27 Şubat 2017 Pazartesi

GOGOL- MÜFETTİŞ (Kitap) - 2017 Klasik Kitap Okuma Maratonu (1)




"Belediye Başkanı: Ve siz sayın Hakim, siz de mahkemenize bir çekidüzen verseniz iyi olur. Davacıların beklediği salonda, mübaşirlerinizin kaz yetiştirdiklerini biliyor muydunuz? Kaz yavruları ortalıkta dolaşıp yerleri pisletiyorlar ve insanlar kaz pisliklerinin arasından geçmeye çalışıyorlar. Yani, tabii ki kümes hayvancılığı itibarlı bir iş, buna karşı değilim; ama mahkeme de yeri değil ki canım."



Gogol, tam adıyla Nikolai Vasilyeviç Gogol,  benim Rus Edebiyatı içerisinde en sevdiğim yazarlardan bir tanesi. Gerek üslubu, gerek hicivciliği, gerek derinliği gerekse yarattığı sahneler bakımından severim kendisini. Bir süre önce  elimdeki tüm Gogol eserlerini tekrar gözden geçirme hevesine kapılmış ve başarıyla bitirmeme az kalmıştı. En sona Gogol' ün oyunu olan Müfettiş' i bırakmıştım. 2017 Klasik Kitap Okuma Maratonu listesine de bu nedenle dahil ettim.



Gogol' ün Rus Edebiyatı içindeki önemi büyük.  Dili kullanımı ile birlikte naturalizmin örneğini teşkil etmesi, çoğu zaman sıradan hatta silik sayılabilecek karakterleri eserlerinin merkezi yapması, gerçeğin içindeki çarpıklığı ortaya koyması ve öykücülüğüyle dönemini ve sonrasını hayliyle etkilemiş.  Çok klişedir ancak kendisi için "Hepimiz Gogol' ün Palto'sundan çıktık" diye bir söz vardır. Çoğu kişi bu sözün Dostoyevski' ye ait olduğunu söylerken, bir kısım sözün Gorki' ye ait olduğunu iddia eder. Başka bir kısım ise başka yazarlara atfeder. Kimin söylediğinden ziyade ortaya konan ifadenin ağırlığı çok daha önemli bence. Çünkü Gogol,  gerçekten çeşitli açılardan kendisinden sonra gelen yazarları etkilemiş, önlerini açmış. Kendisi ise Puşkin' den ilham almış ve O'nu bir akıl hocası olarak görmüş. Sağolsun  Puşkin Gogol' ü biraz itekleyerek (olumlu anlamda) O' nun önemli eserler vermesine ön ayak olmuş.


Müfettiş, Gogol' ün ilk kez 1836' da yayınlanan bir oyunu. İlk kez üniversite yıllarında kütüphaneden alarak okumuş ve hayli eğlenmiştim. Daha sonra kütüphanemde bulunması için aldığım basım Şule Yayınlarının  2011 baskısı.  Oyun yaklaşık 150 sayfa ancak oldukça akıcı olduğu için insan bir oturuşta okuyabilir.



Dönemin Rusya'sında, merkeze yakın bir taşra ilçesinde belediye başkanı, çeşitli haber kaynaklarından hükümetin ilçeye gizlice bir müfettiş göndereceğini ve habersiz denetleme yapacağını öğrenir. Bunun üzerine  ilçenin önde gelenlerini, hakim, doktor, düşkünleri koruma derneği başkanı, eğitim müdürü gibi, durumu haber vermek için çağırır. Ne yapmaları gerektiği konusunda görüşürler. Bu esnada sıradan bir devlet memuru  olan Khlestakov,  uşağı ile birlikte şehirden babasının köyüne doğru aylak bir yolculuğa çıkmışken, bu kasabaya uğrar. Bir yüzbaşıya tüm parasını kaptırmış, kaldığı hanın parasını ödeyememektedir. Başkan ve etrafındakiler Khlestakov' un, bu beklenen müfettiş olduğunu düşünürler ve olaylar gelişir.



Tahmin edileceği üzere oyun sistem içindeki "yozlamışlığı" komik bir şekilde ortaya seriyor. Yine de komedi olması demek, Gogol' ün tarzına bağlı olarak aşırı gülünçlüklere yer veren, sadece güldürmek için yazılmış bir oyun olması demek anlamına gelmiyor,  (Gogol ilk başlarda sırf güldürmek için yazmaya başladığını söylese de, oyun üzerinde 8 yıl kafa patlatmış olması çıkış noktasından daha farklı limanlara vardığının göstergelerinden bir tanesi zannımca) oyunun güldürüsü gerçekliğin içindeki gülünç öğelerden kaynaklanıyor.




Bunun yanında her ne kadar oyun evrensel bir konu olan yozlaşmışlık üzerine olsa da aslında bir sistem eleştirisi sayılmaz. Gogol' ün sisteme bakışı ayrı bir konu ve biraz daha farklı. Daha çok sistemin sonuçlarına ve içindeki zincirlere odaklı yani insan doğasına. Oyundaki karakterler, birbirlerinin yüzüne güler ancak arkadan konuşmaktan çekinge görmezler. Khlestakov' a ayrı ayrı hürmetlerini sunarken birbirlerini arkadan arkaya satıverirler. Gerçek hayattaki yerlerinden ve durumlarından farklı olarak, kendilerini hayallerinde farklı makamlarda, farklı şekillerde görürler ve fırsatını buldukları anda bunun satışından geri kalmazlar...



