30 Kasım 2011 Çarşamba

Bohemian Rhapsody: Farklı Bir Yorum...

Malum geçtiğimiz hafta Freddie Mercury' nin ölüm yıldönümüydü. Biraz gecikmeli de olsa Faye Wong' un "Bohemian Rhapsody" yorumunu ekleyerek Queen ve Freddie Mercury ile uzakdoğuyu bir noktada buluşturayım.

Pek çok insan gibi ben de coverlardan özellikle Queen coverlarından pek haz etmem ama bu birleştirme fikri kapsamında Çin' in divası, on parmağında on marifet olan benim şahsen pek sevmediğim ama hemen hemen her işini takip ettiğim ve çoğu zaman saygı duyduğum Faye Wong yorumunu da es geçmeyeyim.

Bir zamanlar Nicholas Tse ile birliktelik yaşayarak Hong Kong' da eleştiri oklarını üstlerine çekmiş olan Faye Wong, Nicholas Tse' nin Cecilia Cheung'e takılıp çoluk çocuğa karışmasıyla kendi yoluna devam etmiş ve o da çoluk çocuk işine girmişti.Bu dönem içerisinde Nicholas Tse' nin "senses' ı hep Faye Wong' a söylemiş olduğunu düşünürdüm gerçi hala öyle düşünüyorum. Bunu zamanında bir yerlerde okumuş da olabilirim ya da bir tarafımdan uydurmuş da olabilirim. Orası muallak!

İşin magazin boyutunu geçerek performansa dönüyorum. - Zaten bu kadını magazin boyutuyla anmak haksızlık olur - Ayağıyla yerleri silen Faye Wong ve ara ara sapıtan bir koro görmek mümkün. Yalnız yıllar geçiyor ama buna rağmen kadının sahne duruşu değişmiyor...

27 Kasım 2011 Pazar

A CHINESE TALL STORY ( Ching Din Dai Sing) : Fantastik... Dombastik... Lombastik...



2005 yapımı bu film hayatımda şu ana kadar izlediğim en fantastik Hong Kong filmlerinden biri olmaya adaydır. Biraz geç izlemenin hüznü ve aynı zamanda heyecanı içinde filme daldım gittim... İlerleyen dakikalarda müziklerle duygulandım, yer yer kahkahalara boğuldum, zaman zaman gözlerim absürtlük nedeniyle fal taşı gibi açıldı, ara ara gaza geldim falan ama tüm seyredenlerin aynı tepkileri göstermeyeceğine eminim.



Neden izlemeye ilk fırsatım olduğunda heyecanlandırmıştı bu Jeffrey Lau filmi beni? Çünkü içinde oldukça tanınan popüler isimler var. Nicholas Tse, Charlene Choi, William Chen, Fan Bing Bing vs... Şimdi bu kadrodan çok ciddi, efsanevi bir film çıkmayacağı belli ama yine de insanı ekrana bağlayacak, sürüklerken eğlendirecek bir iş bekletiyor kişiye.




Diğer ve en önemli konu Journey to The West ve bağlı olarak Monkey King esintileri barındırıyor görünmesiydi. Journey to The West benim gibi mitoloji, efsane, destanlara bayılanlar için bir mücevherdir. Ne yazık ki bunun da orijinalini okumaya ömrüm yetmeyecek ama karakterleri ve temsil ettikleri, konusu, alt metni, renkleri ve mizahıyla bambaşka bir dünyadır. Konuştuğum bir kısım insan " Journey to the West"' ten hoşlanmadıklarını çünkü bunun bir amaca hizmet ettiğini söylemişti bir seferinde. Bu bambaşka bir yazının konusu ama böyle bile olsa bu metnin edebi değerini ve yaratıcılığını azaltmıyor. Bunun dışında özellikle Çin mitolojisi, masalları ve hikayelerinde gebeş tanrılara sonlarını bile bile baş kaldıran ölümlüler, insanlarla bir iyi bir kötü ilişklileri olan, yaptıklarına anlam verilemeyen zaman zaman muzip tanrılar, canları sıkıldığında ölümsüzler katına çıkabilen keşişler ve daha nicesiyle ilgili bir sürü zaman zaman komik, zaman zaman traji komik dramın dibine vurmaktan ziyade çift anlatımlı hikayeler mevcut. Bu tarz şeyleri sevenler bekliyor işte, naparsın kardeşim? Neyse bu kısmı çok uzattım sanırım, film için heyecan yaratan unsurlardan bir tanesi de buydu. Şimdi eldeki kadro ve yönetmen de göz önüne alındığında en azından denk olmasa da acaba Stephen Chow' un Chinese Odesseyleri kıvamında bir şey çıkar mı ortaya diye düşünmedim değil. Yani kısaca bir beklenti var...ve film başlayınca bilgisayar oyunu, anime, film geçişleriyle birlikte neler neler görmüyor ki şu gözler?

