28 Aralık 2013 Cumartesi

The Divine Weapon: Singijeon



2008 yapımı G. Kore filmi olmakta kendisi ve yönetmeni Kim Yu-Jin. Kadroda yer alan bazı isimler şu şekilde;

Seol- Ju: Jung Jae-Young (örnek: going by the book)

Hong Ri: Han Eun Jung

King Sejong: Ahn Sung-Ki  (örnek: battle of wits ya da duelist)

In-ha: In Gyo-Jin

Hani insanın hep izleyeceğim izleyeceğim diyerek ötelediği filmler vardır ya bu da onlardan bir tanesi benim için. Bu yazının yazıldığı günden haftalar önce izleyip bitirdim filmi.

Joseon' un, Ming egemenliği altında olduğu ama bir yandan da özgürlüğü için alttan alta çalıştığı dönemlerde eğlenceli bir tacir olan Seol-Ju' nun yanına Hon-Ri gelmek zorunda kalır.



Bir süre sonra kutsal silahı ki Ming' e karşı Joseon' un egemenliğini sağlamasına sebep olacaktır geliştirmeye başlarlar.

Tabii silah geliştirmek öyle kolay değil, yaralanması var, kazaya uğraması var...  Üstelik gizli silah, Ming casuslarının eline geçmemeli çizimler.

Konudan da anlaşılabileceği üzere romantizm süslü, tarihi aksiyon filmi.



Güzel aksiyon sahneleri, özellikle Jung Jae Young' dan iyi performans, derli toplu güzel bir film.

Benzer dönemi ele alan bir kısım dizilere aşinaysanız ( misal;  Jumong, Chuno vs..) daha da hoş gelecektir gözünüze.

****** spoiler sayılabilir ama sayılmayabilir de bilemedim****

ohahaha adamlar roket yaptılar yahu hohohoho diye gülüyordum bir ara sonra roketi geçtim uzun menzilli rokete döndüler yine güldüm. Ben güldükten sonra filmin sonunda not düşüyorlar;  ilk roket 15. yy da Joseon Döneminde icat edilmiştir, Avrupa da ise yaklaşık 300 yıl sonra diye. Sustum :) Ne bunu ne de havai fişek konusunu araştırmadım.

*******spoiler sayılabilir ama sayılmayabilir de bilemedim***

Bu arada film pek çok ödül almış ulusal ve uluslararası arenada.

Bana kalırsa çok efsanevi değil ama kötü de değil. Güzel vakit geçirmek ve hem tarihi hem de aksiyon filmi izlemek isteyenlere tavsiyemdir.

15 Aralık 2013 Pazar

Mim zamanı: Fil Fareden Neden Korkar?


Küçük Filozof mimlemiş beni sağolsun. Mimin yaratıcısı  ise  Paul Muad-Dib miş.

Oturup sakin bir zamanda sakin kafayla yapayım dedim ama yaz yaz bitmedi :) kısalta kısalta bu kadar oldu,  bazılarını es geçtim sonuçta şurada şu soruları cevaplarken adını anmadıklarım ya da detaylı yazmadıklarım nedeniyle vicdani bir savaş verdim resmen kendim ile *_*  sonuçta da hiç tatmin olmadım ya neyse :)

Öyleyse başlayalım...

1-En sevdiğiniz müzik türü hangisi? Neden? Bu türü kiminle tanıdınız? Ve bu türde son hızla kimleri dinlemeye devam ediyorsunuz?

Cevaplaması zor bir soru. Neden zor olduğunu kısaca açıklamaya çalışayım...

Çünkü Deep Purple' ın "sometimes i feel like screaming" ine tüm kalbimle eşlik ederek, Joe Hisaishi' nin "shoot the violinist" iyle coşarım, Luna Sea "Rosier" ile gaza gelip, queen' in "don't stop me now" ı ile enerji toplarım, George Gershwin' in "rhapsody in blue" sunun muzipliğine takılır, Borodin' in Polonez danslarıyla durulurum. Bad Religion ile "portrait of authority" diye bağırırken, Shadow Gallery' nin   "christmas day"' ine eşlik ederim. DSBK ile eğlenirken bir anda Nicholas Tse' ye döner akabinde  etnik müziklerle dünya değiştiririm. B.B. King ile başlar, Jimi Hendrix, Janis Joplin ile devam eder ilahilere kadar uzanır, Kitaro ile bağımı tazeler Yanni ile "Love is all" derim. Skid Row "in a darkened room" derken Iron Maiden' ın "wasted years" ına dönerim ve daha bir sürü, bu böyle devam eder...

Sanırım beni anladınız...(bazı türlere hiç girmedim bile)

2-Konuyu müzikten açmışken devam edeceğim… Sizce “iyi müzik” diye bir şey var mıdır? Varsa nedir? Yoksa kişisel bir zevk meselesi olduğu için “iyi müzik” de kişiye göre değişir mi?

Bana kalırsa "iyi müzik" vardır. Tanımlaması kendi adıma zor gerçi ama bir deneyeyim;

Bana kalırsa müzik bir ifade tarzıdır. Üzerinde emek verilmiş, teknik olarak altyapısı doldurulmuş, söylemek istediği bir derdi olan - illaha bir fikir bir düşünce ile sınırlayamam. - dinleyene bir şeyler hissettirebilen, her anlamda zengin, insanlığın evrensel duygularını kendine has bir şekilde anlatma kapasitesine sahip, belli bir estetiğe sahip olan, fabrikasyondan uzak, altı her anlamda doldurulmuş müzik iyi müziktir bana kalırsa.

3-En sevdiğiniz Türk ve yabancı yazarlar? (Ayrı kategoriler) Hangi kitabıyla tanıştınız ve başka hangi kitaplarını okudunuz? En çok hangisini beğendiniz? Neden?

Bu da çok zor soru. Adalet anlayışım ve vicdanım beni bu sorunun altında öldürür.

Şimdi pek çok insan C. Dickens ve Jack London ile gezmiş,dolaşmış, Dostoyevski' ye "hacım sen naptn ?" demiş, Turganyev' e önyargı ile yaklaşmış, V. Hugo bir de Rousseau okumazsak olmaz demiş, Goethe' ye zaman ayırmış, Dean Koontz hakkında çelişkili düşüncelere sahip olmuş, Shakespear' in estetiği ile büyülenmiş, Marlowe' a üzülmüş, Emile Zola ile sorgulamış, Aytomov ile dünya değiştirmiş, James Joyce ile ecel terleri dökmüş, Kafka ile dehşete uğramış, Oscar Wilde' a kafayı takmış,  Ibsen ile rahatlamış, Strindberg ve Hamsun ile boyut değiştirmiş, Nietczhe ile ayağı kaymış, Mevlanayı anlamaya çalışmış, Agatha Christie ile zaman geçirmiş, Edgar Allen Poe ile şaşırmış, Mayakovski' ye kafa patlatmış, Hemingway ile çanlar çalsın diye beklemiş, Tolkien ile orta dünyada gezmiştir. (burada keseyim en iyisi yoksa sayfalarca sürecek korkarım)

Soruyu cevaplamaya   bende komik/ ilginç çağrışımları olan ilk aklıma gelen yazarlarla devam edeyim;

yabancı yazarlar:

Isaac Asimov: Asimov ile tanıştığım zamanlar ortaokul yıllarıma denk gelir. Evde bir kitabını bulmuşum o zamanlar internet yok, kimdir necidir diye bakamıyoruz ama bilenlere sormuşum, oku demişler, hoşuna gider. Bir gün dersin ortasında sınıfa baskın yapılıp arama yapılır. O zamanlar böyle sınıf baskınları normal. Rus bir yazar görünce de hemen el koymaya çalışırlar. Kitaba da o kadar bağlanmışım ki hayatta onların eline bırakamam.Hem müdür yardımcısı hem de edebiyat öğretmeni olan kadınla edebiyat tartışmamız sonucu  kendimi disiplinde bulmuştum :) Sonuç kitabı kurtardım :) Ve Asimov ile bu şekilde başlayan hikayem devam etti.