Oyunla ilgili bir not daha var ki  beni her zaman eğlendirmiştir. Oyunun  yazıldığı dönem Çarlık Rusya zamanı. Çar I. Nikola' nın baskıcı tutumu ve sansürleri nedeniyle böyle bir oyunu sahnelemek kolay iş değil. Yine Puşkin yardımcı oluyor, birileri daha el atıyor ve oyun belli bazı sansürlemelerden sonra sahneye konuluyor. Söylenir ki oyunun galasına Çar I. Nikola  da geliyor. Oyun esnasında gülüyor ve diyor ki - yaklaşık olarak -"Oyun pek çok konudan bahsediyordu, en çokta benden". Çar bu şekilde oyun ile defteri kapatıyor kapatmasına ama esas şiddetli tepki oyunu izleyen memur ve devlet görevlilerinden geliyor. Gelmek ne kelime yağıyor... (İlginçtir ki oyunun biletleri yine bu sınıf tarafından kapışılıyor) Tüm bu tepkiler, kopan gümbürtü zaten biraz alıngan ve hassas olan Gogol' ü yıpratıyor. Rusya' dan ayrılarak Avrupa' ya gidiyor. Hatta Gogol' ün bu durumu betimlediği, okuması eğlenceli aynı zamanda üzücü bir yazısı vardı, oyunculardan birine yazdığı mektupta mıydı, hatırlayamıyorum. Zamanında okumuştum ancak kaynağı hatırlayamadığım için yazamayacağım ancak  oyuncu arkadaşına "oyunla ilgili naparsanız yapın, ben tepkilerden sıkıldım "diyordu. Memur ve devlet görevlisi takımından gelen bu tepki sizce de ironik değil mi?



Avrupa' da geçen yıllar ve Puşkin' in itelemeleri de Ölü Canlar' ı doğuruyor. Zaman geçiyor, devirler değişiyor. Yazar ölüyor, adı kalıyor. Zamanın insanları ölüyor ama oyun kalıyor ve hala herkese hitap etme gücünü elinde tutuyor...


Kolay okunabilecek, okuyanın sıkılmayacağı, kendinden bulacakları olan, evrensel temaları olan  eğlenceli bir oyun Müfettiş.


Okumak ile birlikte eğer bulunduğunuz yerlerde  eğer fırsat ve imkanınız olursa mutlaka sahnede izleyin derim. Ne yazık ki benim Müfettiş' i sahnede izleme fırsatım şu ana kadar olmadı. Ancak iyi analiz edilmiş, dramaturjisi sağlam, rejide bayağılıktan kaçınılmış ve başarılı oyunculuk performansları olan bir yorumun tadından yenmeyeceği kanaatindeyim.



"Belediye Başkanı: Peki sizi bu kadar mutlu eden ne? Ben istesem daha büyük rüşvetler alabilirim; ama en azından dinin kurallarını uygulayan bir hristiyanım. Hiçbir pazar kiliseye gitmemezlik etmem. Ama siz... Yaratılış hakkındaki tuhaf düşüncelerinizi ortaya attığınızda insanın tüyleri diken diken oluyor.

Hakim: En azından böyle şeyleri düşünmek için yeterli zekaya sahibim.

Belediye Başkanı: Evet, bazen çok zeki olmak, hiç zeki olmamaktan daha kötüdür..."



23 Şubat 2017 Perşembe

MİM - AKLIMDA DELİ SORULAR





Saliha beni mimlemiş. Teşekkür ediyorum :))

Mimi başlatan ise Bir Küçük Elif Meselesi bloğunun sahibi Elif' miş. Onun da ellerine sağlık. ^^

Öyleyse hemen başlıyorum.


1- Almaktan asla vazgeçemeyeceğin bir şey var mı?

Normalde alış veriş yapmaya üşenen biriyim, mümkün olduğu kadar uzak duruyorum ancak zaman zaman bana bir tüketim çılgınlığı geldiği doğrudur. Bunun dışında almaktan en büyük keyif aldığım ve vazgeçemeyeceğim şey kitaplardır sanırım. Severim kitapları, satın alması da zevkli, okuması da zevkli.


 2- Büyük kocaman bir acı hissettiniz mi ?

Evet, bu soruyu sadece evet diyerek geçeceğim. Umarım bir benzerini daha uzun süre tekrar yaşamam, kimse yaşamaz.


3- Altın günlerine dair korkunç bir anın var mı ?

Altın günlerine çok maruz kalmadım ama kaldığım tek bir seferi  bile travma yaşamama yetti. Yemekler, çeşitler güzel ancak kadınların birden müzikle dansa geçme kısmını, müzik eşliğinde kendilerinden geçmesini bir kenarda nasıl hayretle izlediğimi hatırlıyorum. Yani içlerinden  hört diye başka bir karakter çıkmıştı. Aniden gelen bu değişim, çorapların, kolların sıvanması, kaşıkların şıklatılmaya çalışılması, insanlara birden gelen gayret ve enerji önce beni çok şaşırtmış sonrasında kahkahalara boğmuştu. (Yani teyzeciğin bir tanesi on dakika önce tansiyon, yorgunluk, bel ağrısı anlatıp öleceğini iddia ediyordu ancak kendisi bir anda bir ergene dönüşüverdi) . Benim (küçüğüm o zamanlar daha) kahkahalarımdan motivasyon bulup danslarına daha da asılmaları beni daha da fazla güldürmüştü. Anladım ki saklı kalmış çok cevher var ^^


  4- Özel bir yeteneğin olsa ne olmasını isterdin ?

Ay bu konuda çok kararsızım. Çok sinirli ve yoğun olduğum günlerde ellerimden ya da gözlerimden bir miktar alev ya da elektrik fırlatmak istiyorum ki karşımdaki kendime gelsin. Bunun üst versiyonu  bunu telefondan da yapabilmek.


Zaman zaman kendimi klonlayabilmek istiyorum. Şimdi bir klon kitap okuyacak, bir klon günlük işleri halledecek, bir klon alış veriş yapacak falan... Böylece süper bir iş bölümü ile her şey halledilecek.


 Hem çalışıp hem tez yazdığım dönemde bankaim olsun istiyordum. Uykusuzluk yormuştu, gün içinde fazla konuşanları bankai açarak korkutma  hayalleriyle yaşıyordum. (Uykunuzu iyi alın)

Uçabilmek de fena olmazdı hani ama önce yükseklik korkusunu halletmem gerekiyor.


5- '' Etraf ne der '' diye düşünmeden hareket edebilir misin ?

