28 Aralık 2013 Cumartesi

The Divine Weapon: Singijeon



2008 yapımı G. Kore filmi olmakta kendisi ve yönetmeni Kim Yu-Jin. Kadroda yer alan bazı isimler şu şekilde;

Seol- Ju: Jung Jae-Young (örnek: going by the book)

Hong Ri: Han Eun Jung

King Sejong: Ahn Sung-Ki  (örnek: battle of wits ya da duelist)

In-ha: In Gyo-Jin

Hani insanın hep izleyeceğim izleyeceğim diyerek ötelediği filmler vardır ya bu da onlardan bir tanesi benim için. Bu yazının yazıldığı günden haftalar önce izleyip bitirdim filmi.

Joseon' un, Ming egemenliği altında olduğu ama bir yandan da özgürlüğü için alttan alta çalıştığı dönemlerde eğlenceli bir tacir olan Seol-Ju' nun yanına Hon-Ri gelmek zorunda kalır.



Bir süre sonra kutsal silahı ki Ming' e karşı Joseon' un egemenliğini sağlamasına sebep olacaktır geliştirmeye başlarlar.

Tabii silah geliştirmek öyle kolay değil, yaralanması var, kazaya uğraması var...  Üstelik gizli silah, Ming casuslarının eline geçmemeli çizimler.

Konudan da anlaşılabileceği üzere romantizm süslü, tarihi aksiyon filmi.



Güzel aksiyon sahneleri, özellikle Jung Jae Young' dan iyi performans, derli toplu güzel bir film.

Benzer dönemi ele alan bir kısım dizilere aşinaysanız ( misal;  Jumong, Chuno vs..) daha da hoş gelecektir gözünüze.

****** spoiler sayılabilir ama sayılmayabilir de bilemedim****

ohahaha adamlar roket yaptılar yahu hohohoho diye gülüyordum bir ara sonra roketi geçtim uzun menzilli rokete döndüler yine güldüm. Ben güldükten sonra filmin sonunda not düşüyorlar;  ilk roket 15. yy da Joseon Döneminde icat edilmiştir, Avrupa da ise yaklaşık 300 yıl sonra diye. Sustum :) Ne bunu ne de havai fişek konusunu araştırmadım.

*******spoiler sayılabilir ama sayılmayabilir de bilemedim***

Bu arada film pek çok ödül almış ulusal ve uluslararası arenada.

Bana kalırsa çok efsanevi değil ama kötü de değil. Güzel vakit geçirmek ve hem tarihi hem de aksiyon filmi izlemek isteyenlere tavsiyemdir.

15 Aralık 2013 Pazar

Mim zamanı: Fil Fareden Neden Korkar?


Küçük Filozof mimlemiş beni sağolsun. Mimin yaratıcısı  ise  Paul Muad-Dib miş.

Oturup sakin bir zamanda sakin kafayla yapayım dedim ama yaz yaz bitmedi :) kısalta kısalta bu kadar oldu,  bazılarını es geçtim sonuçta şurada şu soruları cevaplarken adını anmadıklarım ya da detaylı yazmadıklarım nedeniyle vicdani bir savaş verdim resmen kendim ile *_*  sonuçta da hiç tatmin olmadım ya neyse :)

Öyleyse başlayalım...

1-En sevdiğiniz müzik türü hangisi? Neden? Bu türü kiminle tanıdınız? Ve bu türde son hızla kimleri dinlemeye devam ediyorsunuz?

Cevaplaması zor bir soru. Neden zor olduğunu kısaca açıklamaya çalışayım...

Çünkü Deep Purple' ın "sometimes i feel like screaming" ine tüm kalbimle eşlik ederek, Joe Hisaishi' nin "shoot the violinist" iyle coşarım, Luna Sea "Rosier" ile gaza gelip, queen' in "don't stop me now" ı ile enerji toplarım, George Gershwin' in "rhapsody in blue" sunun muzipliğine takılır, Borodin' in Polonez danslarıyla durulurum. Bad Religion ile "portrait of authority" diye bağırırken, Shadow Gallery' nin   "christmas day"' ine eşlik ederim. DSBK ile eğlenirken bir anda Nicholas Tse' ye döner akabinde  etnik müziklerle dünya değiştiririm. B.B. King ile başlar, Jimi Hendrix, Janis Joplin ile devam eder ilahilere kadar uzanır, Kitaro ile bağımı tazeler Yanni ile "Love is all" derim. Skid Row "in a darkened room" derken Iron Maiden' ın "wasted years" ına dönerim ve daha bir sürü, bu böyle devam eder...