Albert Camus: Yabancıyı 15 ya da 16 yaşında okumuştum, beni etkilemişti ama iyi mi kötü mü emin değildim. Nedensizliğe anlam veremiyordum. Daha sonraki yıllarda Albert Camus benim için çok önemli yazarlardan biri oldu. Eğer ben de bir müzisyen olsaydım the cure/ robert smith gibi şarkı yapardım. Veba ile beni değişik düşüncelere sevketmiş, başkaldıran insan, tersi ve yüzü, sysphos söyleni, diğerleri ve oyunlarıyla beni etkilemiştir. Albert Camus denilince aklımda hala masmavi deniz ve güneş canlanır.

Dostoyevski: kumarbaz, suç ve ceza, yeraltından notlar, karamazov kardeşler, ezilenler, budala için ne diyeyim? Beyaz Geceler e özel bir sevgim var. ama dostoyevski beni  ecinniler ile çarpmıştır.

Stanislav Lem: Bu çok başka bir kafa. Sadece şu anıdan çıkarak tek kitabına değineyim. Fiyasko bana takla attırmıştır.  Öyle ki rutin sabahlarımda bir zamanlar yaşadığım şehirde vapurla karşıya geçerken vapurdan inmeyi unutup geri dönmüşlüğüm ve yine inmeden karşıya geçmişliğim vardır. Üç bacak yaptığımı da sonradan anladım :)

Boris Vian: Bambaşka, ne diyebilirim her kitabı beni uçurmuştur.

B. Brecht: Bu da bambaşka konu... Başlarsam duramam, kestirip atıyorum böyle.

Arthur C Clarke: Ramalar bir yana, 2001 a space odyssey okurken dünya ile bağlantımı kesmiştim.

Stephen King: şu aralar kara kule serisini yeniden elime aldığım için anayım dedim :) o kadar çok anısı var ki her kitabının.

Neil Gaiman ve Terry Prettchet ile gereğinden çok daha geç tanıştım. Bir özür babında burada adlarını anıyorum.

Anton Çehov: oyunları bir yana, küçükken hasta iken bir öyküsü ile bana korkudan kalp krizi geçirtiyordu neredeyse. Kişiliği, efendiliği ve sahalin yolculuğuyla saygı duyarım. Bir de garibim Stanislavski nin oyun rejisi ne bozmuştu kendisini :)

Haşek in Aslan Asker Şıvayk' ını deniz kenarında güneş altında okumuştum. Ne manyakmışım. O ironik duruma hala çok gülerim.

F. Garcia Lorca: Bana farklı bir boyut kattı.

En iyisi burada keseyim.adını anmadıklarım,  özür dileriiiimmmm...............


Türk yazarlar:

Bu konuda eksiğim ve Türk edebiyatından bazı nedenler yüzünden zamanında çok soğudum. Yine de bu eksiği kapatmak için çalışıyorum pek çok yazar okuyorum  ama en sevdiğim diyeceğim pek isim yok. Yusuf Atılgan ve Vedat Türkali diyeyim.

Şimdi birde Türkçe okumak istediğim bir kitap var, tam haliyle. wu cheng'en' in "Batı'ya Yolculuk" adlı kitabı. İngilizce çevirilerini okumaktan helak oldum. Bu mim aracılığıyla seslenmek istiyorum. Ben ölmeden birileri el atsın da çevirsin şunu!!!


4-En sevdiğiniz filmler? (En az beş tane) En sevdiğiniz diziler? (En az üç) Neden?

Hahahaha işte net cevabım olan tek soru. En sevdiğim film Star Wars. 6 sı birden ahahahahah.

Sıralama olmadan devamında: red cliffler , rhapsody in august( 12-13 yaşında izlemiştim de fena çarpılmıştım),  tango , crouching tiger, hidden dragon ve daha bir sürü....

dizi: battle star galactica, dr who, bigbang theory ilk aklıma gelenler.


5-Hayat felsefenizi üç-beş-on madde ile özetleyin desem? (seçim sizin)

özetlemeden geçmeyi tercih ediyorum :)

6-Müziğe geri döneceğim, en sevdiğiniz 3 sanatçı/grup? Ve onların en sevdiğiniz 5 şarkısı hangisi? Neden?

Uhhh içinden çıkılmaz. O zaman blog konsepti içinde JRock familyasından yanıtlamakla yetineyim.parçalarına benim için özel olanlardan seçiyorum.

X Japan: Nedene gerek var mı?

Rusty Nail
Voiceless screaming
tears
art of life
endless rain

Luna Sea: Parçaları, grup elemanları, duruşları, müzikleri, geriye bıraktıkları, etkiledikleri, dinleyici olarak aldığım haz falan....

Rosier
storm
I for you
wish
In my dream

Glay: İlk tanıştığım Japon grubudur kendisi :) İyi ki tanışmışım

however
street life
rain
missing you
special thanks


7-Bana herhangi bir ülkenin müzik piyasasını uzun uzun anlatın. Ülke seçimi tamamen size kalmış.

Öyleyse bu noktada C-Pop tan bahsedeyim. C-pop diyorum ama son dönemde hareketlenen chinese (mandarin) pop piyasasından ziyade konuyu Canto pop a indirgeyeceğim. Sonuçta K-pop ortada yokken buralar hep kanto - pop tu.

Önce kısa bir bilgi vereyim Çin Halk Cumhuriyeti çatısı altında var olan pek çok etnik grup var. Biz ülkede konuşulan dile kısaca Çince diyoruz fakat ana karada ve dünyaya yayılmış olan Çinliler arasında en fazla konuşulanı mandarin. Bunun dışında çok fazla lehçe bulunmakta bunlardan en yaygın olanı Kantonca.(cantonese) Hong Kong ve ana kıtanın bir kısmında insanlar arasında konuşuluyor. Kantonca konuşan mandarin konuşanı fazla anlamaz. (yani gerçi iki çinli mandarin konuşsa da birbirini anlamayabiliyor). Bu gözler ana kıtada mandarin öğrenen Hong Konglular gördü :)

Dönelim Kanto - Pop a. Ana kara Çin' in kültürel çeşitliliği, müzik ve sanat geleneği yadsınamaz. Bir dönemden sonra işin içine yabancılar da dahil oluyor.

Bu tarza aslında Hong Kong'a ana karadan göçen Çinlilerin ilham verdiği söyleniyor. Bu kısımları fazla uzatmayacağım, konuyla ilgili farklı kaynaklar mevcut ama hepsinin sonucu şuraya uzanıyor. O dönemde göçen Çinlilerin taşıdığı geleneksel müzik tarzı ( ninni, türkü, opera vs...) ile batı etkisinin karışımıyla kanto  pop denilen kavram ortaya çıkıyor. Unutmayalım ki Hong Kong 1997 ye kadar İngiliz himayesi altındaydı.

70 lere gelene kadar aslında Kanton pop' a emek veren, bunun içine katkı veren pek çok kişi ve etmen var ama mainstream olamıyor. Aksine Hong Kong yerine çevre ülkelerdeki Çinliler tarafından daha çok rağbet görüyor. 59 dan sonra filmlerin jeneriklerinde yer alan parçalar biraz daha gün yüzüne çıkmasını sağlıyor ama bu parçaların oluşması için söz yazarından bestecisine müthiş bir çaba var.

70lerde ekonomi coşunca insanların alım gücü de artıyor ve eğlence sektörüne yatan para artıyor. Televizyon/sinema   etkili  hale geliyor. Böylece lokal bir kültür oluşuyor. Mandarin ya da İngilizce söyleyenler Kantoncaya dönmeye başlıyor.Televizyon programları ve parçalar ana kara ve çevre ülkelere girmeye başlıyor. Başarı kazandıkça Hong Kong eğlence sektörüne dışarıdan da para gelmeye başlıyor. Bu dönemde pek çok cover parça ortaya çıkıyor doğal olarak. Pek çok parça Japonca ya da İngilizce şarkıların Kantonça yorumu.

80 den sonra müzik endüstrisinde çok daha profesyonel bir yapılanma ortaya çıkıyor. Farklı yetenekler, şirketler tarafından seçiliyor. Piyasanın haklarını korumaya yönelik kuruluşlar inşa ediliyor.

80 ve 90 larda en bomba dönemini yaşıyor Kantopop. Müthiş bir başarısı oluşuyor ve Asya yı bir nevi domine ediyor.

80 öncesi adı saygıyla anılanları bir yana koyacağım ve sonrasını ele alacağım. Bu dönemde Anita Mui, Leslie Chen ve nicesi ortamı sallıyor.