Eğer konu baskıcı kısıt koyma ise evet. Eskiden bu kadar net söyleyemezdim bunu ama yıllar ilerledikçe bu konuda daha rahatım. Kimseye yaranamıyorsunuz zaten o yüzden artık iyice çokta tınnnnn modundayım.


Eğer ne derler diye taksaydım, zamanında her şeyden bunaldığımda sırt çantamı kapıp, tek başına dünyanın bir ucuna gidip orada yaşayamazdım ya da bir anda işte  U dönüşü falan olmazdı ^^


  6- Hangi mevsimi seversin ?


Öncelikle sıcak ve güneşten pek haz etmem. İlkbahar fena değil ama ardı kış. O yüzden hoşlanmıyorum.

Sonbahar iyidir, en çok onu seviyorum. Ardından da kış geliyor, oh mis!!

Bir de benim için yıl hala eylülde başlıyor. Hep o ilkokuldaki mevsim tablosu yüzünden. Hep sonbahar en baştaydı. O yüzden ocak ile birlikte yıl değişince falan hala bozuluyorum.


  7- Blog yazmak sana ne kattı ?

Kendime ayrıca eğlenebileceğim bir alan kattı. Normal hayatta pek fazla anime, kitap ya da diziler üzerine konuşmam. Burada içimi döküyorum, saçmalıyorum, cıvıyorum, rahatlıyorum. Beğendiklerimi paylaşıyorum...


Blog yazmak sayesinde başka bloglarla tanıştım (blog okumayı seviyorum ben), gerçek hayatta  tanımasam bile seviyorum onları. Böyle yorumlar, fikirler, yazılar okumak bana keyif veriyor, öğreniyorum.

Böyle farklı bir pencere açtı bana. Ayrıca, biraz daha kısa cümleler kurmayı ve sabırla bir yazıyı bitirme disiplinini edindim.

Kısaca mutluluk kattı ^^


  8- En sevdiğin dizi , film , animasyon ve kitap hangileri ?


Hmmm dizi işi zor. Şu aralar Lucifer' den çok keyif alıyorum. Bunun dışında Battlestar Galactica' ya bayılırım.



Kore civarında son zamanlarda gözüme çarpan ve sevdiğim Missing Noir M var ancak Bad Guys' ın ikinci sezonunu da sabırsızlıkla bekliyorum. Japon dünyasından yine son zamanlar içinde sayılabilecek Nobunaga Concerto var.

Film; Star Wars hahahahahahaha. Son üçlemeyi dışarıda tutacağım ileride sanırım ancak şimdilik sesimi çıkarmıyorum.

(Hiçbir konuda "en" lerini belirleyemeyen, bu konuda zorlanan ben film konusunda çok rahatım ^^)

Güç sizinle olsun....




Animasyon dersek Ejderhanı Nasıl Eğitirsin derim sanırım.

Anime dersek, bu daha zor. Çok var ama Gintama biraz daha ön planda. One Piece' i de çok seviyorum ama. Ghibli'lerin yeri ayrı mesela... (Buradan ayrılıyoruz yoksa çoook uzun liste gelecek)



Kitap, bu cidden çok ama çok zor.  İlk aklıma gelenler; (böyle bir yol buldum)

Fiyasko- Stanislaw Lem

Ben, Robot - I. Asimov

Ecinniler - Dostoyevski

Gediksavaşları Efsanesi -  Raymond E. Feist (Bu alandan son zamanda sardığım bir seriyi seçtim yoksa seçenek o kadar bol ki düşün düşün işin içinden çıkamayacaktım.)


  9- Düşlediğin hayatı yaşayabildin mi ?

Bu sorunun cevabı nereden baktığıma göre değişir. Mesela, şu anda uzun yıllardır hayalini kurduğum kitaplı, animeli, kendime ayırabildiğim zaman olan, rahat bir hayat yaşıyorum ama fazla boşluk beni sıkmaya başladı. Daha fazla aksiyon istiyorum. Fazla aksiyona girince de neden diye sorgulamaya başlayacağım. (Yaşandı!) Seyahatlere bayılıyorum, böyle bir hayata başlayınca sonra yoruluyorum.
Mesela şimdi keşke sporcu ya da bilim insanı olsaydım diye hayıflanıyorum.... gibi. Uzay yolculuğuna asla çıkamayacağımı bilmek kalbimi kırıyor mesela.  Sonuçta sıradan bir insan oğluyum işte, istekler düşler bitmez...

Sanırım her şey olayım derken hiçbir şey olamadım. (Cyrano de Bergerac a selam olsun... )


 10- Gece yarısı uyanıp sevdiğiniz birinin nefesini dinlediniz mi ?


Normalde zaten genellikle geç yatıyorum. "Bu saatte yatmışsın, uyanma felsefeme" göre tekrar uyanmak ters düşüyor. Ne yazık ki uykum çok hafif. Evde dolaşan birine, yukarıdakinin terliklerine, rüzgarın, yağmurun sesine, dışarıdaki köpeklerin havlamalarına, evde yalnızsam sessizliğin sesine  falan uyanıyorsam onları dinliyorum. Böyle hoş bir şey dinlemek için uyanmadım.  Seslere takılmadan atlatıp uykuya dönersem ses yok. Dönemezsem ve ertesi sabah erken kalkmam gerekiyorsa sabahın ilk saatleri iğrenç bir insan oluyorum zaten.





Mimlenmeyen kalmadı sanırım, o yüzden tekrar isim yazmadım. Olur da yolu buraya düşen ve bu mimi gören olursa, mim sizindir. (Bana da haber verin ama ^^)

19 Şubat 2017 Pazar

KRALLARIN MERHAMETİ (Ken Liu) : KİTAP




"...Fakat iktidarın, bir insanın dostlarını nasıl gördüğüne göre değiştiğini iyi biliyorum"



Kralların Merhameti, Çin doğumlu Amerikalı yazar Ken Liu' nun  Karahindiba Hanedanlığı serisinin birinci kitabı. İthaki' den çıkan kitap  600 sayfa.


