28 Haziran 2016 Salı

Akagami no Shirayukihime (Anime): Kırmızı Saçlı Pamuk Prenses - Birinci Sezon





Akagami no Shirayukihime' nin ilk sezonu 12 bölüm, 2015 animelerinden. " İzle" demeseler izlemek aklıma gelmezdi diye düşünüyorum. İzlenecek bir shoujo arayışı içinde olanlara, kenarından döndüğüm bu yanlışa düşmemeleri adına Akagami no Shirayukihime' yi tavsiye ederim.



Shirayuki, Tanbarun adlı bir ülkede yaşayan, bitki bilimi ile ilgilenen (bunu animede  tıp olarak düşünün ya da alternatif tıp) ve kırmızı saçlı bir kız. İlk anlarda saçlarının ilgi çektiğini anlamasak bile daha sonraları bu kırmızı saçlar yüzünden başının derde girdiğini ve ileride derde girme potansiyelinin yüksekliğini anlıyor insan. Tam da bu saçlar nedeniyle Tanbarun prensi Raj adamını yollar ve Shirayuki' ye saraya gelmesini ve metresi olmasını emreder. Özgürlüğüne düşkün olan Shirayuki, bunun üzerine artık bu ülkede kalamayacağını anlar, gidip metres olmaktan başka diğer seçeneğe oynar ve ülkeden kaçmaya başlar. Bu esnada tesadüf sonucu, başka bir ülkenin ikinci prensi olan Zen ile tanışır. Bir takım olaylardan sonra arkadaş olurlar ve Zen' in ülkesine yerleşir.



İlk bölümde Raj (Jun Fukuyama), "Ayna ayna söyle bana. Ülkedeki en güzel kim?" diye olaya girişince, Shirayuki kaçışı esnasında Zen ve ekibinin konakladığı binaya vardığında içinde cüceler çıkacak sanmıştım çünkü animeye dair hiç bir bilgim yoktu ancak cüceler yerine Zen ve adamları Kiki ile Mitsuhide çıktılar.





Akagami no Shirayukihime aslında türe yeni bir şey falan getirmiyor. Bildiğiniz shoujo işte ama onu güzel yapan şey tutturduğu çizgi ve atmosferi. Bir kere akış tam bir masal havasında seyrediyor ve bu insanı çekiyor. İkincisi karakterler aklı başında karakterler ve buna bağlı olarak olaylar cıvımıyor ya da insanın içini baymıyor. Dediğim gibi tutturduğu çizgi nedeniyle türün örnekleri arasında üst sıralara taşıyor. (en azından benim adıma) O naifliği, tatlılığı o kadar güzel ki ben izlerken şeker kıvamına geldim. Tavsiye ederim, gergin ve sinirli zamanınızda rahatlamak için izleyin.






Shirayuki, aklı başında ve ayakları yere basan bir karakter. Daha en başından beri olayların akışını sağlayan O' nun "hayatıma ben karar veririm, yaşamak istediğim yolu ben seçmek istiyorum" iradesi zaten. Öyle erkek fatma tarzında da değil ya da güçsüz ve cıvık bir karakter de değil. Nazik, ölçülü ve doğrucu.


Her shoujo' da olan kural; herkes ana kadın karakteri bir şekilde sever, bir şekilde etkilenir. Çok küçük ve lafı edilmeyecek ya da oldukça klişe bir şey yapsa bile ana karakter takdir görür, beğenilir, etki yaratır falan...

Evet, Akagami no Shirayukihime de bu kalıba dahil ama animenin atmosferi içerisinde pek göze batmıyor bu durum.


Zen için  (seiyuusu Osaka  Ryota) pek bir laf söylemeye gerek yok zaten. Romantik, eğlenceli, canı isteyince hırslı, zaman zaman komik... Mitsuhide ve Kiki de izlenesi elemanlar. Bu üçlüye bir de Obi' yi (Okamoto Nobuhiko) eklemek lazım.




Prens Izana, Zen' in ağabeyi,  serinin en taş karakteri sanırım. (Seslendirme  Akira Ishida ' dan olunca ayrıca sevildi)  Karakter hafif sarkastik , zeki ve başarılı bir adam. Bir giriş yaptı, ağırlığını koydu. Ve diğerleri...







Anti depresan niyetine izleyebilirsiniz...