90 larda ortaya "Four Heavenly Kings" ortaya çıkıyor. Bu dönemde piyasayı domine eden 4 kişi. Uzak doğu ile ilgilineneler en azından bu isimlere aşinadır :)

Andy Lau
Aaro Kwok
Leon Lai
Jacky Cheung

Bunlarla birlikte istemeden de olsa hakkını yememek adına anmam gereken bir Faye Wong var, ve daha bir sürü...

2000 li yıllarda ortamdan ayrılanlarla birlikte yeni isimler geliyor. Twins, Nicolas Tse, Edison Chen, Eason Chan ve daha bir sürü...

2000 lerin sonuna doğru  ise Kantopop o altın dönemini kaybediyor, lokal müzik olmaktan çıkıp deniz aşırı bir başarı yakalamışken, Kore, Tayvan ana kıta Çin müzik endüstrisinin  sağlam atakları karşısında çok daha büyüyen bir piayasanın küçük bir alt dalı oluveriyor.

Bir iki noktaya daha değineyim Kanto pop söylüyorsanız en az bir filmde oynamak zorundasınız, yetenek önemli değil. Şarkı söyleyipte filmde yer almamış az isim vardır :))

Uzak doğunun genelinde görüldüğü şekilde temiz ve düzgün bir imaja çok önem verilirdi ancak 2000 sonlarında pek çok skandal patladı, bir sürü isime yazık oldu.

Böyle işte, en kısa ve öz şekilde bu kadar toparlayabildim bana kalsa sabah kadar anlatırım :)



8- Sizce en güzel ve en kötü duygular hangileridir? Nedenlerini söylemeyi unutmayın!

bu değişir ya da çok uzun yazmak gerekir. Kime göre neye göre, duruma göre falan....

9- “Bu adam benim idolüm.” Dediğiniz biri var mı? Varsa kim? Yoksa olmak istediğiniz insanı bana siz anlatın.

Sakata Gintoki hahahah

şaka bir yana ama  yok, ne yazık ki hiç öyle biri olmadı. Beğendiğim, takdir ettiğim, saydığım pek çok kişi oldu ama idol olmaya uzaklar.

İdolüm olmaya en yakın karakter Gintoki gerçekten sanırım :))

10- Şuan neredesin, ne yapıyorsun ve bundan on yıl sonra nerede, ne yapacaksın? Bu hayattaki amacın ne abi? Ne için yaşıyorsun?

Şu anda bilgisayarın başında soruları yanıtlamaya çalışırken ve kendimle boğuşurken, bir yandan kahvemi içip diğer yandan müzik dinliyorum. Ne için yaşadığımı ya da amacımın olup olmadığını bilseydim hayatım çok kolay olurdu :)) plan ve programsızlık candır *_*

Böyle diyerek burada noktalayım. Eğer kendisi henüz almadıysa mimi LoverK'  ya paslıyorum.

7 Aralık 2013 Cumartesi

GÜNLÜK HAYATTA ANİME...





Bu yazı ile siz anime severlere  amme hizmeti olarak bir çeşit klavuz sunmaya karar verdim. Hepimiz anime seviyoruz zaman zaman hayatı anime tadında yaşamayı düşlüyoruz. İstediğimiz bir animenin içine giremeyeceğimiz ya da bir anime karakteri olamayacağımız şimdilik bir gerçek ama peki ya animelerde geçen bazı teknik ya da güçleri kullanabilseydik, hayat daha eğlenceli daha kolay olmaz mıydı?

İşte bunu düşünerek ola ki bir gün rüyamıza ak sakallı dede girer ve  " ey evladım? Sana bir dilek hakkı veriyorum. Söyle bana eğer bir teknik isteseydin, hangisini isterdin?" diye bize sorar diye bu kılavuzu hazırlamaya karar verdim. Amaç ak sakallı  dede sorduğu anda   şapşal şapşal dedenin suratına bakmayalım, bazıları üzerinde beyin fırtınası yapalım ve kendimizi bu konuda netleştirelim ve hemen cevabımızı yapıştıralım ki  ak sakallı dede  sorduğuna pişman olsun.

İlk bölümde teknikleri ele alıyorum;



Naruto: Şimdi Naruto oğlanı sevmemek mümkün değil. En başta ağzına vurup otutturulacak şımarık çocuk imajı çizse bile, Uzumaki Naruto gönül insanıdır, eğlencelidir, düşüncelidir, sevilesidir. Naruto' nun kage bushin no jutsu' su günlük hayatta pratik kullanıma oldukça uygundur. İstiyorum!

Klonlayacağım kendimi, saatlerce yapacağım bir işte zaman tasarrufu yapacağım. Zaman bana kalacak. Misal ev mi temizlenecek? Saatlerce sürecek iş kendimden oluşan 10 kişilik ordu ile yarım saatte bitecek.

(öyleyse Naruto' dan gelsin; The Raising Fightning Spirit)



Bu jutsuyu başka şekilde de kullanabilirsiniz. Şöyle ki; eve geç geldiniz, çok az zamanınız var zira hem yorgunsunuz hem de ertesi gün sabahın köründe yine kalkmak zorundasınız. Eeeeh ben ne zaman kitap okuyacağım, sakin kafayla müzik dinleyeceğim, manga okuyacağım, anime film izleyeceğim, yemek yapacağım, ütü yapacağım, onu yapacağım, bunu yapacağım diye düşünüyorsunuz değil mi? İşte bu noktada jutsumuzu devreye sokuyoruz. Klonluyoruz kendimizi, birimiz kitap okuyor, kimimiz ütü yapıyor, kimimiz anime izliyor. Oh mis!!!

İkinci kullanım durumunda konunun tehlikeli bir noktası var; klonların birbirine girme olasılığı! Şimdi yemek yapan klon doğal olarak film izleyene uyuz olur, yerleri silen klon da kitap okuyana. Bu nedenle iş bölümünün dağıtımı ve adaletin sağlanması kritik nokta. Hepimiz eşitiz,klonların da hakkı var,unutmayalım lütfen!!



Bleach: flash steps: İşte günlük hayatta en çok işimize yarayacak, hayatın temposuna gayet uygun ve pratik bu teknik Bleach' ten geliyor.

Ülkenin her yöne ve her moddaki ulaştırma konusundaki başarısızlığı malum. Hele bazı şehirler var ki insanı çileden çıkartır. Buna karşın hepimiz her gün bir yerlere ulaşma çabası içindeyiz, işimiz var, gücümüz var, okulumuz var, kursumuz var, sosyal hayatımız var.... amma velakin buralara ulaşana kadar tüm enerjimizi tüketiyor, araba, otobüs peşinde koşarken bir maratoncu, vapura atlarken üç adımcı oluyoruz. İşte çözüm bu teknik!

Vapur iskeleden mi uzaklaşıyor? Korkma, daya adımları!! Servis seni beklemeden önünden mi ilerliyor, korkma daya adımları! ve sakın durma atik ol ki servisin önüne geçip cool bir şekilde bakış atarken ezilmeyesin!

Trafik sıkıştı, yarım saattir aracın içinde olduğunuz yerde duruyorsunuz. Önemli bir sınavınız, yetişmeniz gereken bir toplantı ya da kendi nikahınız var! Durum çok vahim görünüyor. İşte bu noktada kurtarıcı bir çözüm olarak flash stepsi devreye sokuyoruz ve varacağımız yere çok geç kalmadan ulaşıyoruz.

Flash stepsin daha pek çok kullanım alanı mevcut. Sonuç olarak herkese gerekli bir teknik.



Full MetalAlchemist Botherhood: En sevdiğim karakter Roy Mustang'in kabaca  "parmaklarını şıklat ateşi kullan" gücü. (daha kuş bakışı haliyle yazılamazdı sanırım :)) Teee zamanında Prometheus insanlığa ateşi boşuna vermemiş tabii ki, siz de bunu kullanmaktan çekinmeyin ancak kullanıma dikkat ediyoruz amacımız çevreye ya da insanlara, yaşayanlara zarar vermek değil günlük hayatımızı kolaylaştırmak. (eldivenlerinizi yanınızdan ayırmayın))

Unutmayın, kontrolsüz güç güç değildir ve güç sorumluluk ister.

Pek biz bununla napabiliriz?