Kitabı gördüğümde gözlerim parlamıştı, bu kadar çabuk yayınlanacağını ummuyordum açıkçası. Uygun bir fiyatla da alınca sarılasım gelmişti kitaba ve büyük bir beklentiyle başladım okumaya.



Kralların Merhameti' nin konusuna girmeyeceğim ancak bu kitapta yazar  Çin mitolojisi ve tarihinden esinlenerek, belli bir tarih çizelgesi üzerinde zaman ve mekan kırılması yaratarak konuyu ele almış. Yarattığı Adalar Devleti üzerinden, Savaşan Devletler dönemi, Qin Hanedanlığının düşüşü ve Han Hanedanlığının doğuşunu farklı bir mekan ve zaman üzerinde kurgulamış. Doğal olarak karakterlerin çoğu gerçek tarihi karakterlerden kurgulanmış Örneğin kitapta yer alan İmparator Mapidere, zamanında birbiriyle savaşan diğer altı krallığı kendi bayrağı altında birleştiren, bunu yaparken nice acılara sebep olan, tarihte bilinen ilk toplu kitap yakma eylemine imza atan, büyük bir hayali olan Qin Shi Huang' ın bir iz düşümü. Benzer şekilde Kuni  Garu   Liu Bang' ın  ve Mata' da Xiang Yu' nun yansımaları. Bu üçü kitapta yer alan ve tarihi kişilere  dayanan pek çok karakterden sadece üç tanesi.


Dediğim gibi, tarihi bir çizelgede mekan ve zamanı kırmış. Üzerine bir de soslar eklemiş. Aynı zamanda  tanrıları işin içine sokmuş. Tanrılar, kendi aralarındaki anlaşmaya bağlı olarak her ne kadar insanların işine direkt müdahalede bulunmasalar da onların gözlemciliği ve yorumları olaya farklı bir açı kazandırmış. Ayrıca Tanrı bunlar, ne yapacakları, ne tür oyunlar oynayacakları belli mi olur?



Kitabı  akıcı bulduğumu söylemeliyim. Olaylar hızlı gelişiyor ancak anlaşılır şekilde ele alınıyor. Bilemiyorum belki de bu tarihe ve olaylara aşina olduğum için  bana öyle gelmiştir, diğer okuyucular nasıl hisseder bilemiyorum. Hikaye ilerledikçe pek çok karakter işin içine giriyor, olaylara dahil oluyor. Çoğunun kendi bakış açısı, algısı ve durumlara getirdiği yorumları var. Farklı bakış açılarının harmonisi bazen karşıtlığı hatta fazlalığı  bence keyif verici. Buna ek olarak diyebilirim ki  kitapta komutan rütbesiyle boy gösteren ya da  kendisine bu ünvanın verildiği karakterlerin savaş taktikleri, savaş hakkındaki yorumları oldukça haz vermek ile birlikte uzak doğu savaş stratejilerinin de bir nevi özetini önünüze seriveriyor.


"Ömrünü fetihlerle geçiren bütün erkekler gibi o da, düşüncelerini kaçınılmaz düşmana yoğunlaştırmıştı. Pan, yıllar boyunca ölümsüzlük ve gençlik iksiri üzerine çalışan simyacılarla dolup taşmıştı. Dolandırıcılar ve sahtekarlar olarak yeni başkente akın etmişler ve yararlı bir sonuç vermeyen gelişmiş araştırma laboratuvarları ve araştırma teklifleriyle hazineyi boşaltmışlardı...."



Kitabın güzel noktalarından diğer bir tanesi ise, benim için, Mapidere' in yaptıklarının hem tanrılar hem de karakterler tarafından sorgulanması idi. Daha önce de söylemişimdir, bu eleman iki yüzlü bir madalyon. Ne taraftan baktığınıza bağlı. Burada da O'nun zalim yönetimine son vermeye karar veren - bazı - karakterler kendilerini bir iktidar zaferi ve güç yoğunluğu içinde bulunca, "ne için başlamıştık, nereye vardık" sorgulamalarına girip bazı sonuçlara ulaşıyorlar. Hep merak ederdim bu adam ölümsüzlük iksiri arayışına kapılmasa, aslında önemli olan ancak daha sonraya bırakılabilecek mühendislik projelerine girişmese ve belki de en önemlisi gücün avucuna oturmasa tarihte farklı şekilde anılabilir miydi diye? (Veya böyle bir süreğenlik aslında mümkün mü?) Burada da karakterler tam da  bu soruları soruyorlar. Ben keyif aldım şahsen.




" Feüji' nin, içinde bulundukları şartları çok çalışıp kendi inisiyatifleriyle iyileştirecek olan halkın yolunu tıkamadan, ülkeyi nazikçe idare edecek bir yöneticiye olan inancı, Crupa' ya iflah olmaz derecede safça görünüyordu. Savaşlarla yıpranmış Tiro devletlerinde yaşamanın insanlara öğrettiği bir şey varsa, o da, sıradan insanların, vizyon sahibi adamların yol gösterdiği güçlü yöneticiler tarafından güdülmesi ve ahıra konulması gereken hayvanlardan biraz daha iyi olduklarıydı. Güçlü devletlerin ihtiyacı olan şey, merhamet göstermeden etkili bir şekilde uygulanan katı kanunlardı."




Hikaye ya da süreç mi demeliyim bilemiyorum aslında hayat ile ilgili pek çok konuyu ele alıyor ve bunlar üzerindeki zaman zaman farklı yorumları ortaya seriyor. Kader, aşk, savaş, kadının yeri gibi. Tüm bunların ötesinde ise insan doğası ve iktidar isteği yer alıyor. Bu iktidar mücadelesinde aslında herkesin yalnız olabileceği, kardeşliklerin çıkar uğruna bozulabileceği, gücün bir insanı çok çabuk yutabileceği gibi mevzular kitap içinde derinden derinden, inceden inceden işleniyor.