Film masalımsı bir hikaye üzerine kurulu o masalı daha da teknolojk hale getirmişler ki insan çeşitli tepkilerle kilitlenip kalıyor ekrana...

(O sihirli müziklerden...)



Filmin kurgusu monk (Nicholas Tse) üzerine ama esasen kendisinin hiçbir işlevi yok - bu arada ne yazık ki Sunwukong' un (William Chen) da işlevi yok - ama ilk başta spider man göndermesi yarıyor zaten iş ondan sonra başlıyor. Önce çocuk kıvamında gelen Sunwukong' un maymunları tebessüm ettirdikten sonra olaya giren uzaylılar ya da zaman yolculuğu ile dünyayı terk edip gitmiş insanların ataları olarak kendilerini tanımlayanlar piramitlere bile gönderme yapıyor ve akabinde ortam aniden bir animasyona dönüşüyor. Bu gözler daha ne görebilir diye düşünürken tanrının yanında bir de Buddha çıkıyor zaten o dakikaya gelmiş insan kopuyor. Üzerine savaş anında "çok sıkıldım. bugün izinliyim" diyen wukong' un sopası, cinler vs...ile tam bir fantezi kare.

Haa ben eğlendim mi? karşıma çıkan bu anlamsız - gerçekten mana içermeyen - ortaya karışık absürdlük karşısında müthiş eğlendim. Bunu derken aslında konunun hikayesi çirkin ifrit kızla rahibin saf, imkansız ve masalımsı aşkını ayrı tutuyorum. Bunun üzerine kurulmuş absürtlük ve anlatımdan bahsediyorum.

(Sacred Love' ın Nicholas Tse&Charlene Choi soslu versiyonu)




Bir başka konu filmin müzikleri enfes ki altında Joe Hisaishi' nin imzası var... Kendisi burada ben müziğimle her şeyi izlettiririm gibi bir ders veriyor olabilir ki sadece bunlar dinlenerek daha az fantezi soslu bir hayalgücü yaratılarak film kafada canlandırılabilir. Onca saçmalıktan sonra final sahnesini dokunaklı yapan kendisinin müziğidir. - biraz da monk' un yani nicholas tse' nin merdivenlere gömdüğü çenesidir. Bir adamın yaptığı her parça her çalışma mı sihirli olur? Kendisine bir kez daha saygılarımı iletiyorum.

Nicholas Tse ile Charlene Choi' nun seslendirdiği "sacred love" versiyonu ve" ai " da ayrıca dinlenilesi...

(Ai)




Gerçekten bir masal. Bir masaldan nasıl fantazi çıkarılabilirin ya da müzikler bir filmi nasıl izletiriririn dersi...

Ayrıca "Aliens vs Ninjas" konusuna "Aliens vs Cowboys" dan daha önce "Aliens vs Demons" düetini eklemiş bir filmdir kendisi.