Mesela arkadaşlarınızla soğuk bir havada dağa kampa ya da pikniğe gittiniz. Şu işe bakın ki hiç bir zeki arkadaşınız yanına ateş yakacak bir alet almamış ve kimse ateş yakmayı bilmiyor. (olmaz demeyin, hayatta böyle insanlar var ve hayat böyle insanları yan yana topluyor) Bu durumda napıyoruz?  Hemen şık yapıyoruz ve kendimize ve arkadaşlarımıza bir ateş yakıyoruz. Hem ısınıyoruz, hem birbirimizi görüyoruz hem üzerinde patates közlüyoruz bonus olarakta hiçbir ağacı kesmiyoruz. Dönerken ateşi söndürüyoruz.

Evde akşam oturuyoruz ve şaaaaak! elektrikler gitti. Olmaz demeyin, 21. yy dayız demeyin, hepimizin başına gelebilir. Nerede yaşıyoruz sanıyorsunuz? Neyse, el yordamıyla mum bulduk ama çakmak ya da kibrite ulaşamıyoruz. Eh ne yapıyoruz? Evet bildiniz, hemen ateşi yakıyoruz.

Malum önümüz kar kış. Buzlanmış sokaklar, caddeler bizi bekler.Sabah uzun bir güne uyandınız ve evden çıkıyorsunuz. Aaaaa!!!  bir de baktınız önünüzde uzanan sokak bir buz pisti, üzerinde düz bir çizgide seyredebilen bir araç ya da insan yok. Ne yazık ki tuzlamayı unutmuşlar!!! İşte burada gücümüzü insanlık adına büyük miktarda kullanıyor ateşimizi yola salıyoruz. Gerçi sonucunda su, çamur bizi bekleyecek ama kafayı, gözü kırmaktan iyidir diyerek, varış noktamıza kadar bu şekilde ilerliyor hem de soğuk havayı kırarak,ısınıyoruz.

Bitmedi...  evdeyiz ve eve inatla kibrit ya da çakmak almıyoruz ve ocak yakacağız. Evden çıkıp markete gitmek zor geliyor ama ocağın yanması da hayati yoksa açlıktan öleceğiz. İşte çok elzem bir noktada gücümüzü devreye sokuyoruz.



Naruto: Kakashi' nin köpekleri çağırdğı Jutsu: -üşengeç insanım işte, şu jutsunun adını hatırlayamadım ama bakmakta zor geliyor. Klonum olsaydı baktırırdım -  Bu jutsuyu özellikle kendim gibi yer yön kavramını bir dönemden sonra yitirmişler için şiddetle öneriyorum. Ben de eskiden kaybolmaz, geçtiğim bir yeri unutmazdım. Ne olduysa üç dört yıl önce oldu. Artık yön duygum yok!

İşte bu jutsu benim gibiler için... Kaybolduk, evin yolunu bulacağız ama bu yetimizde hiç tık yok! Napıyoruz?  çağırıyoruz abileri hadi evin yolunu göster diyoruz. Sağ salim, vakit kaybetmeden evimizin yolunu buluyoruz.

Bu jutsuyu yine yol tarifi konusunda yeteneksizler için öneriyorum. Arkadaşlarınız evinize gelecek ama yolu tarif etmeyi beceremiyorsunuz ya da aslında siz ediyorsunuz da onlar anlamıyor. Durum fena. Napıyoruz? Köpeklerimizi çağırıyoruz hadi bakalım git şunları al getir diyoruz.

Bu liste daha yaz yaz bitmez, parça parça klavuzu genişleteceğim. Bu arada sizlerin de aklına gelen olursa eklemekten çekinmeyin. Burada yaptığımız bir nevi amme hizmeti olup, niyet  madem hayatı anime tadında yaşayamıyoruz en azında bir iki bir şey kapsak diye düşünürken  karşımıza çıkıp bize böyle bir teklifte bulunan ak sakallı dedeyi el birliğiyle ters köşe yapmak.

İsteyenin bir yüzü vermeyenin iki yüzü kara demişler.

* devamı gelecek *

2 Aralık 2013 Pazartesi

Gintama': Enchousen : Anime mi dediniz?



 Şu yazının yazıldığı anlar Gintama Enchousen adı verilen, Gintama' nın 13 bölümünü taze bitirdiğim dakikalardır. (ben bunu buraya yine çok sonra eklerim ya neyse)

Açıkçası bu 13 bölüme başlayıp, izlememek   için çok büyük bir irade ile kendimi tutuyordum. Her zaman daha geniş bir zaman aralığında  ve kafamın rahat olduğu bir dönemde izlemek için diye kendimi avutuyordum? Çok sıkkın olduğum ya da krizimin tuttuğu anlarda eski bölümleri açıp izleyerek taze bir nefes alıyordum. Neden mi kendime bu işkenceyi yapıyordum? Çünkü henüz izlememiş olduğum bu on üç bölümün varlığı bana güç veriyordu!!! (hahahahah)... Gintama bu, izlemeye başlayınca su gibi gidiyor ve bir anda bitiveriyor, bilenler bilir.



Lakin, artık nedeni nedir bilinmez, yine hayattan delicesine sıkıldığım, ıssız bir adaya sığınma  ya da uzun süreli kış uykusuna yatma düşüncesinin kafamda belirdiği sıkkın, sorunlu, zor ve yorgun günler döneminde elim bir anda bu animeye gitti ve ilk bölümle karşı karşıya kaldım. Artık geri dönmek için çok geçti!

Ve böyle bir dönemde yine Gintama ile  bir nevi deja vu yaşadım sanki. Gintama' yı yıllar önce izlediğim ilk gün geldi aklıma şu anda ya neyse...



Gintama için 13 bölüm nedir ki? Su gibi aktı gitti... Özellikle Shogun' un kalesine daldıkları bölümde nefesim kesildi ki bu bölümü bir kaç kez izlediğimi söylememe gerek yok. Çarpıldım! Kintoki' den çıktıktan sonra bu arcın gelmesi beni çarptı. ..

Yıllardır tanıdığı futbolcu penaltı noktasında vuruşuna hazırlanırken kalesinde sakince  bekleyen, karşısındakini  ve  tekniğini bilmenin getirdiği güvenle hangi köşeye topu göndereceğini bilmenin verdiği güvenle  ukalaca gülen, vuruş yapıldığı anda topun beklediği köşeye plase değil de bodoslama ve beklediğinden çok daha sert geldiğini görüpte havada  topa doğru  uzanmaya çalışırken   yetişmek için çok yavaş kaldığını idrak eden  bir kalecenin yaşadığı şaşkınlığı yaşadım. (peter handke, nelere kadirsin ahahahahah)

*gintama nın yan etkilerinden sakınınız!!





Ötesinde obi one ni-san bölümünde en azından beni tanıyanlar ne halde olduğumu az çok tahmin edebilirler. (obi one yahu haha!!)

Bu gereksiz girişten sonra, yazının gelişme ve sonuç bölümünü oluşturan tek cümleye geçmek istiyorum izninizle...

Gintama, sen ne güzel bir şeysin!




Açılış parçası olarak arz-ı endam eden Spyair' in "Sakura Mitsutsuki" si animeye çok yakışmış bence.



26 Kasım 2013 Salı

Blood Lad: Eğlenceli ve tadında anime arayanlar...



2013 animelerinden bir tanesi olan Blood Lad  kısa, sıkmayan, tadında ve eğlenceli anime arayanlar için ideallerden. Bir animeyi yayınlandığı yıl içerisinde izlemek gibi bir durum pek sık başıma gelmez ama Blood Lad bu istinalardan biri  oldu.

Esası Yuuki Kodama' nın mangasına dayanan 10 bölümlük anime güzel başlıyor, ne hızlı ne de yavaş ama keyifle ilerliyor.

"Demon World" de yaşayan esas elemanımız Staz, bölgelere ayrılmış bu dünyada kendi bölgesinin sorumlusu safkan bir vampir olmakla birlikte, hayattan pek bir beklentisi olmayan, bezgin bekir ve  amaçsız biridir. Tek tutkusu insan dünyası, bu dünyaya ait eşyalar ve özellikle Japonya kökenli anime, manga, video oyunları vs.. dir. (hangimiz değiliz ki?)

(serinin açılış parçası "ViViD" - May'n)




Günlerden bir gün kendi bölgesine bir insan yanlışlıkla düşünce sevincinden ne yapacağını bilemez. Ne yazık ki Fuyumi Yanagi kızımız Staz gözünü bir an olsun ondan ayırınca başka bir varlık tarafından yutulur ve bir hayalet olarak kalır. Hiç bir şeye heyecan göstermeyen, bir amacı olmayan Staz, Fuyumi' yi hayata geri döndürmeye karar verir.