Krallar' ın Merhameti' ni beğendim ben. Okurken büyük keyif aldım. Belki içindeki hikayeye olan aşinalığımın da etkisi olabilir ancak farklı bakış açılarının tatlı bir şekilde kitapta dile getirilmesi, kitabın akıcılığı, çok fazla konunun sade bir şekilde inceden inceye işlenmesi ve içerisinde kullanılan ve anlatımı zenginleştiren öğeler bana haz verdi. Film haklarının satın alındığı söyleniyor, bakalım neler olur ileride.



Serinin ikinci kitabı "The Wall of Storms"' un da Türkçeye çevrilmesini dört gözle bekleyenlerdenim ben.  Ayrıca, ileride düşüncelerim değişir mi bilemem ancak bu Silkpunk olayını tuttuğumu da söylemeliyim.



Ken Liu aynı zamanda benim henüz okuyamadığım Cixin Liu' nun Üç Cisim Problemi adlı kitabının da çevirmeni. Bu kitabı da bir an önce elime geçirmek için çaba sarf ediyorum. Beni heyecanlandıran kitaplardan bir tanesi ne zamandır.



Tekrar Krallar' ın Merhameti' ne dönecek olursak ( bırakamıyorum farkındaysanız ^^) ben şiddetle  öneririm ancak getirilerinden sorumlu olmak istemem (yani kişiden kişiye değişebilir). Okuyan ya da okumayı düşünen varsa yorumları ve düşünceleri  beklerim...




16 Şubat 2017 Perşembe

GATE - Jieitai Kanochi nite, Kaku Tatakaeri: Anime





BİRİNCİ SEZON:


2015 animelerinden Gate' in ilk sezonu 12 bölüm. Animenin aslı Takumi Yanai' nin "light novel" serisine dayanıyor. Bir manga adaptasyonu da var.


Gate, modern dünya ile fantazi dünyasını buluşturan bir seri. Günün birinde Japonya' ya bir kapı açılıyor ve bu kapının içinden atlı süvariler, fantazi dünyasına ait canlılar ve ejderhalar çıkıyor. Kendileri de vardıkları bu dünyayı şaşkınlıkla karşılamakla birlikte önlerine çıkan herkese ve her şeye saldırıyor, pek çok sivilin ölümüne neden oluyorlar. İlk şaşkınlık atlatılırken, Müdafaa Kuvvetleri olaya müdahale ederek daha fazla kayıp olmadan olayın önüne geçiyor.


Serinin ana kahramanı Youji Itami  de ( Junichi Suwabe ) bu saldırıya yakalanıyor.  İlk bölümde Itami, boş gezenin boş kalfası bir otaku olarak tasvir ediliyor  ve düzenlenen bir etkinliğe heyecanla varmaya çalışırken görülüyor.


Bu saldırıyı anladığında pek çok sivilin kurtulmasını sağlayacak hamleler yapılıyor ve anlaşılıyor ki kendisi otaku kıvamını koruyan bir müdafa  kuvvetleri çalışanı yani asker. Ginza saldırısındaki başarısı nedeniyle terfi ettiriliyor ancak ilgi çekmeyi ya da üzerine fazla sorumluluk getirecek işlerden kaçan bir karakter yapısına sahip bir insan olarak bu terfiden pek memnun olmuyor. Bu ilk sezonun  en güzel yanlarından bir tanesi Itami' nin kimliğinin yavaş  yavaş ortaya çıkması.



Bu saldırıdan sonra Japonya durur mu? Hemen karar alınıyor;  "kapının ötesini keşfetmeliyiz! Bakalım neler var?" olayına girerek kapıdan tersine yönde birlik yollamaya başlıyorlar. İlk aylar kayıplarla geçiyor. Itami' nin birliği de ilerleyen aylarda kapıdan giriyor.



Kapının ötesi, evet bir fantazi dünyası. Çoğunluğu insan olmakla birlikte, bir imparatorluk altında birleştirilmeye çalışılmış köy ve kasabalardan oluşuyor. İnsanı var, elfi var, muhtemelen cücesi var, ejderhası var. Var da var...






Böylece iki dünya karşı karşıya gelmiş oluyor. Itami her ne kadar bir asker ve daha önemlisi bir otaku olarak tanımlanmış olursa olsun, iletişim ve uzlaşmadan yana bir insan olarak bu dünyadaki insanların bir kaçının güvenini kazanmayı başarıyor ki bunlar daha sonra Itami' nin çevresinden ayrılmayacak.


İlk dostları bir adet elf, bir adet büyücü ve bir adet yarı-tanrı. Üçünün de Itami' ye bir şekilde bağlılığı oluşuyor.


Serinin sıkıntılı olduğu bazı noktalar var ancak olumlu yanları daha fazla. Bunlardan bir tanesi yan karakterler sayılabilir. Öyle çok derinlikli falan olmasalar  da renkli ve eğlenceli sayılabilecek karakterler.


12 bölüm iki dünya arasındaki etkileşimlerle bu şekilde devam ediyor. Bu etkileşimlerden bir tanesi ise prenses ve ekibinin BL manga kavramı ile tanışması. Tabii ki bunu sanat olarak adlandırıp gönlümüzde taht kuruyorlar.

İnsanın sıkmayan, eğlenceli bir anime.





İKİNCİ SEZON:


İlk sezonu  eğlenceli ve keyifli bulmuş olsam da ikinci sezonu zorla izledim. Bitirmek için müthiş azim ve irademi kullandım. Bu sezon bana çok gereksiz ve zorlama geldi. Olmasaymış da olurmuş.

12 Şubat 2017 Pazar

TASK FORCE 38 (SQUAD 38) : KORE DİZİSİ





 2016 dizilerinden 16 bölümlük Task Force 38 (Squad 38),  son zamanlar içinde izlediğim en iyi Kore dizilerinden bir tanesi. Gerçi benim adıma çeşitli nedenlerden dolayı uzun bir süreye yayıldı ve bu nedenle diziyi bitirmem zaman aldı.