Sanırım beni anladınız...(bazı türlere hiç girmedim bile)

2-Konuyu müzikten açmışken devam edeceğim… Sizce “iyi müzik” diye bir şey var mıdır? Varsa nedir? Yoksa kişisel bir zevk meselesi olduğu için “iyi müzik” de kişiye göre değişir mi?

Bana kalırsa "iyi müzik" vardır. Tanımlaması kendi adıma zor gerçi ama bir deneyeyim;

Bana kalırsa müzik bir ifade tarzıdır. Üzerinde emek verilmiş, teknik olarak altyapısı doldurulmuş, söylemek istediği bir derdi olan - illaha bir fikir bir düşünce ile sınırlayamam. - dinleyene bir şeyler hissettirebilen, her anlamda zengin, insanlığın evrensel duygularını kendine has bir şekilde anlatma kapasitesine sahip, belli bir estetiğe sahip olan, fabrikasyondan uzak, altı her anlamda doldurulmuş müzik iyi müziktir bana kalırsa.

3-En sevdiğiniz Türk ve yabancı yazarlar? (Ayrı kategoriler) Hangi kitabıyla tanıştınız ve başka hangi kitaplarını okudunuz? En çok hangisini beğendiniz? Neden?

Bu da çok zor soru. Adalet anlayışım ve vicdanım beni bu sorunun altında öldürür.

Şimdi pek çok insan C. Dickens ve Jack London ile gezmiş,dolaşmış, Dostoyevski' ye "hacım sen naptn ?" demiş, Turganyev' e önyargı ile yaklaşmış, V. Hugo bir de Rousseau okumazsak olmaz demiş, Goethe' ye zaman ayırmış, Dean Koontz hakkında çelişkili düşüncelere sahip olmuş, Shakespear' in estetiği ile büyülenmiş, Marlowe' a üzülmüş, Emile Zola ile sorgulamış, Aytomov ile dünya değiştirmiş, James Joyce ile ecel terleri dökmüş, Kafka ile dehşete uğramış, Oscar Wilde' a kafayı takmış,  Ibsen ile rahatlamış, Strindberg ve Hamsun ile boyut değiştirmiş, Nietczhe ile ayağı kaymış, Mevlanayı anlamaya çalışmış, Agatha Christie ile zaman geçirmiş, Edgar Allen Poe ile şaşırmış, Mayakovski' ye kafa patlatmış, Hemingway ile çanlar çalsın diye beklemiş, Tolkien ile orta dünyada gezmiştir. (burada keseyim en iyisi yoksa sayfalarca sürecek korkarım)

Soruyu cevaplamaya   bende komik/ ilginç çağrışımları olan ilk aklıma gelen yazarlarla devam edeyim;

yabancı yazarlar:

Isaac Asimov: Asimov ile tanıştığım zamanlar ortaokul yıllarıma denk gelir. Evde bir kitabını bulmuşum o zamanlar internet yok, kimdir necidir diye bakamıyoruz ama bilenlere sormuşum, oku demişler, hoşuna gider. Bir gün dersin ortasında sınıfa baskın yapılıp arama yapılır. O zamanlar böyle sınıf baskınları normal. Rus bir yazar görünce de hemen el koymaya çalışırlar. Kitaba da o kadar bağlanmışım ki hayatta onların eline bırakamam.Hem müdür yardımcısı hem de edebiyat öğretmeni olan kadınla edebiyat tartışmamız sonucu  kendimi disiplinde bulmuştum :) Sonuç kitabı kurtardım :) Ve Asimov ile bu şekilde başlayan hikayem devam etti.