Kısaca özetledikten sonra kısaca karakterlere değinelim. Aslında seriyi bana göre renkli kılan nedenlerden biri her bölümden birbirinden eğlenceli ve çatlak karaktereler görmek;




Staz: Vampir kardeş. Bencil, bezgin, gebeş, huysuz vs... ama bir o kadar eğlenceli olma potansiyeline sahip. İnsan dünyasına tutkulu.

Fuyumi Yanagi: Şeytan diyarına yanlışlıkla düşen, koca göğüslü, uyumlu, sessiz sakin, nazik bir kızcağız. Zavallım manyakların arasına düşüyor.

Bu arada özellikle ilk bölümdeki Staz ile Fuyumi arasında gerçekleşen anime- manga diyaloğu bunlara gönlünü vermiş olan herkeste bir şeyler canlandırmıştır sanırım. Azıcıkta  olsa bunlarla ilgili bilgi sahibi olduğunu düşündüğümüz kimselere hayatımızın bir bölümünde heyecanla saldırmışızdır muhtemelen. "Bunu okudun mu?", "harika değil mi?",  "Neee bu daha devam ediyor mu?"  ve karşıdaki daha az ilgilenenden o soğuk cevapları da almışızdır. "evet", "hmm", "sanırım" :))


Wolf: Tam bir gönül insanı... Safkan olmaması ilk seride kendisi için bir dezavantaj olarak duruyor ama ikinci sezon neler olur bilemiyorum. Tabii ikinci sezon gelir mi onu da bilmiyorum. mangada durumu nedir? Onu da bilmiyorum :) Efendi çocuk ama Wolf bence :)

Bell: Çok eğlenceli biri bu Bell. Hazine avcısı, boyutlar arası gezgin.

Daha pek çok karakter var aslında ama hepsini teker teker yazmaya kalksam yazı bitmez ben biterim. Hydra ailesi, Braz ve Liz ve daha bir sürü...

Demon world her ne kadar normal dünyaya benzese bile, Acropolis veHydra adası olaya renk ve boyut getirmiş.

(serinin kapanış parçası "BLOODY HOLIC"  - Yuuka Nanri)




Eğlenceli ve komik, karakterler ve aralarında ilişkiler renkli, hızlı ilerliyor denilebilir, her bölümde yeni bir karakter sokuyor içeri, kesinlikle sıkmıyor, dövüş sahneleri güzel ve animelere göndermeleri olaya daha da tat katmış.

Ben izledim memnun kaldım...



16 Kasım 2013 Cumartesi

Skip Beat! : Haksızlık Ettiğim Bir Anime Daha






Evet, Skip Beat' e haksızlık etmişim şimdiye kadar izlemeyi erteleyerek. Muhtemelen başka bir anime ile karıştırıp bekletiyordum. Çaresiz kaldığım bir gün izlemeye başladım ve o da ne ? Çok eğlendim!!

Kyoko adlı kızımızın feleğin sillesi olarak adlandıracağım (başka bir deyim bulamadım) bir durum neticesinde şov bizınıs dünyasına girmesiyle olaylar başlıyor ve nice ilginç ve birbirinden eğlenceli karakter ile tanışıyoruz.

Bu noktadan itibaren hemen karakterlere dönüyorum:

Mogami Kyouko: Ne mutlu ki bize, etrafındaki erkeklere yazan, aşk acısı çeken klişe anime kızından ziyade, 16 yaşında ne istediğini anlamaya başlayan, hafif çatlak, azmine hayran olunası ve içindeki nefret ve intikam duygusundan uzak durulması iyi olacak bir karakter olarak karşımıza çıkıyor. Çok eğlenceli.





Fuwa Shoutarou: Tam bir egoist, ne oldum delisi :) kyoko' ya yaptığı yamuğun da bu düşüncemde önemli etkisi olabilir tabii :) güzel çocuk ama çocuk işte.. Bu arada seeiyusu Miyano Mamoru olduğunu  belirtmeden geçemedim.









Tsuruga Ren: Şimdi böyle bir hakikat var itiraf edeyim :) iyi oyuncu, ilginç bir karakter. ne yazsam boş... ben etkilendim kendisinden :))
Daha bir sürü karakter var ele alınması gereken ama benim hepsini yazabilecek kadar sabrım yok ne yazık ki, hepsine özürlerimi sunuyorum.









Dediğim gibi bence çok eğlenceli bir seri. Bunun öncelikli nedeni karakterler ve durumlara verdikleri tepkiler ve bunların çizimleri bana kalırsa. Yani bir Kyoko yüz bin tane surat şekli gösteriyor.
Kyoko' nun şeytanları ve melekleri de ayrı bir konudur bana kalırsa. Şeytanların masa başında strateji değerlendirmesi yaptığı an unutulabilir mi?

Animede yer alan ve Miyano Mamoru tarafından seslendirilen, Fuwa Sho' nun parçası Prisoner (*);





Kyoko her ne kadar neşeli ve canlı olsa ve seri eğlenceli ve komik olsa da es geçilmemesi gereken nokta Kyoko' nun yapmaya çalıştığı iştir. 16 yıllık hayatının aslında hep başkaları üzerine kurulu olduğunu fark etmek, kendin için hiçbir şey yapmadığının farkına varmak gibi bir depresyondan sonra kendini tekrar aramak ve üstüne inşa etmek ve bunun için de oyunculuğu kullanmak  gibi bir durum bu kadar hafif anlatılabilirdi sanırım ki bu konuda oldukça başarılı anime (ve manga demeliyim ama okumadığım için burada geçirmek istemedim)

Bunun dışında oyunculuk anlamında verilen bilgiler, uygulama ve anlatımlarla hoş bir arka plan yaratılmış.

karaktere girmek, karakterle ilgili arka planı kendini süzerek ortaya çıkarıp buna göre yorumlamak, karakteri içselleştirebilmek, doğal oyunculuk,  inandırıcılık, karşındakini yönlendirmek, bir adım sonrayı planlayarak hareket etmek, karşında tanımadığın birinden gelebilecek tepkiyi ölçebilmek, doğaçlama esnasında karşındakinin düşüncelerini ölçebilmek ve herşeyden öte güven veren duruş...

Ne diyeyim, çok keyif aldım. Mangasını okumaya ömrüm yetmez muhtemelen ama bir ikinci sezon olsa tadından yenmeyecek sanki.

Açılış ve kapanış parçaları içersinde en beğendiğim Yusaku Kiyama' nın Eien' i (**);



http://www.youtube.com/watch?v=0odw3wg9SS4

**http://www.youtube.com/watch?v=BcKnoL78xws


10 Kasım 2013 Pazar

Tawannanna 6. Yaşına Girer...


İki gün önce yani ayın sekizinde bu blog 6. yaşına girdi.

Tabii içerik dolayısıyla uzakdoğu'da ki kutlamalar nedeniyle yazıyı biraz gecikmeli yazıyorum.

Anime, dizi, film, k-pop , j-rock, v.kei alemiyle bir kutlamalar bir kutlamalar sormayın. Yoğundu yani biraz...

Şaka maka 6 olmuş...İlginç.

Her neyse, şimdiye kadar varsa okuyan, takip edenlere teşekkürler.

Öyleyse önce Japonya' dan temsilci olarak B'z' ye yer vereyim.

B'z - Arigatou



Ardından Kore taraflarından Beast gelsin...

Junhyung & Yoseob - Thanks to



Ve son olarak SHE& Fahreneit - Xie Xie Ni De Wen Rou


2 Kasım 2013 Cumartesi

TREASURE INN: Uzaklardan Bir Film Daha...




2011 yapımı bu Wong Jing filmi de merak edilip listelenmişler kısmındaydı. Sonunda bir akşam oturup izleme fırsatı yakalayabildim.

Doğruyu söylemem gerekirse Nicholas Tse, Nick Cheung, Kenny Ho, Charlene Choi' li kadrodan beklentim daha yüksekti. Bulduğum ise en azından beni eğlendirmeye yetti zaman zaman bu ne ya desem bile.