Kore dizilerini takip edenler izlemiştir zaten ancak henüz izlememiş olanlar için yazının henüz daha başında izleyin diyerek  gönül rahatlığıyla tavsiyede bulunabilirim.


Dizide Ma Don Seok, Seo In-Guk, Song Ok-Suk , Ahn Nae Sang, Oh Man Seok  ve nicesi yer alıyor.



Task Force 38 iyi kurgusu, akıcılığı, başarılı oyunculuk performansları ve karakterizasyonunun yanında aslında hoş ve seyirlik bir sistem eleştirisini arka plana yerleştirmiş olmasından dolayı da keyifli bir dizi bana kalırsa.






Olaylar  belediyede yer alan bir vergi dairesinde ( sistem bizden biraz daha farklı tabii) başlıyor. Diziyi izleyenler fark etmiştir, ofiste şöyle bir tabela asılı - tam hatırlamıyorum ancak yaklaşık - "Sonuna kadar kovalayın ve parayı tahsil edin ". Burada kovalayacak olanlar bu dairede çalışan vergi memurları, parayı  da vergi mükelleflerinden toplayacaklar.



Her ülkede (tamam hepsi değil ama dünyadaki çoğu ülkede) vergi sistemi önemli bir kaynak. Yönetim tarzı ne olursa olsun  toplanan vergiler idareciler için önemli bir gelir. Neden? Çünkü bunları geri dönüştürerek, bu vergiyi ödeyen topluma hizmet sunmalılar. (Normalde)



Çok eskiden, bilmiyorum hatırlayan var mıdır, şimdiki kamu spotları gibi çeşitli reklamlar olurdu; "Her alışveriş, bir fiş" ya da "Vergi size yol, su, hizmet olarak geri döner" diye. Gerçekten de ideal sistemlerde toplanan vergilerin birilerinin ceplerine gitmemesi aksine eğitim, sağlık, ulaşım ve güvenlik şeklinde geri dönmesi lazım. Ve en önemlisi, verginin istisnasız herkesten, zengin ve fakir demeden, alınması lazım. ( İdeal sistemde hahahaha )



Her neyse, işte bu ofiste çalışan kamu görevlileri de canla başla vergi borcu olanlardan borçlarını toplamaya çalışmaktalar. Her ofiste yaşanan klasikleri burada da görüyoruz, bu da insanın diziye daha bir kanının kaynamasını sağlıyor. Mesela çok yoğun gözüküp aslında bilgisayarda solitaire oynuyor olmak, sorun çıktığında ortadan kaybolmak gibi...  En önemli klasik,  müdürlerin " Bu ay az toplamışsınız, daha fazlasını getirin" diyerek çalışanların tepesine binmesi. Onları fakir ve zor durumdakilerin üzerine salarken, imtiyazlılar listesine dokunulmamasını sağlamaları.



Dizi, ağırlıkla bu ofisteki bir ekibe odaklanıyor. Onlar da diğer ekipler gibi zaman zaman sahaya çıkıyorlar (bizdeki hacizcilere benzer şekilde), mallara el koymak için gittiklerinde dayak yiyorlar, hakaret dinliyorlar, delicesine bir mücadele verirken aynı zamanda vicdan azabı da çekiyorlar ve sistemi içten içe sorguluyorlar.






Dizide işler  bu ekibin en büyük vergi borçlularından biri olan Ma Jin Suk' un kuyruğuna basmasıyla kopuyor. Fakirlerden, dayısı amcası olmayanlardan dayak yiyerek olsa da  para toplamak yani vergi tahsil etmek  kolay ancak azizim zengin adamlara yaklaşmak öyle kolay değil! Başlarına gelmeyen kalmıyor ve aslında sistem içindeki adaletsizlik biraz daha  gözler önüne serilirken izleyen ile birlikte kayışı koparan ekibin şefi Baek Sung II, hafiften "dark side" a geçmeyi göze alarak, yakın zamanlarda çeşitli olaylar sonucu tanıştığı, usta bir dolandırıcı olan Yang Jung-Do ile, bu adamın parasını alıp vergisini ödemek için bir anlaşma yapıyor. Amaçları Jung-Do' nun kurduğu profesyonel dolandırıcılardan oluşan bir ekip ile bu zengin adamın parasını cukkalayıp, cukkalanan bu paranın  vergi dairesine gitmesini - bu şekilde vergi borcunu ödemesini - sağlamak ve hem adama bir ders vermek hem de biraz da olsa adalet sağlamak.






Olaylar adım adım devam ederken aslında  dizi ilerlerken ve kurgu akarken bir merdivenin basamakları çıkılıyormuş gibi hissediyor insan. Yani şehrin tek zengin adamı Ma Jin Suk değil sonuçta. Kazdıkça gerisi, daha büyük balıklar, daha önemli isimler  geliyor ister istemez diyerek burada sonlandırayım.



Dizinin üzerine yoğunlaştığı kavramlardan bir tanesi "yozlaşmışlık". Belki, kamuda yozlaşmışlık diyerek biraz daha daraltabiliriz bunu. Polis rüşvet alıyor, savcı rüşvet alıyor, şehir idarecileri rüşvet alıyor, iş adamları rüşvet alıyor... Bu o kadar rayına oturmuş ve içselleştirilmiş ki almayanı dışlıyorlar :) Şakası bir yana herkesin "Bu işler böyle döner" tavrı rahatça hissediliyor. Buradaki rüşvet sadece para bazlı değil. Aslında daha çok güçten yana olmak. Sen güçlü olanın pis işlerini yapacaksın ki,  o da seni ileride görecek konusu. Kısacası çoğu kamu görevlisi  halk için değil, kendisi ve güç için çalışıyor. Bunu değiştirmek isteyenler, kamuda çalışıp bu düzene bulaşmak istemeyenler ayrıca buna başkaldırmak isteyenler   kendilerince çabalıyor ancak bunu başaramıyor zira her şey oturmuş. Ağ çok kuvvetli.