26 Kasım 2011 Cumartesi

SHINREI TANTEI YAKUMO: Psychic Dedective Yakumo



***hala tek seferde" psychic" yazamıyorum arkadaş! Kaldırılsın bu kelime!!***

Orijinali bir roman akabinde bir manga serisi olan 13 bölümlük bir günde tamamlanabilecek animeler klasmanında yer almakta bu anime.

Esas oğlanımız Yakumo Saito, bir gözü kırmızı bir gözü normal yani anlaşılacağı üzere sol gözü yani kırmızı olanla ölülerin ruhlarını görebilen, kendine has kişiliği olan zeki, insanlara soğuk ve taş bir karakterdir. Üniversitenin film klübünde ikamet etmektedir bu üzerinde hafif Light Yagami havası bulduğum Yakumo oğlan. Günlerden bir gün Haruka adlı kızımız arkadaşlarıyla hayaletli bir eve (tanıma gel!!) gidip bunun üzerine arkadaşlarından birinin içine ruh kaçması diğer ikisinin de intihar etmesi nedeniyle Yakumo' dan yardım istemeye gelir. Böylece tanışmış olurlar ve olaylar başlar.





İlk bölümler birbirinden bağımsız ilerse ve her bölümde farklı olayları çözseler ve ortaya yeni karakterler çıksa da ilerleyen bölümlerde esas konuya giriyorlar.

Haruka Yakumo'nun soğuk karakterinden yılmadan iletişimlerini koparmamaya çalışırken bir şekilde olaylara kıyısından köşesinden bulaşmayı başarıyor her seferinde. Dedektif Gotou, yardımcısı Isshi, Yakumo' nun dayısı Isshin (kendisi şeker kıvamında bir insan), gazeteci Makoto hep birlikte ilerleyen bölümlerde gelişen olaylarla birlikte bir girdabın içine çekiliyorlar.




Korku ya da gerilim bekleyenler hayal kırıklığına uğrayacaktır. Zira onlardan biri benim. Seri ölülerin ruhları, hayaletlerin korkutuculuğu ya da kötülüğünden ziyade insanoğlunun karanlık yönlerine odaklanıyor. Bana kalırsa bu yönüyle daha ilgi çekici bu nedenle hayalkırıklığım çok kısa sürdü. Kurgusu aslına bakılırsa hiç fena değil. Eksik yanı Yakumo dışındaki karakterlerin yüzeysel kalmış olması... Yüzeysellikten ziyade 13 bölümde bu karakterleri tam tanıyamamak ve tek yönlerini görmek ve klasik kafama koydum yapacağım gazıyla değişimlerini görmek... Yani aslında ortaya çok daha güzel bir iş çıkarmış ama misafir umduğunu değil bulduğunu yermiş ! ( Çok şahane bir bağlantı oldu ! )




Velhasıl tüm bunlarla çok orijinal bir seri değil ama insanoğlunun ibretlik durumları için bile izlenir. Çok kötü ya da kötü diyemem. Kurgu - biraz uzasa da ve sonunda bir şeylerin eksik kaldığı hissini verse de - iyi ( nasıl bir açıklama bu? çelişkilerle dolu ama uzun uzun anlatmaya üşeniyorum sanırım), çizimler güzel, müzikler güzel... Eh çok uzun da değil, derli toplu. Ufuk açacak bir şey istemiyorsa deli gönül bunu neden izlemesin?




Bu arada kapanış parçası olan Lisa Kamine' nin "Missing You"' su çok hoş...




Birde dizisi var bunun. Bir göz atmam lazım boş vakitlerde...

25 Kasım 2011 Cuma

My Mighty Princess (Mulim Yeodaesaeng ): Amanda Bir Uçayım...



2008 yapımı, Kwak Jae-yong' un elinden çıkma Kore filmi. Baştan söyleyeyim oldukça vasat bence yine de boş vaktini eğlenceli şekilde değerlendirmek isteyenler izleyebilir.

Soh-wi kızımız savaş sanatlarında usta ana - babadan doğma olduğu için olağanüstü güçlere sahip bir kardeşimizdir. Okuluna dersine gerektiğinde damdan dama sekerek gidebilmektedir.