Albert Camus: Yabancıyı 15 ya da 16 yaşında okumuştum, beni etkilemişti ama iyi mi kötü mü emin değildim. Nedensizliğe anlam veremiyordum. Daha sonraki yıllarda Albert Camus benim için çok önemli yazarlardan biri oldu. Eğer ben de bir müzisyen olsaydım the cure/ robert smith gibi şarkı yapardım. Veba ile beni değişik düşüncelere sevketmiş, başkaldıran insan, tersi ve yüzü, sysphos söyleni, diğerleri ve oyunlarıyla beni etkilemiştir. Albert Camus denilince aklımda hala masmavi deniz ve güneş canlanır.

Dostoyevski: kumarbaz, suç ve ceza, yeraltından notlar, karamazov kardeşler, ezilenler, budala için ne diyeyim? Beyaz Geceler e özel bir sevgim var. ama dostoyevski beni  ecinniler ile çarpmıştır.

Stanislav Lem: Bu çok başka bir kafa. Sadece şu anıdan çıkarak tek kitabına değineyim. Fiyasko bana takla attırmıştır.  Öyle ki rutin sabahlarımda bir zamanlar yaşadığım şehirde vapurla karşıya geçerken vapurdan inmeyi unutup geri dönmüşlüğüm ve yine inmeden karşıya geçmişliğim vardır. Üç bacak yaptığımı da sonradan anladım :)

Boris Vian: Bambaşka, ne diyebilirim her kitabı beni uçurmuştur.

B. Brecht: Bu da bambaşka konu... Başlarsam duramam, kestirip atıyorum böyle.

Arthur C Clarke: Ramalar bir yana, 2001 a space odyssey okurken dünya ile bağlantımı kesmiştim.

Stephen King: şu aralar kara kule serisini yeniden elime aldığım için anayım dedim :) o kadar çok anısı var ki her kitabının.

Neil Gaiman ve Terry Prettchet ile gereğinden çok daha geç tanıştım. Bir özür babında burada adlarını anıyorum.

Anton Çehov: oyunları bir yana, küçükken hasta iken bir öyküsü ile bana korkudan kalp krizi geçirtiyordu neredeyse. Kişiliği, efendiliği ve sahalin yolculuğuyla saygı duyarım. Bir de garibim Stanislavski nin oyun rejisi ne bozmuştu kendisini :)

Haşek in Aslan Asker Şıvayk' ını deniz kenarında güneş altında okumuştum. Ne manyakmışım. O ironik duruma hala çok gülerim.

F. Garcia Lorca: Bana farklı bir boyut kattı.

En iyisi burada keseyim.adını anmadıklarım,  özür dileriiiimmmm...............


Türk yazarlar:

Bu konuda eksiğim ve Türk edebiyatından bazı nedenler yüzünden zamanında çok soğudum. Yine de bu eksiği kapatmak için çalışıyorum pek çok yazar okuyorum  ama en sevdiğim diyeceğim pek isim yok. Yusuf Atılgan ve Vedat Türkali diyeyim.

Şimdi birde Türkçe okumak istediğim bir kitap var, tam haliyle. wu cheng'en' in "Batı'ya Yolculuk" adlı kitabı. İngilizce çevirilerini okumaktan helak oldum. Bu mim aracılığıyla seslenmek istiyorum. Ben ölmeden birileri el atsın da çevirsin şunu!!!


4-En sevdiğiniz filmler? (En az beş tane) En sevdiğiniz diziler? (En az üç) Neden?

Hahahaha işte net cevabım olan tek soru. En sevdiğim film Star Wars. 6 sı birden ahahahahah.

Sıralama olmadan devamında: red cliffler , rhapsody in august( 12-13 yaşında izlemiştim de fena çarpılmıştım),  tango , crouching tiger, hidden dragon ve daha bir sürü....

dizi: battle star galactica, dr who, bigbang theory ilk aklıma gelenler.