Bir kasabada düşük rütbeli polisler olan sakin, kendinden emin, zeki Nicholas Tse ve ukala Nick Cheung kasabada yaşanan bir cinayet olayında mekanı incelerler. Nick Cheung ve Nicholas Tse' nin karakter olarak zıt kişilikler olduğunu belirtmem lazım. Kasabaya gelen olayı inceleyen ekibin başı Kenny Ho, bu ikisinin şüpheli olabileceğini ima edince, tutuklanırlar. Bu esnada dolandırıcılıkla geçinen Charlene Choi ve Huang Yi ile karşılaşırlar ve birlikte kaçarlar. Cinayetin sebebi olan hazinenin Treasure Inn adındaki yerde açık arttırmaya çıkarılacağını öğrendikleri için yolda tanıştıkları Doktor Tong Dawei ile buraya doğru yola çıkarlar.

(Nicholas Tse ve Charlene Choi seslendiriyor bu parçayı. Filmde ikisi üzerine yoğunlaşılmış sahnelerden görüntüler seçilmiş. yani sakın sanmayın ki film bu kadar)



Komedi türündeki bu filmde bazı espriler gerçekten insanı yakalıyor. Zıtlıklar, kurgudaki şaşırtmacalar, zaman zaman absürdlüğe vurdurulan komedi ortamı genel anlamda keyifliyken aynı zamanda aksiyon yönetmeni olarak Corey Yuen iyi bir iş çıkartıyor.



Kötü adamlar statüsündeki çete üyeleri ise süper güçleri olmasına rağmen ara sıra oldukça sevimli olabiliyorlar. Karakterler zaman zaman sinir bozucu olsa dahi oyunculuklar genel anlamda  keyifli. Yani beklentileri karşılamasa bile ve türünün devri kapanmış olmasına rağmen eğlenmek için seyredilebilecek filmlerden bir tanesi.

18 Ekim 2013 Cuma

Journey to the West: Conquering the Demons





Eveeet, Stephen Chow özlemi çekenler, 2013 yapımı Stephen Chow&Derek Kok filmidir bu ha :)

Doğrusunu söylemek gerekirse ben beklediğim kadar tatmin olmadım ama bu kötü ya da izlenmeyecek bir film olduğu anlamına gelmiyor. Benim kendimce sebebim konunun Journey to West ile alakası olması yoksa çıkan iş aslında zekice ve oyuncu performansları göz doldurucu. Ayrıca bir ayrıntı var ki filmde Stephen Chow' u görmüyoruz.



Adından da anlaşılabileceği gibi Journey to The West' in yeniden ele alınmış, daha karanlık bir tona bürünmüş, Maymun Kral efsanesine farklı bir bakış açısı getirilmiş komedi versiyonu diyebiliriz.
Kadro da fena değil hani :)

Wen Zhang, Shu Qi, Huang Bo, Show Luo vs...

Film Tang Sanzang' ın ( yani Journey to West teki rahip) diğer üçünü daha yanına almadığı dönemi ele alıyor. Canavar ya da yaratıkları avlamaya çalışan bir rahip iken bir nevi,  diğer üçü ile tanışması ve daha sonra bildiğimiz hale gelişi farklı bir dille anlatılıyor.

Karanlık tonuna rağmen eğlenceli, geyiklerine rağmen göndermelerle dolu.

Maymun Kralın oyuncu yanı hoşken vahşi hali çekilmez olsa bile, altın tacını nasıl aldığının anlatımı ilginç.


.
Sanki ufak tefek gözden kaçmış ayrıntılar var ama bunları zaten dikkatli gözler yakalayacaktır.
Kung Fu Hustle, Shaolin Soccer tarzı bir yapım beklemeyin şimdiden uyarayım ama buna rağmen izlemekte fayda var, sevenler için.

6 Ekim 2013 Pazar

MİM ZAMANI

LoverK sağolsun beni mimlemiş.  O nedenle bu akşam ki yazıyı konusu Kozmetik, Güzellik, Bakım ve Formda kalma olan bu mime ayırıyorum.

Bu arada loverK' nin bana pasladığı bu mim benim  ilk mimim. Bunu da burada tarihe not düşmek adına belirtiyorum :)

1.Blogunuzun adı ve linki?

Tawannanna

http://tawannanna.blogspot.com/

2.Ne kadar süredir blog yazıyorsunuz?

Tawannanna'yı 2008 Kasım' da başlatmışım. Bir ay sonra 5. yılım bitecek :)

3.Kilo Problemi Yaşadığınız Zamanlar Oldu mu?

Çağın problemi kilo sorunu :) Herkesin kendine göre var sanırım.

Benim de böyle bir dönemim oldu.

Uzun zamanlı bir aktiviteye  kendimi adamıştım ancak  15 yılın sonunda bunu mecbruriyetten bırakmak zorunda kaldım. O disiplinli yıllardan sonra kendimi avutmak adına özgürüüüüm nidaları attıktan hemen sonra masabaşı kölelik zincirine girdim. üzerine üstlük tüm sinir, hınç ve nefretimi yemeklerden çıkarmaya başladım ve tadaaam  evet kilo problemi yaşadım.

İlk başlarda görmezden gelip hiç üzerime alınmadım. Ayrıca etrafımda sürekli kilo muhabbeti yapan insanlar yüzünden daha da isyankar takıldım bir noktaya kadar. Sonra inadımdan vazgeçtim.

Eski günlere dönemeyecek olsam da problemi aştım diyelim :)

4.Formda kalmak için nasıl bir yöntem uyguluyorsunuz?

Herhangi bir yöntem uygulamıyorum açıkçası.

Ama deneyimlerime göre spor, dans vs... tarzı bir aktivite her derde deva. Hem ağrılar hem kilo açısından.

Herhangi bir takım sporu ya da bireysek aktiviteye ilgi duymayanlar için ekleyeyim, B-Fit denilen olay oldukça faydalı. Az zaman temiz iş.

Bu arada bir yıl kadar Çin' de kalmakta faydalı bir yöntem :)

5.Hayatınızın bir döneminde hiç zayıflama hapı v.b destek ürünleri kullandınız mı?

Kullanmadım, kullanmayı da düşünmem.

6. Güzelliğinizle ilgili düzenli uyguladığınız bakım kürleri var mı?

Yok. Tembel bir insanım. Kür uygulayan insanlara imrenir, takdir ederim ama kendim hiçbir zaman vakit ayırıp uygulayamam.

7.Vazgeçemeyeceğiniz kozmetik ürünleri?

Evet bu mevcut. Pudra :)


Kim mimlenmek ister bilemiyorum. O zaman okuyup cevaplamak isteyen herkese paslıyorum :)

23 Eylül 2013 Pazartesi

ATHENA: Goddess of War (K-Drama)



Her zamanki gibi günlerden bir gün ne izlesem ne izlesem sıkıntısına girdiğimde başladım bu 20 bölümlük Kore dizisine...

Aşağıda yazacaklarım Iris ve kıyaslamasından bağımsızdır.

21. yy da artık Athena' nın Yunan mitolojisindeki yeri ve ne olduğunu herkesin bildiğini varsayarak bu bölümü atlıyorum.

K. Koreli bir bilim adamı nükleer enerji üzerinde çalışmaktadır ve çalışması tek bir hamleyle atık yaratmadan 100 yıllık enerjiyi sağlamak üzerinedir. Bu amca K. Kore' nin kendi ve projesi üzerindeki planlarından rahatsız olmuştur ve G. Kore' ye sığınmak ister. Lakin proje dünya enerji kaynakları açısından çok ama çok önemlidir (haliyle) bu nedenle pek çok ülkenin gizli servisleri bu amcanın peşindedir ve kendi ülkelerinde zorla ya da severek çalışmasını  istemektedir. Hikaye bu şekilde açılıyor işte... Sonuçta bu amca G. Kore' ye getiriliyor ve G. Kore için çalışmaya ve karşılık olarak bu ülke tarafından korunmaya başlıyor.

Ülkenin başbakanı tontoş amca bu nükleer gücü savaş için değil bölgenin gelişmesi adına pozitif anlamda kullanmaya çoktan karar vermiştir.Profesör, projesi ve yapılan nükleer tesisi korumak adına NTS denilen bir organizasyon oluşturmuştur. ( Ulusal Anti-terör Güvenlik Birimi)

Açılıştan üç yıl sonra gelişen olaylar burayı merkez alır. Merkez diğer ülkelere karşı mücadele ederken diğer yandan farkına vardıkça Athena adı verilen, dünya enerji piyasasında tek oyuncu olmaya çalışan, silah lobisinin enerji versiyonu şeklinde tezahür eden bir organizasyona karşı da çarpışmaya başladığını anlayacaktır.