Ben de istiyorum uçarak işime gücüme gitmeyi. Hatta ben olsam arabaya, otobüse falan da binmem direkt atlaya zıplaya giderim gideceğim yere, trafikle falan ne uğraşacağım!! En büyük fantazimin vapur iskelesinden vapurun tepesine uçmak ve karşıya vapurun direğinde asılı gitmek olduğuna karar verdim - hatta düşündüm ki direğin tepesinde tek ayak üzerinde durarak gideyim daha karizmatik görünür- Fırtına falan olursa insan gibi otururum içeride ya da güvertede, güçlerinde suyunu çıkarmaya gerek yok, boşu boşuna yağmur altında ıslanmaya da...Hayattan böyle basit beklentilerim var işte...



Neyse işte böyle bir üniversite öğrencisi olan Soh wicik, okulun buz hokeyi takımının gözdesi olan çocuğa kalbini kaptırınca - ki bu çocukta kendisinden oldukça büyük bir polis teyzeye aşıktır - dövüş güç istemem aşk isterim diyerekten ailesinde aldığı mirasa sırt çevirir. Zaten bu sırt çevirmeye dünden razıdır.

Bu esnada büyükler de " bu gençler de iyice zıvanadan çıktı artık, dövüş sanatlarına ilgi göstermiyorlar" temalı toplantılar yaparaktan aldıkları karar doğrultusunda Soh wi' nin çocukluk arkadaşı Il-yeong' a ( bu çocuğunda babası 4 adet ustadan bir tanesi) rüşvet önererek (bizzat Soh winin babasından motorsiklet ) Soh wi ile tekrar antremanlara başlaması ve turnuvaya girmesi için gaza getirilir. Il yeong arkadaşımız göründüğü kadarıyla oldukça fırlama ve çocuksu takılmaktadır. Soh wi' nin okuluna falan gider ama orada en iyi anlaştığı canlılar kuşlar olur. Bu esnada Soh wi de buz hokeyi takımında - paten bileyicisi olarak işe başlamıştı-- kaleciliğe terfi ettiği için pekte sallamaz Il-yeong' u, gözler takım kaptanında napsın! Eh bir de Il-Yeong ile aralarında geçmişten gelen bir kırgınlıkta var...





Sonraaaa... işte işler döner dolaşır Soh wi' nin babası sağlam dayak yer Soh wi de kılıcı eline alır.

Rezil bir şekilde özetlemek gerekirse böyle bir şey...

Çok mu kötü? Bence o kadar da değil. Ara sıra koparak izlediğim sahneler oldu - Il Yeong un çamasırlarını yıkadığı sahnede ki teyzenin ifadesine hala dağılıyorum misal ya da Soh wi kaldırım taşlarını taşırken yardım etmek isteyen çoçuğun olduğu sahneye -, koreografiler de fena değil. Vakit geçirmek için keyiflik bir film...

Ayrıca tango yaparak adam dövmenin inceliklerini görmek isteyenler için de ideal... Her zaman demişimdir tango kullanıma bağlı olarak tehlikeli bir dans türü olabilir diye. Özellikle kadınlar topuklu ayakkabılarıyla partnerına ve salondakilere "özel tekme tekniği" ile korkulu anlar yaşatabilir... Ama buradaki tam olarak böyle bir şey değil, bilginize...

Haaa ben bu yazıyı niye yazdım? Vapur direğinin üzerinde tek ayak üzerinde gitme fikri gözüme çok hoş geldiği için yazdım.

17 Kasım 2011 Perşembe

NIGHT WIZARD: ERINYES...

Night Wizard' ın hastası olduğum kapanış parçası yine kulağıma çalındı, aklıma düştü...