5-Hayat felsefenizi üç-beş-on madde ile özetleyin desem? (seçim sizin)

özetlemeden geçmeyi tercih ediyorum :)

6-Müziğe geri döneceğim, en sevdiğiniz 3 sanatçı/grup? Ve onların en sevdiğiniz 5 şarkısı hangisi? Neden?

Uhhh içinden çıkılmaz. O zaman blog konsepti içinde JRock familyasından yanıtlamakla yetineyim.parçalarına benim için özel olanlardan seçiyorum.

X Japan: Nedene gerek var mı?

Rusty Nail
Voiceless screaming
tears
art of life
endless rain

Luna Sea: Parçaları, grup elemanları, duruşları, müzikleri, geriye bıraktıkları, etkiledikleri, dinleyici olarak aldığım haz falan....

Rosier
storm
I for you
wish
In my dream

Glay: İlk tanıştığım Japon grubudur kendisi :) İyi ki tanışmışım

however
street life
rain
missing you
special thanks


7-Bana herhangi bir ülkenin müzik piyasasını uzun uzun anlatın. Ülke seçimi tamamen size kalmış.

Öyleyse bu noktada C-Pop tan bahsedeyim. C-pop diyorum ama son dönemde hareketlenen chinese (mandarin) pop piyasasından ziyade konuyu Canto pop a indirgeyeceğim. Sonuçta K-pop ortada yokken buralar hep kanto - pop tu.

Önce kısa bir bilgi vereyim Çin Halk Cumhuriyeti çatısı altında var olan pek çok etnik grup var. Biz ülkede konuşulan dile kısaca Çince diyoruz fakat ana karada ve dünyaya yayılmış olan Çinliler arasında en fazla konuşulanı mandarin. Bunun dışında çok fazla lehçe bulunmakta bunlardan en yaygın olanı Kantonca.(cantonese) Hong Kong ve ana kıtanın bir kısmında insanlar arasında konuşuluyor. Kantonca konuşan mandarin konuşanı fazla anlamaz. (yani gerçi iki çinli mandarin konuşsa da birbirini anlamayabiliyor). Bu gözler ana kıtada mandarin öğrenen Hong Konglular gördü :)

Dönelim Kanto - Pop a. Ana kara Çin' in kültürel çeşitliliği, müzik ve sanat geleneği yadsınamaz. Bir dönemden sonra işin içine yabancılar da dahil oluyor.

Bu tarza aslında Hong Kong'a ana karadan göçen Çinlilerin ilham verdiği söyleniyor. Bu kısımları fazla uzatmayacağım, konuyla ilgili farklı kaynaklar mevcut ama hepsinin sonucu şuraya uzanıyor. O dönemde göçen Çinlilerin taşıdığı geleneksel müzik tarzı ( ninni, türkü, opera vs...) ile batı etkisinin karışımıyla kanto  pop denilen kavram ortaya çıkıyor. Unutmayalım ki Hong Kong 1997 ye kadar İngiliz himayesi altındaydı.

70 lere gelene kadar aslında Kanton pop' a emek veren, bunun içine katkı veren pek çok kişi ve etmen var ama mainstream olamıyor. Aksine Hong Kong yerine çevre ülkelerdeki Çinliler tarafından daha çok rağbet görüyor. 59 dan sonra filmlerin jeneriklerinde yer alan parçalar biraz daha gün yüzüne çıkmasını sağlıyor ama bu parçaların oluşması için söz yazarından bestecisine müthiş bir çaba var.

70lerde ekonomi coşunca insanların alım gücü de artıyor ve eğlence sektörüne yatan para artıyor. Televizyon/sinema   etkili  hale geliyor. Böylece lokal bir kültür oluşuyor. Mandarin ya da İngilizce söyleyenler Kantoncaya dönmeye başlıyor.Televizyon programları ve parçalar ana kara ve çevre ülkelere girmeye başlıyor. Başarı kazandıkça Hong Kong eğlence sektörüne dışarıdan da para gelmeye başlıyor. Bu dönemde pek çok cover parça ortaya çıkıyor doğal olarak. Pek çok parça Japonca ya da İngilizce şarkıların Kantonça yorumu.