Sonra noluyor, dolandırıcılar bir nevi modern Robin Hood oluveriyorlar.


"Bizler, elimizi   kirletmeden suç işleriz. Fakirler bizim için savaşıp birbirlerini öldürecekler."


Dizideki zengin amcaların mottosu bu. Amcalardan biri bunu açıkça dile getiriyor zaten. "Adalet fakirler için yaratılmış bir yanılsamadır ve bırakalım bu fakirler bunu sağlamaya çalışırken birbirlerini öldürsünler. Bizler temiziz". İşte görüldüğü gibi, insan eliyle yaratılan tüm sistemlerin açıkları var ve bu açıktan içeri sızan virüsler hiç de alçak gönüllü değil. Adalet bir yanılsama  olarak kaldığı sürece ve herkese adalet sağlanmadığı sürece virüsler her zaman var olup yayılacak ve güçlenecekler.



Bu zengin takımının en sinir bozucu yanı taşıdıkları;  "Biz bu şehir için neler yaptık! Vergi borcumuzdan daha fazlasını sağladık. Öyleyse neden vergi verelim ki?" mantığı. Dizi içindeki vergi ve yozlaşmışlık konularında olduğu gibi bu kendini haklı görüş de  evrensel.


"Ne yaptınız?" diye soruyorum. Yani kara para aklamak için paravan şirketler kurmak bir yandan da şehir içindeki tefecilik ağını yönetmek, kurulan şirketlerde sigortasız eleman çalıştırmak, vergi kaçırmak, düzgün istihdam sağlamak yerine kukla şirketler ya da sahtekar şirketler açıp sonrada sorumluluğu haberi olmayan çalışana sallamak, değerli arazileri ucuza kapatmak ve rantçılık  ise konu, evet dizideki amcalar çok şey yapmışlar. Diziden bahsediyorum ha, yanlış anlaşılma olmasın.


Neyse, işte bu evrensel konuların dışında dizideki karakterler ve performanslar da iyi. Seo In Guk, Jung Do olarak çok doğal. Yeterince övgü almış zaten ancak bir o kadar övgüyü de Ma Dong Seok  hak ediyor kanımca. Çünkü Baek Sung II, izleyene çok yakın gelecek şekilde  dürüst, kendini sorgulayan, çabalayan, kimseyi kırmak istemeyen, alttan alan, ekibine düzgün davranan ve bu nedenlerle yıpranan ve daha çok yıpranan bir vergi memuru olarak canlandırılıyor. İnsanı en çok etkileyen noktalardan bir tanesi, bu derece dürüst, işine saygılı ve iyi niyetli bir insanın  karşısındakilerle temiz yollarla baş edemeyeceğinin farkında olarak yaşamaya çalışması. Fırsatını bulduğunda yani anlayacakları dilden konuşacak imkanı bulduğunda dahi buna temkinli yaklaşması. Ve daha da etkileyici olanı, aslında eğlenceli olanı, Baek Sung II bu yola girdiğinde benim de sevinçle halaya kalkmam hahaha. (Yalnız değilimdir eminim ^^)  Öte yandan, karakteri daha hoş yapan nokta, bu karanlık yolda ilerlerken bile ilkesini kaybetmemesi. Bu ilke ve prensip, bir karakter için önemli öğeler.






No Bang Sil (Song Ok Suk ) Öncelikle dizideki göz makyajını çok beğendim. İkincisi dizideki ekibe inanılmaz ağırlık (olumlu anlamda) katan bir performansı var. Ben izlerken pek keyif aldım.





İşte dizideki en güzel iki kadın;





Jo Mi joo (Lee Sun Bin)


Kendisini sadece güzelliğiyle değerlendirdiğim düşünülmesin. Dizi içindeki performansı da oldukça oturaklıydı ancak bu güzel göründüğünü değiştirmiyor.






Choi Ji-Yeon  ( Kim Joo Ri)

Dizide pek bir şey yapmıyordu ancak duruşu yeter. Özellikle saç ve makyaj uyumuna bayıldım. Ayrıca Bolshoi mezunuymuş, kendisini ayrıca takdir ettim.



Dizide göze çarpan başka bir karakter Ahn Tae- Wook (Jo Woo-Jin). İş hayatında böyle tipleri (ya da karakter mi demeliyim?) çok görürsünüz. Giyimine kuşamına özen gösteren, sosyal kuralları önemseyen (piramidin üstüne doğru olanları), tavırlarına dikkat eden, hesaplayıcı, kurnaz, iş bilen,  kendilerinin çok zeki olduklarını düşünen kişilerin yanlış ata oynamaları beni eğlendiriyor.



Dizi ile ilgili bir sorum var. O da Park Deok Bae (Oh Man-seok) ile ilgili yani bizim Baek II' nin çocukluk arkadaşı, dedektif olan. Öncelikle Oh Man Seok' u beğeniyorum (ha hahaha) o nedenle dizide görünce bu durum pek hoşuma gitti ancak O'na ne oldu sonra? Keşke gül yüzünü sonlara doğru bir görseydik yahu?



Veeee son olarak Başkan Chun. Dizinin belediye başkanı Chun, aslında siyasette yer alan ya da siyasete atılmayı hedefleyenlere önemli dersler veriyor. Kendisinin iyi niyetini mümkün olduğunca korumaya ve kuklası olmak zorunda kaldığı adamlardan gerçekten nefret ettiğine inanıyor izleyen. Peki verdiği ders ne? İşte siyasi kariyerinizin başlangıcında elinizi verirseniz sonra kolunuzu kaptırıverirsiniz. Bunun çıkışı yok ne yazık ki. En ufak zafiyet, en ufak hata size ilerleyen kariyerinizde manevra şansı vermez. Kendinizi kurtaramazsınız. Kendisi bunun örneği olmakla birlikte aynı zamanda seçim kampanyalarında adaylara paranın nereden aktığının da oldukça önemli olduğuna vurgu yapıyor. ( Bizdeki sistemden biraz farklı oradaki durum ama merak etmeyin, işleyiş aynı sayılır)




(Bu ne zaman çalsa eller havaya moduna girdiğim doğrudur ^^)



İşte dizi bir şekilde bizim gazımızı alıyor. Bu ekip, kötülere onların dilinden meydan okudukça rahatlıyoruz. Dizi olduğu için pembe yanları bizi rahatlatmak için yapılmış. Bunların içinde en sevdiğim - genellikle dizilerde bulunan - halkın sesi çıkınca sorumluların geri atması. Hatta istifa falan ediyorlar. Vatandaş bilinci önemli işte diye seviniyoruz bir şekilde.