BETTE FLASH/ ERINYES



Eh madem kapanışı ekledim o zaman adil olup daha önce yazıya eklememiş olduğum açılışı da ekleyeyim;

Ui Miyazaki/ Kurenai

13 Kasım 2011 Pazar

HAIBANE RENMEI: Farklı Bir Boyut




Son zamanlarda izlediğim en güzel animelerden bir tanesi bu 13 bölümlük seri. Özünde sorgulattığı kavramların ağırlığına rağmen çizimleri, renkleri ve durgun akışı ile bir yandan da huzur verici. Bu durumu oldukça ilginç buldum.

Bir kozadan sıfır hafıza ile çıkan "Rakka" adı verilen kız orada normal insanlarla birlikte yaşayan kendi gibi Haibaneler ile karşılaşır. Kafalarında halka taşıyan, kanatları olan, ne oldukları kimse tarafından bilinmeyen kişilerdir ancak etrafı duvarlarla kaplı bu kasabada insanlar onları yadsımaz. Bu kasabanın tek acayip durumu kimsenin duvarların dışına çıkmasına ve dışarıdan da içeri kimsenin girmesine izin verilmemesidir.

Tüm bunlar bir yana pişmanlık, günah, varoluş, affedilme gibi temaları bu farklı ortamda o kadar güzel ele alıyor ki durgunluğuna zıt olarak insanı etkiliyor.

İlk bölümde bir şey anlamadan tamam mı devam mı olayına girmiş olsam bile huyuma yenilerek devam ettikçe aslında gizli bir güzelliği bulmuş olma duygusuna kapıldım.




Hayatta yaşanan pek çok kavram buradakiyle aynı aslında; hata, pişmanlık, varoluşunu sorgulama, seni sen yapan nedir sorusu, merak, yüzleşme, bir yere kıstırılmış olma hissi, anlam verememe, bir gizemi çözme isteği...

Tüm bunları farklı bir mekan ve ortam üzerine oturtarak, güzel bir tonla işlemiş bir seri. Üzerine de anlamlı simgeleri oturtmuş, mevsimler ve kar gibi...

Merak ediyorum ki şu yeni yıl bölümünde insanların birbirlerine kabukları verdikleri bölümde gözleri dolan tek kişi ben miyim acaba?

Daha fazla detaya inmek istemem. İzlenip izleyenin yorumlaması gereken bir seri olduğunu düşünüyorum. Bu arada müzikleri çok güzel ancak Kou Ohtani' nin "Free Bird"ü bambaşka.

12 Kasım 2011 Cumartesi

THE PATRIOTIC KNIGHTS: Xia Gu Dan Xing



Liang Yusheng 'in Xia Gu Dan Xin adlı romanında uyarlanmış olan 36 bölümlük Çin yapımı wuxia dizisi. Roman ve yazarın diğer serileri ile olan bağı dışında dizi olarak incelendiğinde sonuçta genel anlamda başarılı bir seri ortaya çıkmış. Doğal olarak bu romanı kendi dilinde okumaya ömrüm yetmeyeceği için roman ile dizi arasında bir karşılaştırma yapamıyorum ancak aldığım bilgilere göre ikisi arasında uyarlama konusunda bazı farklılıklar var.

İlk bölüm görsel anlamda tatmin edici olmakla birlikte (tabii ki izleyene göre değişir, uçan kaçan adamlardan hoşlanmayanlar için ölümcül şok olacaktır) izleyen bir kaç bölüm biraz donuk gelse de genel anlamda sürükleyici, karakterleri, aksiyon sahneleri ve kurgusu ile kendini izlettiren bir dizi ki sonuda iyi bağlanmış.

Müzikleri güzel. Açılış parçası "jianghu" (zhang kefan) gaz olmakla birlikte kapanış parçası "ai bu xiang xin yan lei " dinlendikçe sevilen parçalar kategorisinde özellikle ilerleyen bölümlerde seriye ısındıktan sonra oldukça sevilmeye başlanıyor.