80 den sonra müzik endüstrisinde çok daha profesyonel bir yapılanma ortaya çıkıyor. Farklı yetenekler, şirketler tarafından seçiliyor. Piyasanın haklarını korumaya yönelik kuruluşlar inşa ediliyor.

80 ve 90 larda en bomba dönemini yaşıyor Kantopop. Müthiş bir başarısı oluşuyor ve Asya yı bir nevi domine ediyor.

80 öncesi adı saygıyla anılanları bir yana koyacağım ve sonrasını ele alacağım. Bu dönemde Anita Mui, Leslie Chen ve nicesi ortamı sallıyor.

90 larda ortaya "Four Heavenly Kings" ortaya çıkıyor. Bu dönemde piyasayı domine eden 4 kişi. Uzak doğu ile ilgilineneler en azından bu isimlere aşinadır :)

Andy Lau
Aaro Kwok
Leon Lai
Jacky Cheung

Bunlarla birlikte istemeden de olsa hakkını yememek adına anmam gereken bir Faye Wong var, ve daha bir sürü...

2000 li yıllarda ortamdan ayrılanlarla birlikte yeni isimler geliyor. Twins, Nicolas Tse, Edison Chen, Eason Chan ve daha bir sürü...

2000 lerin sonuna doğru  ise Kantopop o altın dönemini kaybediyor, lokal müzik olmaktan çıkıp deniz aşırı bir başarı yakalamışken, Kore, Tayvan ana kıta Çin müzik endüstrisinin  sağlam atakları karşısında çok daha büyüyen bir piayasanın küçük bir alt dalı oluveriyor.

Bir iki noktaya daha değineyim Kanto pop söylüyorsanız en az bir filmde oynamak zorundasınız, yetenek önemli değil. Şarkı söyleyipte filmde yer almamış az isim vardır :))

Uzak doğunun genelinde görüldüğü şekilde temiz ve düzgün bir imaja çok önem verilirdi ancak 2000 sonlarında pek çok skandal patladı, bir sürü isime yazık oldu.

Böyle işte, en kısa ve öz şekilde bu kadar toparlayabildim bana kalsa sabah kadar anlatırım :)



8- Sizce en güzel ve en kötü duygular hangileridir? Nedenlerini söylemeyi unutmayın!

bu değişir ya da çok uzun yazmak gerekir. Kime göre neye göre, duruma göre falan....

9- “Bu adam benim idolüm.” Dediğiniz biri var mı? Varsa kim? Yoksa olmak istediğiniz insanı bana siz anlatın.

Sakata Gintoki hahahah

şaka bir yana ama  yok, ne yazık ki hiç öyle biri olmadı. Beğendiğim, takdir ettiğim, saydığım pek çok kişi oldu ama idol olmaya uzaklar.

İdolüm olmaya en yakın karakter Gintoki gerçekten sanırım :))

10- Şuan neredesin, ne yapıyorsun ve bundan on yıl sonra nerede, ne yapacaksın? Bu hayattaki amacın ne abi? Ne için yaşıyorsun?

Şu anda bilgisayarın başında soruları yanıtlamaya çalışırken ve kendimle boğuşurken, bir yandan kahvemi içip diğer yandan müzik dinliyorum. Ne için yaşadığımı ya da amacımın olup olmadığını bilseydim hayatım çok kolay olurdu :)) plan ve programsızlık candır *_*

Böyle diyerek burada noktalayım. Eğer kendisi henüz almadıysa mimi LoverK'  ya paslıyorum.

7 Aralık 2013 Cumartesi

GÜNLÜK HAYATTA ANİME...





Bu yazı ile siz anime severlere  amme hizmeti olarak bir çeşit klavuz sunmaya karar verdim. Hepimiz anime seviyoruz zaman zaman hayatı anime tadında yaşamayı düşlüyoruz. İstediğimiz bir animenin içine giremeyeceğimiz ya da bir anime karakteri olamayacağımız şimdilik bir gerçek ama peki ya animelerde geçen bazı teknik ya da güçleri kullanabilseydik, hayat daha eğlenceli daha kolay olmaz mıydı?

