguya geçiş- bazı kavramların farkına varmamızı daha kolaylaştırdığı için tercih ediliyordur. Nasıl anlatayım mesela SW da ki (gerçi bu da bilim kurgu mu değil mi tartışılır)ırk/gezegensel zenginlik aslında bize çekici geliyordur fakat normal hayatta etrafımızda çeşit çeşit insan vardır da algılamıyoruzdur, orada farkına varmak kolay geliyordur. Ya da ne bileyim bsg deki o belirsizlik ve kapana kısılmışlık duygusu uzayda tanımlanınca bizde farkındalık yaratıyordur oysaki gerçek hayattada aynı durumda olduğumuzu gerçekçi bir şekilde izlemek istemiyoruzdur gibi. ya da ütopya/distopya konuları kafada bazı zilleri çaldırıyordur ekranda izleyince. kafamdakini aktarabildim mi bilmiyorum ama bu sadece ufak bir yorum işte.

evrensellikten ziyade sanırım denge olayına takılı kalmıştım ben orada. bireysele indirgemedim bir an,indirgesem de duruma bağlardım muhtemelen (ara sıra bende zincirler uzuyor *_*)

Esas senin eline sağlık bu keyifli mim için. Ben boğuştum falan dedim ama esasında gayet eğlendim :))

küçük feylesof dedi ki...

Ancak gelebildiiim, özür dilerim. Muazzam bir mim olmuş ellerinde... :")

Tawannanna dedi ki...

:) teşekkür ederim, mimin kendi güzel . pasladığın için teşekkürler.

herkesin yorum ve cevaplarını okumak çok keyifliydi*_*

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...