İşte bu proje ve dizinin devamı için diyebilirim ki: Nükleer enerji uğruna ya Rab ne canlar heba oluyor...


(İzlemeyenlere spoiler vermeden buraya kadar gelebiliyorum. Yazının devamı hafif içerik içeriyor olabilir.)

Gelelim karakterlere ve benim yorumlarıma:

Lee Jung-Woo (Jung Woo-Sung): NTS' nin başına buyruk, şımarık, sevimsiz, kendine güveni yüksek olan ama bir işe yaramayan, boş gidenin önde gideni olan ajanı. Hadi sonlara doğru biraz daha topluyor, ağırlaşıyor diyeyim ama benim için dizinin en itici, en bencil karakteri halini aldı, zerre sempatim yok kendisine. Bir ukalalık, kimseyi ciddiye almama, dünya benim etrafımda dönüyor sendromu. Karaktere olan antipatim o kadar büyüktü ki Jung Woo Sung' un performansı iyi mi kötü mü kestiremedim :P. Öyle bir karakter ki dişi sinek bile kendisine hasta oluyor bir anda, anlamadım. Dizide aptallaştığı, etrafa kendince sevimli bakışlar attığı kısımları atlamak için çok yoğun istek duydum, yalan değil.



Kwon Yong-Kwan (Yoo Dong-Geun): Kötü adamlarla önceden tanışıklığı olan bu amca daha sonra başkan tarafından NTS' nin başına getiriliyor. İnsancıl. Hele son bölümlerde eline silahı alınca daha da sevimli oluyor ama elinde kaç ajan ölüyor, yazık.

Han Jae-Hee (Lee Ji-Ah): NIS den NTS' ye transfer olan, kurumun top ajanlarından. Güçlü, kararlı, inatçı zaman zaman öz güveni nedeniyle sinir bozucu olma kapasitesine sahip bu karakterin üzerine feleğin sillesi çok feci geliyor seride. Jung-Woo' nun eski manitası, babası nedeniyle ayrılmalarına rağmen unutamamış elemanı. Daha da gelen şoklar nedeniyle serinin sonlarında eskinin bu sert  ajanından eser kalmıyor. Feci depresyona giriyor da kimsenin farkettiği yok garibanı, Joon Ho dışında. En büyük destekçin Joon Ho' dur abla. Lee Ji Ah için düşüncelerim karışıktır ama bu seride performansını genel anlamda beğendim de bir iki sahnede elinde silahla podyumda yürüyormuş gibi yürümese iyi olacakmış. Üzüntüm şu ki serinin esasında en yalnız karakterlerinden.


Kim Joon Ho (Choi Siwon):  Eskinin dram yaşamış alan ajanlarından. Efendi çocuk, abilerine ablalarına saygılı, kafası çalışanlardan. Bence Siwon hep ajanlı, polisli dizilerde oynasın :) nasıl oluyor bilmiyorum ama yakışıyor bu çocuğa. Joon ho  dizinin en duyarlı, en insancıl, bencillikten en uzak iki karakterinden bir tanesidir kendisi. Diğerine ileride değineceğim.


Park Cheol-Yeong: Dizinin en cool karakterlerinden biri. Amcanın duruşu yetiyor.




Yoon Hye-In: (Soo-Ae) Soo Ae ne yaparsa yapsın  benim için Emperor Of the Sea' nin ablak suratıdır. Ne yapalım ilk izlenimler önemlidir:)

Hye-In serinin Jae Hee' nin tam tersi  grafik gösteren karakteri. Ne karaktermiş arkadaş ama itiraf etmeliyim ki sonlara doğru sempatim arttı bu karaktere. Bir de kader işte, sıkışınca intihar ediyor ama yine yaşıyor yine yaşıyor, bir değişik :)








Son-Hyuk (Cha Seung-Won): Bu dizide tamamen kötü adam karizmasının karşılığı kendisi :) Makyajcılara ayrıca ayrı bir alkış gönderiyorum. O kadar akıllı ve zeki ama kötü bir huyu var çok sinirlenince bodoslama dalıyor ya da dalmaya çalışıyor karşısındakine. Hye In ile olan bağı göz yaşartıcı.


Bir de dizide Andy diye bir adamı var bunun. Andy koşulsuz sadakat, itaatin sözlük anlamı olsa gerek. Hye In den ziyade Andy ye yanık olsaydın mutlu mesut bir hayatınız olurdu be amca. Ayrıca elinde bardak kırmanın kitabını yazmasıyla da gönlümü aldı :) Bu da dokuz canlı familyasından yalnız. Yıprattınız yahu adamı. Cha Seung Won iyi iş çıkarmış.

Bir de bir sorum var şimdi. Bu ikisini benzeten ben miyim ki?
benzemiyorlar mı şimdi?





(fotoğraflarda çok belirgin değil ama dizi içinde Son-hyuk andırmıyor mu?)



Kim Ki-Soo (Kim Min-Jong): Dizinin en delikanlı karakteri budur arkadaş!! Bir de sallamıyorlar bu elemanı güya ama ne zaman başları sıkışsa, ne zaman bir şey olsa Ki-Soo koş. Bu garibimde koşuyor hani. Eskinin K.Kore ajanı, şimdinin boşta gezenin boş kalfası ama tam bir gönül insanı, dert ortağı. Kendi başının çaresine de kendi bakıyor, kimseden yardım istemiyor. Joon Ho ile dizinin en duyarlı, en insan canlısı karakteridir bu adam.

Ey Jung-Woo , Şef Park bana bildiğim her şeyi öğretti diyorsun, zırlıyorsun da adam çocuklarını buna emanet etti, sesini çıkarmadın. sen tabii karı kız peşinde koş...

Dizide en sevdiğim karakterdir Ki-Soo. Hakkını yedirtmem.


(İlerleyen bölümler ağır spoiler içerebilir.)

Dizi iyi güzel hoş... Fakkkkat... nedenini ve gerekçesini anlayabilsem de gereksiz uzatmalara gitmeselermiş daha iyi olacakmış hani. Misal Boa' lı bölüm kadar gereksiz sahneler olmaz. Anladık BOA da insan falan da ( ahaha bunları Boayı sevmediğim için yazmıyorum ahaha) boş. Boa da bu elemana yazdı ya daha ne diyeyim?

İlk bölümde yer alan James Bond teması, rüya için koca bölüm harcayacaklarına ihtimal vermemiştim hani, eyvah eyvah dedim ilk anda sonraki abartılardan çaktık iyi ki rüya olduğunu.

NIS ajanı olarak kendini gösteren Changmin' im, kaç kutu jöle kullandılar yavrum kafanda? Saçların dökülecek. Kulakları o kadar ön plana çıkarmasalardı iyi olacaktı be canım. Ama Siwon ile birlikte son bölümde adam dövdükleri sahneler hoştu şimdi.

Swatlar, Yıldız Savaşlarında Stormtrooperlar ne ise bu dizide de odur. Ne adam vururlar ne başka şeye yararlar ama sadece vurulurlar, patlamalarda havaya uçarlar. O kadar teçhizat var, sıradan ajanlar çat çat adam indiriyor bir taneniz adam vuramadı. O kadar çok ldüler ki dizinin seyrettiği evrende swat kalmadığını düşünüyorum.

Zaten NTS de yaratılan katliam dolayısıyla ajan da kalmadı sanki? Nasıl bir kurumdur arkadaş?

(bitti)

Gelelim dizinin OST'u içindeki favorilerime;

İlki TVXQ DAN... Diziyi izlemeden önce de hastaydım buna



Diğeri True Love. Aslında en sevdiğim mi bilmiyorum ama bu parça başka bir dizinin ostuna ya da başka  bir parçaya müthiş derecede benziyor, çıkaramıyorum. Ben unutmaya çalışacağım zira böyle şeyler aklıma takılınca hayatı zehir ediyor bana.Yine de bilen ya da yorumu olan varsa beni haberdar etsin- çatlamak üzereyim -



Tabii ki Taeyeon - I Love You



Jang Jae in - Please

Başta hiç hoşlanmamıştım bu parçadan ama sonra sevdim




22 Eylül 2013 Pazar

GHOST HUNT : Anime




Günlerden bir gün bu anime de pat diye önüme kondu. Şaka şaka tabii ki tesadüfen denk geldim ve izlemeye başladım. Hatta gece geç bir vakit izlediğim ilk bölümde hafif tırstığım ve ilerleyen günlerde araya başka işler girdiği için bir süre izlemeye ara verdim. Sonunda yine devam etmeye karar verdim.