İşte bunu düşünerek ola ki bir gün rüyamıza ak sakallı dede girer ve  " ey evladım? Sana bir dilek hakkı veriyorum. Söyle bana eğer bir teknik isteseydin, hangisini isterdin?" diye bize sorar diye bu kılavuzu hazırlamaya karar verdim. Amaç ak sakallı  dede sorduğu anda   şapşal şapşal dedenin suratına bakmayalım, bazıları üzerinde beyin fırtınası yapalım ve kendimizi bu konuda netleştirelim ve hemen cevabımızı yapıştıralım ki  ak sakallı dede  sorduğuna pişman olsun.

İlk bölümde teknikleri ele alıyorum;



Naruto: Şimdi Naruto oğlanı sevmemek mümkün değil. En başta ağzına vurup otutturulacak şımarık çocuk imajı çizse bile, Uzumaki Naruto gönül insanıdır, eğlencelidir, düşüncelidir, sevilesidir. Naruto' nun kage bushin no jutsu' su günlük hayatta pratik kullanıma oldukça uygundur. İstiyorum!

Klonlayacağım kendimi, saatlerce yapacağım bir işte zaman tasarrufu yapacağım. Zaman bana kalacak. Misal ev mi temizlenecek? Saatlerce sürecek iş kendimden oluşan 10 kişilik ordu ile yarım saatte bitecek.

(öyleyse Naruto' dan gelsin; The Raising Fightning Spirit)



Bu jutsuyu başka şekilde de kullanabilirsiniz. Şöyle ki; eve geç geldiniz, çok az zamanınız var zira hem yorgunsunuz hem de ertesi gün sabahın köründe yine kalkmak zorundasınız. Eeeeh ben ne zaman kitap okuyacağım, sakin kafayla müzik dinleyeceğim, manga okuyacağım, anime film izleyeceğim, yemek yapacağım, ütü yapacağım, onu yapacağım, bunu yapacağım diye düşünüyorsunuz değil mi? İşte bu noktada jutsumuzu devreye sokuyoruz. Klonluyoruz kendimizi, birimiz kitap okuyor, kimimiz ütü yapıyor, kimimiz anime izliyor. Oh mis!!!

İkinci kullanım durumunda konunun tehlikeli bir noktası var; klonların birbirine girme olasılığı! Şimdi yemek yapan klon doğal olarak film izleyene uyuz olur, yerleri silen klon da kitap okuyana. Bu nedenle iş bölümünün dağıtımı ve adaletin sağlanması kritik nokta. Hepimiz eşitiz,klonların da hakkı var,unutmayalım lütfen!!



Bleach: flash steps: İşte günlük hayatta en çok işimize yarayacak, hayatın temposuna gayet uygun ve pratik bu teknik Bleach' ten geliyor.

Ülkenin her yöne ve her moddaki ulaştırma konusundaki başarısızlığı malum. Hele bazı şehirler var ki insanı çileden çıkartır. Buna karşın hepimiz her gün bir yerlere ulaşma çabası içindeyiz, işimiz var, gücümüz var, okulumuz var, kursumuz var, sosyal hayatımız var.... amma velakin buralara ulaşana kadar tüm enerjimizi tüketiyor, araba, otobüs peşinde koşarken bir maratoncu, vapura atlarken üç adımcı oluyoruz. İşte çözüm bu teknik!

Vapur iskeleden mi uzaklaşıyor? Korkma, daya adımları!! Servis seni beklemeden önünden mi ilerliyor, korkma daya adımları! ve sakın durma atik ol ki servisin önüne geçip cool bir şekilde bakış atarken ezilmeyesin!

Trafik sıkıştı, yarım saattir aracın içinde olduğunuz yerde duruyorsunuz. Önemli bir sınavınız, yetişmeniz gereken bir toplantı ya da kendi nikahınız var! Durum çok vahim görünüyor. İşte bu noktada kurtarıcı bir çözüm olarak flash stepsi devreye sokuyoruz ve varacağımız yere çok geç kalmadan ulaşıyoruz.