İnsan eliyle yaratılmış her sistemin suistimale açık yanı var. Önemli olan bunun kötü niyetli şekilde kullanımına izin vermemek. Kamu görevlilerinin kim için çalıştığını bilmesi. Ve en önemlisi adalet. Sıradan geçim derdindekileri aldatmak için yaratılan adalet yerine önünde herkesin eşit olduğu bir adalet.


Ay işte nereden nereye geldi yazı. Neyse, bitiriyorum. Kurgusu, mantığı, rahatlatıcılığı ile güzel bir dizi. Bence şans verin.



"Hırsızlar, farklı kıyafetler içinde aslında aynı kişiler"

(Diziden)







5 Şubat 2017 Pazar

MİM: HAYAL



Esra beni mimlemiş. Bu mim için O'na teşekkür ediyorum.

Hayallerle ilgili bir mim yani ucu bucağı yok aslında. Başlayalım bakalım...


1.Hayal kurmaktan hoşlandığınız yer ya da zaman dilimi var mı ?


Özel olarak bir yer ya da zaman dilimi yok. Duruma göre her yerde, her zaman hayal kurmaya hazırım. Biraz kontrol altında tutmaya çalışıyorum zira hayal kurmanın sınırı yok. Hayal alemine dalınca gerçekliğe dönüş ve adaptasyon  zaman zaman zor olabiliyor ^^


2.En çok neyin hayal hayalini kurarsınız ?


Bilmiyorum. Renk paletim çok geniş. Duruma, ruh halime, güne bağlı olarak değişir.


3-Şimdiye kadar çok hayalinizi gerçekleştirdiniz mi ?


Şöyle bir geriye dönüp bakınca bir kısmını gerçekleştirmişim. Buna ben de şaşıyorum. Çok mu değil ama bazıları asla olmaz dediklerimden. Hayat bir garip işte...


4.Henüz gerçekleşmemiş ama ileride gerçekleşecek dediğiniz bir hayalimiz var mı ?


Çok var, çoook...

Örnek toplarının olduğu torbaya elimi atıyorum. Bu torba ipe sapa gelmez hayallerden ( bir uzay kolonisinde yaşamak, bir kitap karakteri olmak vs...) ziyade gerçekleşmesi daha olası olanların içinde bulunduğu torba ^^  Bakalım, hangisi çıkacak?

Şu çıktı: Trans Sibirya Ekspresi ile yolculuğa henüz çıkamadım ama çok istiyorum, hayal ediyorum. Biraz para biriktirmem lazım...


Konu hayaller olunca şu parçayı eklemek içimden geçti nedense...

Yanni - Nightingale





Bu mimi, yapmak isteyen herkese gönderiyorum...

1 Şubat 2017 Çarşamba

Kaybolan Güneş : Çin Mitolojisi - Kitap





Bileşim Yayınlarının Çocuk Kitapları - Mitolojisi serisinde  Kaybolan Güneş, Çin Mitolojisini temsilen yer alıyor. Kaybolan Güneş de Ookuninuşi gibi çizimleriyle ve öyküsüyle şirin bir kitap.

Kitap, Levent Gönül tarafından yazılmış ve Tolga Kınalı tarafından resimlenmiş.



Kitap, esasen Çin Mitolojisi ya da halk söylenceleri içerisinde yer alan iki öyküyü birleştirmiş.

Bunlardan bir tanesi 10 güneş. Zamanında, bir haftanın 10 gün olduğu zamanlarda,bir ağacın dallarında yaşayan 10 güneş kardeşin hayatı ve yaptıkları muziplik sonucu hem kendilerinin hem de dünyanın başına gelenleri anlatıyor bu öykü.


Öyküde, kralın yardımını istediği kişi  annesi tanrıça olan, ülkenin en iyi okçusu Okçu Yi, Çin Mitolojisinin ölümsüz kahramanlarından bir tanesi kendisi ya da en azından kariyerine ölümsüz olarak başladığını söylemek doğru olur. Okçu Yi, bu 10 Güneş hikayesi ile ilgili olmayan farklı  bir takım olaylar neticesinde ölümsüzlüğünü kaybediyor. Sonu biraz meçhul sayılabilir. Kimi hikayelerde ölümsüzlüğünü geri aldığı kimilerinde ise bir fani olarak öldüğü söyleniyor.





10 güneş hikayesi kitapta kaybolan güneşe bağlanıyor. Ne yazık ki dünyada kalan son güneş, denizin dibinde yaşayan kötü bir kral tarafından kaçırılıyor. Dünya karanlığa ve soğuğa boğuluyor. Güneşi aramaya giden ilk kişi, yardımına gelen anka kuşu ile birlikte, Liu Çin oluyor ancak görevinde başarılı olamayarak kendisinden sonra gelenlere yol göstermek amacıyla bir yıldıza dönüşüyor. Oğlu Bao Çu ise, her kahramanlık hikayesinde olduğu üzere, garip bir şekilde doğuyor, farklı nitelikler gösteriyor ve babasının izinden giderek güneşi bulmaya koyuluyor.


Hikaye doğal olarak mutlu son ile bitiyor.


Güzel hikayelerin anlatıldığı hoş bir kitap olmuş. Etrafınızda hediye edebileceğiniz, verebileceğiniz çocuk varsa bence önce kendiniz okuyun sonra da  çocuklara verin.

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...