Dostluk, onur, iktidar hırsı vsss.. gibi temaları olan bu seriyi güzelleştiren noktalardan bir tanesi karakterleri - ister ana karakterleri ister yan karakterleri olsun - diğeri ise karakterler arasındaki bağ zannımca. Esasen Jin Zhuli' nin hikayesi olmakla birlikte bir ara dark side'a geçen fakat çabuk toparlayan li nanshin olsun ( ki gönüllerin kahramanıdır bana göre), Jiang Haitian (göz altı torbalarından korktum zaman zaman) olsun, Zhong olsun ya da bir saf ama aşık oğlan Qi olsun iyidir hoştur. Bunun dışında böyle iyi ya da kötü, genç ya da yaşlı esas elemanların yanında kadın karakterler de oldukça sağlam. Bir Xi Hongyin, karizmatik Shisan ya da oldukça sinir bozucu olan fakat sonlara doğru evrim geçiren Yan Yan ya da esasen başka bir hikayenin kahramanı olan fakat etkisi burada da hissedilen Li Shengnan serinin olmazsa olmazları...

Ta Daaammm. Açılış:




Şimdi Jin Zhuli ilk başlarda ıssız adadan indim şehre tripleri yaşayan saf bir genç olmakla birlikte sadıktır, kalbi temizdir, düzgün insandır, babası ve annesi iyi yetiştirmiştir bu genci, tebrik ediyorum.

Li Nanshin (Wallace Chung) da bir nevi acıların çocuğudur ama etrafındaki tüm yönlendirmelere rağmen asil kalmış kendini bozmamıştır. Jin Zhuli' ye de hiçbir anlamda ihanet etmemiştir. Böyle daha fazla insana ihtiyaç var bu dünyada ki daha öncede belirttiğim gibi gönüllerin kahramanıdır.

Yan Yan: Sinir bozucudur fazla ısrarcıdır neyse zamanla doğru yolu bulmuştur. Kendisinin karakteri konusunda onu şımarık yetiştiren dedsinin de etkisi var tabii :) ki dedesi de aslında efsanevi karakterlerden bir tanesidir.

Xi Hongyin: Serinin baş kahramanıdır -bana göre tabii - ama canım ya bu kadar yükü üzerine almasaydın keşke ki etrafında bir sürü kahraman var aslında ama kendi ayakları üzerinde durmayı tercih eden bu karakteri tebrik ediyorum.

( Ki ara sıra bir Xi Hongyin olsun bir Shisan olsun ya da Li Shengnan olsun erkek egemen dünyada hakaretlere uğrayıp hırpalanmışlardır kadın eline silah mı ahahaha diye ama her biri farklı taraflarda olan bu üçü bunları söyleyenlerin kafalarına kafalarına vurup mutlu etmişlerdir beni :) )

Xi Hongyin' in adını hatırlamadığım abisi: Bu serinin en dokunaklı karakteridir bana kalırsa. Arada kalmış, ihanetlere uğrayan aslında bir piyon olduğunun farkında olmasına rağmen bundan kurtulmaya çalışan höd zöd tavırlarına rağmen kız kardeşine kıyamayan elemancık ama abi sen de zaman zaman sapıttın gerçekten.

Ve diğerleri... bir sürü. Bir de şu kumandan (esas kötünün, komik tekniğin sahibi zibidinin evlatlığı) var. Şimdi adam kötünün önde gideni ama aynı zamanda da çocuk. İnsan acıyor bir ara.

Başta bu parçayı hiç sevmemiştim ama sonra değiştim. 爱不相信眼泪 // Zhang Kefan&Wenwen;





Zaman zaman eğlenceli, zaman zaman görsel zaman zaman dokunaklı sahneleri ile aslında dallı budaklı olan bir hikayeyi dağıtmadan düzgün şekilde toparlamış özellikle bu tarz serileri sevenleri tatmin edecek bir dizi.

Bunun dışında daha öncede söylediğim gibi pek çok kahraman olmasına rağmen bu serinin esas kahramanı - dizi açısından - benim gözümde ne Zhuli ne de (ne yazık ki) Li nanshin' dir. Her ne kadar ara sıra saçmalasa da Xi Hongyin kadar olamaz hiçbiri.