Flash stepsin daha pek çok kullanım alanı mevcut. Sonuç olarak herkese gerekli bir teknik.



Full MetalAlchemist Botherhood: En sevdiğim karakter Roy Mustang'in kabaca  "parmaklarını şıklat ateşi kullan" gücü. (daha kuş bakışı haliyle yazılamazdı sanırım :)) Teee zamanında Prometheus insanlığa ateşi boşuna vermemiş tabii ki, siz de bunu kullanmaktan çekinmeyin ancak kullanıma dikkat ediyoruz amacımız çevreye ya da insanlara, yaşayanlara zarar vermek değil günlük hayatımızı kolaylaştırmak. (eldivenlerinizi yanınızdan ayırmayın))

Unutmayın, kontrolsüz güç güç değildir ve güç sorumluluk ister.

Pek biz bununla napabiliriz?

Mesela arkadaşlarınızla soğuk bir havada dağa kampa ya da pikniğe gittiniz. Şu işe bakın ki hiç bir zeki arkadaşınız yanına ateş yakacak bir alet almamış ve kimse ateş yakmayı bilmiyor. (olmaz demeyin, hayatta böyle insanlar var ve hayat böyle insanları yan yana topluyor) Bu durumda napıyoruz?  Hemen şık yapıyoruz ve kendimize ve arkadaşlarımıza bir ateş yakıyoruz. Hem ısınıyoruz, hem birbirimizi görüyoruz hem üzerinde patates közlüyoruz bonus olarakta hiçbir ağacı kesmiyoruz. Dönerken ateşi söndürüyoruz.

Evde akşam oturuyoruz ve şaaaaak! elektrikler gitti. Olmaz demeyin, 21. yy dayız demeyin, hepimizin başına gelebilir. Nerede yaşıyoruz sanıyorsunuz? Neyse, el yordamıyla mum bulduk ama çakmak ya da kibrite ulaşamıyoruz. Eh ne yapıyoruz? Evet bildiniz, hemen ateşi yakıyoruz.

Malum önümüz kar kış. Buzlanmış sokaklar, caddeler bizi bekler.Sabah uzun bir güne uyandınız ve evden çıkıyorsunuz. Aaaaa!!!  bir de baktınız önünüzde uzanan sokak bir buz pisti, üzerinde düz bir çizgide seyredebilen bir araç ya da insan yok. Ne yazık ki tuzlamayı unutmuşlar!!! İşte burada gücümüzü insanlık adına büyük miktarda kullanıyor ateşimizi yola salıyoruz. Gerçi sonucunda su, çamur bizi bekleyecek ama kafayı, gözü kırmaktan iyidir diyerek, varış noktamıza kadar bu şekilde ilerliyor hem de soğuk havayı kırarak,ısınıyoruz.

Bitmedi...  evdeyiz ve eve inatla kibrit ya da çakmak almıyoruz ve ocak yakacağız. Evden çıkıp markete gitmek zor geliyor ama ocağın yanması da hayati yoksa açlıktan öleceğiz. İşte çok elzem bir noktada gücümüzü devreye sokuyoruz.



Naruto: Kakashi' nin köpekleri çağırdğı Jutsu: -üşengeç insanım işte, şu jutsunun adını hatırlayamadım ama bakmakta zor geliyor. Klonum olsaydı baktırırdım -  Bu jutsuyu özellikle kendim gibi yer yön kavramını bir dönemden sonra yitirmişler için şiddetle öneriyorum. Ben de eskiden kaybolmaz, geçtiğim bir yeri unutmazdım. Ne olduysa üç dört yıl önce oldu. Artık yön duygum yok!

İşte bu jutsu benim gibiler için... Kaybolduk, evin yolunu bulacağız ama bu yetimizde hiç tık yok! Napıyoruz?  çağırıyoruz abileri hadi evin yolunu göster diyoruz. Sağ salim, vakit kaybetmeden evimizin yolunu buluyoruz.