20 Haziran 2016 Pazartesi

The Monkey King: Bir Masal Bir Film






2014 yapımı bu Çin filminin yönetmeni Cheang Pou-soi. O zamanlar izlemek için sabırsızlanıyordum, bir kenara ayırmıştım ancak sonrasında unutmuşum filmi. Geçenlerde tekrar görünce artık zamanı dedim ve başladım izlemeye. Bu arada başlığı bu şekilde attığıma bakmayın, çoğu kişi bu filmi beğenmeyecek ve harcadığı zamana üzülecektir.



Film benim delisi olduğum roman ve efsane Batıya Yolculuk' u ele alıyor. Aslında ana karakterlerden (bence ana karakter sayılır) Maymun Kralın, kitabın ilk bölümlerinde anlatılan, Cennete ve Yeşim İmparatoruna baş kaldırısını ve sonrasında Buda tarafından ceza olarak 5 Element Dağının altına 500 seneliğine gömülmesi bölümünü ele alıyor. Hikayede sonradan rahip gelecek, Maymun Kralı oradan kurtaracak ve Maymun Kral da O'na batıya yani Hindistan' a olan yolculuğunda eşlik edecek. Yolda ekiplerine iki arkadaş daha katılacak.







Journey to The West yani Batıya Yolculuk' un üzerine uzun uzun yazmak isterdim ama bunun için çok tembelim. Nesi güzel diyenler için; Maymun Kralı eğlenceli, onun otorite tanımayan tavırları sürekli başını belaya sokması eğlenceli, acı çekmesi üzücü. Hikayede yol arkadaşları birbirini tamamlıyor ve dördü birlikte renkli ve tamamlayıcı bir ekip oluşturuyorlar.  Olay bildiğiniz bir macera yolculuğu, düşmanlar, şeytanlar vs... karşısında mücadele ederek Hindistan' a ulaşmaya çalışıyorlar. Zaman zaman üzücü, acı verici, zaman zaman eğlenceli, gülümseten,  içinde pek çok duyguyu barındıran bir roman. Bu görünen yüzü. Bir de altında inançlara uzanan, insanın hayatı nasıl yaşaması gerektiğini göstermeye çalışan, birbirinin içine geçmiş inanç sistemlerinin anlatımları var. Ve daha var da var... Haşarı ve eğlenceli görünümün altında derinliği olan bir roman işte.
Filmin ele aldığı kısım yani Maymun Kralın doğumundan ceza almasına kadar olan bölüm romanın içinde olmasına rağmen The Monkey King ya da Tale of Monkey King isimleri altında ayrı olarak basılmış halleri de mevcut.






Neyse filme dönelim;


Yeşim İmparatorunu Chow Yun Fat canlandırıyor. Öyle aman aman bir iş yapmasına senaryo gereği gerek kalmamış zaten. Şeytanı Aaron Kwok canlandırıyor. (Bu adam da yaşlanmıyor sanırım) Cennet muhafızları komutanı ve  Güney kapısı koruyucusu olan hırslı ve hakkının yendiğini düşünen Erlang Shen' i Peter Ho canlandırıyor. Sun Wukong yani Maymun Kralı ise Donnie Yen almış üzerine. Burada durup Donnie Yen' i tebrik etmek gerekir. Oldukça başarılı bir iş çıkmış ortaya. Büyük ihtimalle filmi izlerseniz tanımayacaksınız ama yine de Sun Wukong' u başarılı bulacaksınız.







Çin mitolojisini ya da bu hikayeyi bilmiyorsanız bile mitoloji ile ilgileniyorsanız filmde bulabileceğiniz pek çok detay var, bu da işi eğlenceli kılıyor. Cennette dışlanan şeytanın buna gıcık olması ve İmparatora isyan etmesi sonucu cennetten kovulması. Burada İmparatorun kız kardeşi şeytanın yavuklusu olduğu için o da gidiyor mahkum edildikleri yanardağa. Gerçi bu ikisi güzel bir çift olmuş. İskandinav taraflarından yanlış hatırlamıyorsam Loki' nin oğullarından olan  ve okyanus dibine gönderilmiş yılan benzeri Sun Wukong' un Doğu Okyanusu Kralından çaldığı ve sonrasında adını unuttuğum sopası olacak ejderha. Sun Wukong' u cennete götürmeye gelen tipin (bunun da Adını unuttum) Hermes misali sandalları  falan filan işte. Eh, Sun Wukong benzeri maymunlar Hint destanı Ramayana' da da geçiyor. İşte, rüzgarın oğlu Hanuman veya onun kralı olan amca gibi. Neyse bu paragraf anlamsız oldu, tüm  bunlar başka bir yazının konusu.