8 Kasım 2011 Salı

TOKYO DOGS: Eğlenceli Polis Ciddi Polis



Baş rollerde Shun Oguri ve Hiro Mizushima' nın yer aldığı 10 bölümlük polisiye Japon dizisi. Polisiye desem de özünde hafif, eğlenceli, esprili ama güzel bir kurguya sahip dizi.

Yine ana karakterler birbirleriyle zıt kişiliklere sahip olan iki polis, korumaya ve hafızasını geri getirmeye çalıştıkları bir adet kızcağız, - Matsunaga Yuki (Yoshitaka Yuriko) - evlere şenlik bir polis ekibi, Japon kökenli ancak Amerika ve Japon mafyasında efsane olmuş olan bir adet Yakuza arasında dönmekte olan dizi insanı ara ara kahkahalara boğma potansiyeline sahip.

Amerika' da görev yapan Takakura Sou (Shun Oguri) kardeşimiz operasyonda başarısız olup üstüne kişisel bir hesabının olduğu mafya lideri Jinno' yu yakalayabilmek için geldiği Japonya' da da başarısız olunca Amerikalılar tarafından "sen Japonya' da kal." diye gözden çıkarılır. Ekibin başı aynı zamanda Sou' nun babasının arkadaşı Otomo Kozo, Sou' yu kendi ekibine alır ve Kudo Maruo (Hiro Mizushima) ile ikisini ortak yapar.

Maruo ne kadar dışa dönük, eğlenceli ve ciddiyetsiz ise Sou bir o kadar soğuk, sıkıcı ve ciddi bir karakterdir. Giyim tarzları bile ayrı köşelerde olan bu ikilinin efsanevi söz düelloları mevcuttur. Sou' nun artı puan aldığı nokta operasyonun en sıcak anında ya da silahlı çatışmanın ortasında geyik için arayan annesine sabırla cevap vermesidir. Bir operasyonun ortasında annesi ile en efsanevi diyaloglarından bir tanesi aşağı yukarı şu şekilde idi;

Anne: kalp krizi geçiriyorum, hasta oldum !!!
Sou: Ne oldu? Neden?"
Anne: Koreli aktörlere aşık oldum!!





Maruo ve Sou Jinno' yu yakalayamadıkları operasyonda Yuki' yi bulurlar. Jinno ile bağlantısı olabileceğini düşündükler Yuki hafızasını kaybettiği için hafızasını kazanması için çalışırlarken bir yandan da onu koruma görevini üstlenirler. Bu üçlüye ekip de katılmakta ve ortamı şenlendirmektedir. Ekipteki favorilerim kesinlikle Maijima Misa ( özellikle patronun her dediğini tekrarlaması ve cool duruşu nedeniyle) ve Suzuki Mitsuo (sakin duruşu ve ikna yeteği nedeniyle) dur.




Hem kısa hem eğlenceli...

3 Kasım 2011 Perşembe

TOKYO JUKEBOX: DERİN BİR İKİLEM...

Marty Friedman' ın Tokyo Jukebox' ı iyi albümdür severim aynı zamanda beni derin bir ikileme de düşürmüştür. Bilindiği gibi albümün tümü çeşitli J-pop parçalarının coverları. SMAP ten Ikimono-gakari' ye geniş bir yelpaze.


Albümün en iy parçasının Tsume Tsume Tsume mi yoksa Amagigoe mi olduğuna hala karar veremedim.

Gönüllerin sevgisini kazanmış Maximum The Hormone un Tsume Tsume Tsume si...



Marty amca yorumu;



Sayuri Ishikawa' nın albümünde dinleyip özellikle girişine vurulmuş olduğum Amagigoe yaklaşık şöyle bir şey ( albüm versiyonu daha farklı sanki...:))



Marty Friedman yorumu...



(Takayoshi Ohmura' yı da burada görmek hoş)

LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...