Bu jutsuyu yine yol tarifi konusunda yeteneksizler için öneriyorum. Arkadaşlarınız evinize gelecek ama yolu tarif etmeyi beceremiyorsunuz ya da aslında siz ediyorsunuz da onlar anlamıyor. Durum fena. Napıyoruz? Köpeklerimizi çağırıyoruz hadi bakalım git şunları al getir diyoruz.

Bu liste daha yaz yaz bitmez, parça parça klavuzu genişleteceğim. Bu arada sizlerin de aklına gelen olursa eklemekten çekinmeyin. Burada yaptığımız bir nevi amme hizmeti olup, niyet  madem hayatı anime tadında yaşayamıyoruz en azında bir iki bir şey kapsak diye düşünürken  karşımıza çıkıp bize böyle bir teklifte bulunan ak sakallı dedeyi el birliğiyle ters köşe yapmak.

İsteyenin bir yüzü vermeyenin iki yüzü kara demişler.

* devamı gelecek *

2 Aralık 2013 Pazartesi

Gintama': Enchousen : Anime mi dediniz?



 Şu yazının yazıldığı anlar Gintama Enchousen adı verilen, Gintama' nın 13 bölümünü taze bitirdiğim dakikalardır. (ben bunu buraya yine çok sonra eklerim ya neyse)

Açıkçası bu 13 bölüme başlayıp, izlememek   için çok büyük bir irade ile kendimi tutuyordum. Her zaman daha geniş bir zaman aralığında  ve kafamın rahat olduğu bir dönemde izlemek için diye kendimi avutuyordum? Çok sıkkın olduğum ya da krizimin tuttuğu anlarda eski bölümleri açıp izleyerek taze bir nefes alıyordum. Neden mi kendime bu işkenceyi yapıyordum? Çünkü henüz izlememiş olduğum bu on üç bölümün varlığı bana güç veriyordu!!! (hahahahah)... Gintama bu, izlemeye başlayınca su gibi gidiyor ve bir anda bitiveriyor, bilenler bilir.



Lakin, artık nedeni nedir bilinmez, yine hayattan delicesine sıkıldığım, ıssız bir adaya sığınma  ya da uzun süreli kış uykusuna yatma düşüncesinin kafamda belirdiği sıkkın, sorunlu, zor ve yorgun günler döneminde elim bir anda bu animeye gitti ve ilk bölümle karşı karşıya kaldım. Artık geri dönmek için çok geçti!

Ve böyle bir dönemde yine Gintama ile  bir nevi deja vu yaşadım sanki. Gintama' yı yıllar önce izlediğim ilk gün geldi aklıma şu anda ya neyse...



Gintama için 13 bölüm nedir ki? Su gibi aktı gitti... Özellikle Shogun' un kalesine daldıkları bölümde nefesim kesildi ki bu bölümü bir kaç kez izlediğimi söylememe gerek yok. Çarpıldım! Kintoki' den çıktıktan sonra bu arcın gelmesi beni çarptı. ..

Yıllardır tanıdığı futbolcu penaltı noktasında vuruşuna hazırlanırken kalesinde sakince  bekleyen, karşısındakini  ve  tekniğini bilmenin getirdiği güvenle hangi köşeye topu göndereceğini bilmenin verdiği güvenle  ukalaca gülen, vuruş yapıldığı anda topun beklediği köşeye plase değil de bodoslama ve beklediğinden çok daha sert geldiğini görüpte havada  topa doğru  uzanmaya çalışırken   yetişmek için çok yavaş kaldığını idrak eden  bir kalecenin yaşadığı şaşkınlığı yaşadım. (peter handke, nelere kadirsin ahahahahah)

*gintama nın yan etkilerinden sakınınız!!





Ötesinde obi one ni-san bölümünde en azından beni tanıyanlar ne halde olduğumu az çok tahmin edebilirler. (obi one yahu haha!!)

Bu gereksiz girişten sonra, yazının gelişme ve sonuç bölümünü oluşturan tek cümleye geçmek istiyorum izninizle...

Gintama, sen ne güzel bir şeysin!




Açılış parçası olarak arz-ı endam eden Spyair' in "Sakura Mitsutsuki" si animeye çok yakışmış bence.



LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...