Film öyle aman aman bir oyunculuk gerektirmiyor. Senaryo ve kurgu basit zaten. Efektler çok kötü. Müzikler çok güzel. Masal ya da efsanelere ilgi duyanlar izleyebilir ama çoğunluğa göre değil sanırım bu film.


Ben zaten beğendim, kaynağı nedeniyle. Bunun dışında Sun Wukong' un performansı araya sıkıştırılmış ufak romanslar, insani detaylar hoşuma gitti. Aslına bakarsanız iyi film değil ama ben sıkılmadan ve keyifle izledim.


15 Haziran 2016 Çarşamba

TERRA FORMARS: Anime (Birinci Sezon)





Terra Formars' ın animesi hakkında çoğunlukla olumsuz yorumlar görüyordum. Mangasını okumadım ama izleyeceğim diye tutturarak, biraz da çekinerek, 2014 yapımı 13 bölümlük animeye başladım. Sanırım izlediğim dönemdeki ilacım buymuş, keyifle izledim diyebilirim. Dediğim gibi mangasını okumadığım için anime ve manga arasında bir kıyaslama yapabilmem mümkün değil. Olumsuz yorumları anlayabiliyorum çünkü 13 bölüm içerisinde arkada dönen olaylara dahi pek bir bilgi ortaya çıkmıyor sadece bir komplonun döndüğü anlaşılıyor. Rahat olduğum nokta ben ilk sezonu bitirirken elimde 2. sezonun 10 bölümünün  bulunmasıydı.


21. yüzyılda insanoğlu Mars' a el atmaya karar verir. Mars' a yerleşimi başlatabilmek için atmosfer ve doğasını dünyaya benzetme kararı alırlar ve en uygun bütçeli programı seçerler. Böylece insanlık Mars' a alg ve hamamböceği gönderir. Bu iki tür Mars'ın yaşanabilecek bir yer olmasını sağlayacaktır. İşte Mars' a hamamböceği gönderen bu kafa, insanoğlunun dehasına ve karakterine bir örnek teşkil eder bana kalırsa ya neyse...



26. yy' a gelindiğinde insanlık der ki; "Haydi, ektiğimiz meyveleri toplayalım" ve 6 kişilik bir ekibi Mars' a gönderir. O da ne! Hamamböcekleri mutasyona uğramış, insan boyuna gelmiştir. Bu 6 kişi ölmeden önce dünyaya bir mesaj iletmeyi başarır. Bunun üzerine U-NASA, elemanları üzerinde deneyler uygulayarak onları kontrollü mutasyona uğrayacak şekilde hazırlar ve yeni bir ekibi tekrar Mars' a gönderir. Amaç Mars'ı bu yeni beladan yani mutasyona uğramış hamamböceklerinden temizleyerek gezegenin kontrolünü ele geçirmek ve dünyada yayılan bir virüsü engelleyebilmek için örnek toplamaktır.



Eh, hamamböceğinden bahsediyoruz. Bir de mutasyona uğramış olanından. Elde böcek ilacı, çamaşır suyu, terlik ile üzerilerine saldırmaya benzemiyor ki normal bir hamamböceği üzerinde bile bu atakların başarı oranı yüksek değil. Bu lanet canlı türü hayatta kalmak konusunda çok başarılı. Bir de insan boyutunda oldukları düşünülünce iş değişiyor. Bu ekip içlerinden bir kaç kişi hariç yine telef olarak hayat veda ediyor.



İnsanlık yılmıyor. Annex 1 adı verilen uluslararası bir proje ile 100 adet, güçlendirilmiş insanı tekrar Mars' a yolluyor. Animede bu ekibi izliyoruz. Bu ekip, daha da güçlenmiş ve ne yazık ki zeki hamamböcekleriyle karşılaşıyor. Bu noktada kendilerine şans dilemekten başka çaresi kalmıyor insanın.




Anime, hamamböcekleri ile ilgili pek çok sözün hafızanızda tekrarlanmasına izin veriyor. Örneğin; birini öldürürsen yerine 30 tanesi gelir gibi. Anime yüzünüze sadece hamamböceği gerçeğini çarpmakla kalmıyor ayrıca böcek aleminde sizleri bir yolculuğa çıkarıyor.