Yanlış bilmiyorsam manga uyarlaması olan bu animede karakterlerimizden biri olan Mai' nin lisesinde başlıyor olaylar. Mai, arkadaşlarıyla birlikte okulda hayalet hikayeleri anlatarak eğlenen bir insan ki okullarının yan binasında ilginç olaylar gerçekleşmekte. Hikaye anlatımlarından birini daha bitirken sınıfa Naru' nun girmesiyle Naru ile tanışıyor  ve daha sonra yaptığı bir sakarlık sonucu aslında doğa üstü olayları araştıran bir ekibin parçası oluyor. Seriyi götürecek tüm karakterlerle bizde bu ilk arc ta tanşıyoruz.



Hikaye bu şekilde üç ya da dört arctan oluşuyor. Hepsinde çeşitli olaylara dahil olarak onları çözüyorlar.
Gece geç vakitlerde evde tek başına izlendiğinde zaman zaman tırstırıcı olabiliyor. Bunun yanında zaman zaman da komik.



Arcları genel anlamda beğendim aslında animeyi de beğendiğimi söyleyebilirim.

Animenin açılış ve kapanış parçaları Masuda Toshio' ya ait. Özellikle açılış parçası serinin ruhuna uygun bana kalırsa. Gergin, korkunç ,insani, ruhani, komik vs...




Karakterler insanı sıkmıyor ya da yormuyor. Kızımız Mai bile aptal anime kızlarından daha uzak bir çizgide. Haa Bou-san' a yani Takigawa Houshou' ya ayrı bir sempatim var.

Sonuç olarak uzun olmayan, sıkmayan baymayan, kendini izlettiren bir anime.

9 Eylül 2013 Pazartesi

MusicBank Istanbul: 2013: Çoook Keyifli Bir Gece (II)




(İkinci Bölüm)


(Birinci Bölüm için buraya gidebilirsiniz)

Gelelim FT Island' a...



Çivilemişler dördünü sahnenin en dibine, yüzlerine zoom yapmak da yok (ara sıra :P) Hongki önde zıp zıp. Şaka şaka bu durum tanımlamasından kötü anlam çıkarmasın kimse :)) FT Island, çosturdu. Şu gözler gerçi bir Jonghun' u bir Seunghyun' u  yakından görmek isterdi ama olsun. İletişim hoş, performans başarılı, elemanlar sevimli, daha ne diyeyim :) Zıp zıplayan HongKi, balon şişiren Hongki, seyirciye kelime öğreten benden sonra tekrarlayın diyen Hong Ki :)) FT Island' ı dinlemekten ötürü bizim keyfimiz oldukça yerindeydi zira salonun da keyfi son derece yerindeydi :)" I Hope" da özellikle kendimizden geçmiştik muhtemelen zira o arada da anıp çok güldük bu parça ilk çıktığında klibiyle ölümüne dalga geçtiğimizi. Salonda keza zıpzıp zıplıyordu.







FT Island' ı canlı dinlemek çok güzeldi cidden :)



Sırada  Miss A vardı.

Sevimli, hoş ve (bana göre) sakin bir performanstı. Ben bu esnada biraz oturmayı tercih etmiştim, yorulmuş olmamdan da kaynaklanıyordu. Kebap muhabbeti çeviren bu arkadaşlar şöyle bir akım yarattı, sahnenin arkasından aniden öne koşmaya başlayarak tüm salonu ayaklandırıyorlardı :) Bir iki kez bunu yaptılar.





Sonra sahneye Beast çıktı...




Katıksız bir coşkunluk yaşandı salonda. Elemanlarda gayet sevimliydiler. Artık nasıl bir ruh haline büründüysem pek detay hatırlayamıyorum ama Beast' in parçaları canlı dinlenince çok daha iyi geliyor insana.





Ardından G.O ve Suzy' nin düetini dinledik.



Akabinde Ailee,Seungho,Hongki,Dujun  performansı...





Ve en sonunda yedi kişi olarak ortaya çıkan Super Junior...Ortamın durumunu sizlerin hayal gücüne bırakıyorum bu dakikadan sonra.




Kyuhkun, Eunhyuk ve Sungmin bu akşamki performansın yıldızlarıdır bana kalırsa. Enerjik, sempatik, deli dolu ve eğlenceli. Salonun enerjisini yukarıda tutacağız diye ellerinden geleni yaptılar. Kangin' de onlara katıldı.



Türkçe pankart olayı, Türkçe konuşmalar  oldukça hoştu.

Donghae, grup içinde en sevdiğim elemanlardan bir tanesidir. Başta çok odun gözüktü gözüme ama sonra seyirciden aldığı telefonla kendi fotosunu çekmesiyle üzerindeki durgunluğu attı sanki. Kendisine uzatılan bayrağı alması, öpmesi, üzerinde taşıması ile geceye damgasını vurdu.





Super Junior' u daha öncede tam kadro olarak canlı izlemiştim. O zaman ki performansları bundan çok çok daha iyiydi ama bu demek değil ki dün akşam Super Junior vasattı. Bana kalırsa Suju herşeyden önce gayet profesyonel bir ekip, her şartta ve koşulda performansın altından kalkıyorlar. Bununla birlike fan service, seyirciyle iletişim, etkileşim konusunda oldukça başarılılar, kimse onları boşuna izlemeye gitmiyor ya da sevmiyor.

 Dün gecede aslında sadece orada bulunmakla bile insanları kazanmışlardı. Buna rağmen yetinmediler, ayrı ayrı ve grup olarak herkese güzel dakikalar yaşattılar.

Arada hazırlanan videoyu göstermeleri de güzeldi.

Tek sorun sanki ses sistemindeki bir sorundu ya da bana öyle geldi. Zaman zaman vokalleri duymakta zorlandım.







Sonunda herkes sahneye çıktı. Parça esnasında ya da sonrasında tam hatırlamıyorum Türkiye ve Güney Kore balonları aşağı indi.



Gelenlere teşekkür ettiler, el salladılar ki bu aralarda Mir' in dansı beni çok güldürdü. Uzun dakikalar boyunca dinleyicilerle karşılıklı el salladılar. Hoş anlardı...

Ve bu şekilde bir konser son buldu.Sonuç olarak keyifli bir akşamdı.




Benim değerlendirmeme gelirsek tüm gruplar teker teker başarılı ve iyiydiler ancak bana göre en iyi performans Ailee idi.(belki bunda kendisine karşı yaptığım haksızlığın vicdan tellerimi sızlatmasıda bir etkendir)


Şimdi kim diyebilir ki bir Beast, bir Suju, bir Mbla , bir FT Island kötü diye. Diyen çarpılır:P

Tüm k-pop severlerin bu duyguları tekrar yaşamasını, bu gece orada bulunamayanlarında tez zamanda canlı kanlı izleyebilmelerini dilerim. Konsere gidemeyenler üzülmesin, zaman değişti, mesafeler azaldı, sonuçta K-pop ihraç edilmek üzere tasarlanan bir ürün ve ses duyuldu. Bu gecenin bir kırılma noktası olması muhtemel bu nedenle önümüzde daha çok  fırsat olacağını düşünüyorum.




Genel anlamda uzak doğuluların saygılı ve sempatik tavır ve yaklaşımları dışında bu konser tekrar bana K-pop u neden sevdiğimi hatırlattı. Kabul edelim bir dark side var ama bunun yanında işi ciddiye alma ve saygı var. Oraya gelenlerin boşuna gelmediğinin bilincindeler ve buna  mümkün olduğu kadar karşılık verilmeye çalışılıyor. İzleyiciye/dinleyiciye yansıyan bir afra tafra yok. Sadece vokal değil - istisnalar ve tarzlar hariç- baştan savma değil, ciddi ve profesyonel koreografi ve dans var ve herşeyden öte sahne üzerinde bir estetik var.

Bu da bizim sözde idollere kapak olsun diyerek, bu geceyi ve konseri bağlar bu da böyle bir anımdı diyerek yazıyı bitiririm.





LinkWithin

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...