Bu hamamböceği geyiğinin  dışında, animenin atmosferi karanlık sayılır. Öyle neşeli, cici bici bir şey beklemeyin. Kan, fırlamış beyin ve organlar her yerde. Sansürlü olanını da izleyebilirsiniz. 13 bölüm içinde, inişte birbirinden ayrılmak zorunda kalan ekiplerin hayatta kalma mücadelesini izliyoruz. Arkada bir numaralar, ihanetler, siyasi komplolar dönüyor ancak sadece hissettiriliyor çünkü 13 bölüm içinde daha çok kim kimin kafasını patlatacak, kimin kolu bacağı kopacak, her şey iyi giderken kim parçalara ayrılacak gibi noktalara değiniliyor. Ha, benim son derece hoşuma gitti ne yalan söyleyeyim, kafamı yormadım. Kötü gidişata kendimi hazırlamıştım.



Bazı karakterleri de sevdim, bazılarına sempati duymadım desem yalan olur ama Joseph olayı kalbimi kırdı bak şimdi. İlk bölümde yarattığı eğlence Ve muzipliğiyle güzel  giriş yapan Joseph kardeşi ancak son bölümde tekrar görebilmenin ve hangi yamaçlarda dolaştığını bilememenin üzüntüsünü yaşadım.





Adolf' a çok yüklendiler, yüklendikçe yüklendiler mesela, üzdüler.



Rus amca, Michelle, Kaptan, Akari, Marcos ile Alex ve diğerleri ile hoş vakit geçirdim.



Neyse daha fazla saçmalamayayım ama Terra Formars, sanırım izlediğim dönemde tam da ihtiyacım olan animeymiş.


Bu arada animenin açılış ve kapanış parçaları  TERRASPEX' den " Amazing Break" ve "Lightning" , çok hoş bence.


Kim kimi böcek olarak görüyor acaba, hahahaha.....

10 Haziran 2016 Cuma

Classroom Crisis: Anime



 2015  animelerinden Classroom Crisis 13 bölüm. Öylesine dan dun başladığım bu animede beni gülümseten noktalar olmadığını söylersem yalan söylemiş olurum.


Gezegenler arası seyahatin başladığı yıllarda çoktan  Mars kolonileri de kurulmuştur. Bu gezegenler arası uzay yolculuğunun babası sayılan olay ise iki lise öğrencisinin icat ettiği roket ve motoru.


Kirishina Corp - ki bu şirket bu iki liseli çocuğun köklerini attığı şirket - Mars' ta bir arazi üzerine kendi tesisini açmıştır. Mars üzerindeki bu tesiste ayrıca yetenekli bulduğu öğrencileri alıp yetiştirdiği bir sınıf açmıştır. Çocuklar burada hem eğitim alıp hem çalışırlar. Mezun olduklarında da işleri garanti işte. Görünüşe göre alan karlı veren karlı. Sera Kaito ise kendi jenerasyonunun dahisi olmakla birlikte bir  şirket çalışanı ve bu çocukların öğretmenliğini yapmakta. Bu bölümün adı da A-TEC. Bu A-TEC elemanları, bireysel ve ekip olarak çalışkan çocuklar. Amaçları yeni motor geliştirmek ve böylece mesafeleri daha aza indirirken aynı zamanda yakıttan tasarruf sağlamak ve çevre kirliliğini azaltmak vs... Kirishina' nın bunlara ayırdığı bir bütçe var. Daha sonrasında, şirketin CEO' sunun üvey kardeşi, genç yaşına rağmen iş hayatındaki başarılarıyla göz dolduran, tam bir iş adamı tavrıyla gezen ve win-win stratejisinin hararetli bir savunucusu olan Nagisa Kiryu buraya sınıfın bir öğrencisi aynı zamanda bunların patronu olarak transfer oluyor. Bu gelişmenin ardından olaylar başlıyor. Departmanın bütçesi kesiliyor," ne yapacaksanız %30'luk bütçe ile yapın" deniyor. Sonra "sizi 6 ay içinde kapatacağız, ne yapacaksanız yapın " deniyor vs...



Classroom Crisis' i dikkate değer yapan noktalardan bir tanesi, klasik senaryosunun ardında işleyen iş hayatına dair gerçekler; bu söyleyeceklerim ağırlıklı olarak özel sektör için geçerli.


Bir şirkete girer, özverili bir şekilde çalışırsınız. Hatta kimi insanlar benim hiç anlayamayacağım bir şekilde şirketi ailesi, kimliği olarak görmeye başlar. Neyse siz artık rayına oturmuş hayatınızda mutlu mesut ilerler ve şirket ile ilgili hiç bir sorun görmezken sizi bir anda kapının önüne koyabilirler ya da departmanınızı değiştirebilirler. Bunun için çok geçerli bir sebebe de gerek yoktur , mali krizleri geçtim, çoğu zaman  patron değişikliği bile bu duruma yol açabilir.





Yine geçerli sebeplere dayanabilir ya da dayanmayabilir, aniden bölümünüzün bütçesini kesebilirler. Masa başı iş yapıyorsanız, napacak adam? Bilgisayarın fişini mi çekecek elektrik gidiyor diye? Hayır, kırtasiye giderlerinden başlayacak, fotokopi makinesini şifreli kullanıma verecek, fazla floresanları  sökecek sonra çalışanları çıkarmaya başlayacak. Maksat maliyeti kısmak, Neden?  Çünkü bütçe kesildi. Bunları genelliyorum, çalışılan sektöre ve alana göre örnekler özelleştirilebilir.



Hatta abartarak, tedarikçilere yapılacak ödemeyi 1000 birimden 500 birime indirdik ama normalde 1000 birime 250 tane alıyorken şimdi 500 birime 500 tane al diyebilirler bir sabah aniden.


Yine abartarak, sizin bütçeyi kıstık ama projeyi  şu bütçe ile eksiksiz  tamamlayın da diyebilirler. . Hayal gücünüze kalmış.


Zaten çoğunlukla şirket içindeki bir departmana bütçe kısıntısı haberi geldiğinde yusuf yusuf atmosferi başlar. "Winter is coming" düşüncesi çalışanlara hakim olur. Departmana bağlı olarak değişir bu ama eğer üretimde iseniz elinizdekini tamamlayamazsanız "kara günler geliyor"un habercisidir. Daha farklı bir bölümde iseniz yeni iş arasanız iyi olur.


Burada da arkadaşlar bu yukarıdakileri yaşıyor ama bu arkadaşlar çok genç ve idealist oldukları için bu gerçeğin farkına varacak durumda değiller.


 Animede geçen bir mevzu daha var ama buna bizim ülkede pek rastlayamazsınız. Konu "Fazla Mesai". Normal şartlar altında fazla mesaiye kaldığınız kadar ek ücret alırsınız. Bu kanunla düzenlenmiştir. Yanlış hatırlamıyorsam bir ay içinde kalabileceğiniz fazla mesai saati bellidir. Bunun üzerine çıkamazsınız. Ütopya tabii!  Fazla mesai, hem de ücretsiz olanından, bizde bir adettir. Çünkü çoğunlukla işlerinizi mesai saatleri içinde bitiremezsiniz. - Bu gözler mesai saatinde yatıp fazla mesaiye kalarak fazla maaş almayı hesap eden gözler de gördü ama çok sınırlı çünkü ülkede fazla mesai ödeyen şirket sayısı çok az - Ülkemizde işverenler çalışanlarının bir nevi Superman olduğunu düşündüğünden 3 kişilik işe 1 kişi istihdam etmeyi işin şanından sayarlar çoğunlukla. Neyse, bu konuyu uzatmayalım. Animede arkadaşlar iş kolik ve hevesli olduklarından üstleri tarafından sık sık "fazla mesaiye kalamazsınız, çalışan haklarına aykırı, bizi de zor duruma düşürmeyin" diye uyarılıyorlar. Bu noktalar gözlerim  yaşarmadı değil.





Patron çıkmadan çalışan çıkmaz konusu.  Evet, bir nevi mahalle baskısı var bu konuyla ilgili ülkemizde. Arkadaşlar animede bunu kendi lehlerinde kullanıyorlar çünkü iş dışında bir sosyal hayatları yok.


Bir şekilde işten çıkarılmaya zorlanıyorsunuz ya da şartlarınız zorlaştırıldı falan... Ne yaparsınız? Sendikalar vardır onlara başvurursunuz. Ben şimdiye kadar greve gidip isteğini alan işçi görmedim gerçi. Alır gibi olup, olay soğuyunca işten çıkarılıyorlar genellikle. Burada da arkadaşlarımız sendikanın desteğine başvuruyor. Sera Kaito' nun acımasız iş hayatıyla yüzleşmesini burada görüyoruz. Alanında bir dahi olmasına rağmen, işçi - işveren arasındaki ilişkileri okuyabilmek ve anlayabilmekten ne kadar uzak, dönen stratejilere ne kadar yabancı olduğunu ve ne kadar aciz kaldığını hem kendi görüyor hem de izleyene gösteriyor.


Bunun dışında sendika - siyaset, siyaset - politika arasındaki ilişkilere de değiniliyor anime içerisinde. Bu ekip  dönen tüm bu dolapların, arkada gelişen stratejilerin ortasında olmasına rağmen, Nagisa hariç bunlara bir o kadar  uzak.


Uzatmayayım, animenin genel gidişatının ardına eklenmiş bu noktalar (öyle üzerinde çok detaylı ve ince durulmamış olsa dahi) ve bazı diğerleri  nedeniyle Classroom Crisis' i izlerken eğlendim ben. Gerçi sonunda bir aşk üçgeni yaratmasalar daha iyi olacakmış ama ortalama bir anime olmasına rağmen benim hoşuma gitti diyebilirim.


5 Haziran 2016 Pazar

Kitap - Birim 701:Rüzgarı Dinleyenler (Mai Jia)




Fuyang doğumlu Mai Jia, esas ismiyle Jinag Benhu, Çin' in en popüler yazarlarından bir tanesi. Şu ana kadar yazdığı kitapların satış rakamları oldukça fazla. Mai Jia' nın Türkçeye çevrilmiş iki kitabı bulunuyor. Bunlardan ilki Deşifre Deha diğeri ise Birim 701: Rüzgarı Dinleyenler. Deşifre Deha' yı okumadım henüz, ileride belki...Gelelim Birim 701' e.


Mai Jia uzun yıllar boyunca Çin İstihbarat Servisinde çalışmış. Her iki kitabında da kriptografi önemli yer tutuyor. Birim 701, zamanın Çin İstihbarat Servisinin önemli birimlerinden bir tanesi. İçinde 3 farklı departman bulunuyor. İnsanlar burada yıllarca büyük bir gizem ve izole edilmişlik içerisinde çalışıyor sonra emekli oluyor hatta ölüyor. Zaman geliyor ve buranın personelinin dosyaları üzerindeki gizlilik kalkıyor, kimisinin hemen kimisinin daha sonra... Böylece yazar, söylediğine göre, bu insanlarla yaptığı röportajların ardından bu kitabı oluşturuyor.


Kitap aslında bu birimde çalışan dört ya da beş kişinin hikayesini anlatıyor. Olayların geçtiği dönemler 70' ler ve 80' ler hatta biraz daha önceleri olduğu için öyle yüksek teknolojili, süper maceralı hikayeler beklemeyin. Şöyle söyleyeyim daha bilgisayar bile yok o dönemlerde. Radyo sinyalleri dinleniyor, sinyal ya da şifreler çeşitli yöntemlerle kırılmaya çalışılıyor. Hikayeler ise  uçuk kaçık veya süper hikayeler değil ancak kitap yine de kendini okutuyor. Bunda kitabın dilinin önemi büyük. Çok basit ve sade bir dili var kitabın.


Martı Yayınlarından çıkan kitabın çevirmeni Derya Engin. (Bundan pek emin değilim, teyit için araştırdım biraz ama bulamadım, sanırım İngilizceden Türkçeye çevrilmiş.)


Kitabın en büyük pozitif noktası akıcı dili. Bunun dışında merak edenler için vakit geçirmek adına bir seçim olabilir.

1 Haziran 2016 Çarşamba

Rainy Day Rainy Mind: Müzik










Geçen hafta canım çok sıkkınken yaptım bu listeyi, öylesine... 


Liste anime müziklerinden oluşuyor. Ağırlıklı olarak enstrümantal parçalardan oluşuyor. 

Anime açılış ve kapanış parçaları bu listede yer almıyor, daha çok anime esnasında çalan parçalar, tema müzikleri gibiler yer alıyor.

Youtube üzerinden dinlenince arada sırada saçma şeyler karşınıza çıkabiliyor 8tracks' in politikası gereği ama bu konuda yapılabilecek bir şey yok ne yazık ki.

Belki dinlemek isteyen olur.



LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...