30 Haziran 2012 Cumartesi
Neon Genesis Evangelion: Zankoku na Tenshi No Teeze ( A Cruel Angel's Thesis ))
Neon Genesis Evangelion animeye merak sarmış animesever büyük çoğunluğun bildiği ve izlediği animelerden bir tanesidir. Amacım bu anime üzerine derinlemesine bir yazı yazmak değil tabii ki, şimdiye kadar binlerce yazı ve yorum yazılmıştır.
Birden fazla izlediğim animelerden bir tanesi olan Neon Genesis Evangelion' un üzerimdeki etkisi birden fazladır ki animenin özünde var sanırım bu. Beğeni bir yana zaman zaman EVA cd si dağıtarak insanları hayattan bezdirme geyiklerimize bile girmiştir bu anime.
Açılış parçası Zankoku Na Tenshi No Thesis kendi adıma efsanevi açılış parçalarından bir tanesidir animenin de etkisiyle. Aynı zamanda benim için bir çelişkidir bu parçanın bu animenin açılış parçası olması. Neyse... konuya dönersek bu parça da pek çok yoruma konu oldu şimdiye kadar buradaki amaç bunlara bir göz atmak.
Öncelikle Yoko Takahashi...
(insanın bilinçaltına kazınan türden bir parça...)
A(エース) yorumu...
A(エース)' ya ileride daha detaylı değinmeyi planlıyorum. Son zamanlarda Japon müzik piyasasından çıkan bana kalırsa en iyi gruplardan bir tanesi ve çalışmaları gayet başarılı, komik takma isimlerini bir yana bırakırsak...
Veee Glay yorumu...
İlk dinlediğimde ben de orada bulunan dinleyiciler gibi çığlığı bastım ne yalan söyleyeyim. Orada bulunsam bu parça esnasında kalbim kaldırır mıydı bilmem? Bir gün Glay' i canlı dinlersem ağlayacağım zaten bu konuda sözüm var :P
Benim için Japon gruplar içinde efsane olan gruplardan bir tanesi; Animetal...
Eizo Sakamato, Syu, Masaki' li kadroyla her türlü anime coverına imza atan bunu yaparken bilinen metal rifflerini de araya sıkıştırıveren bu grup daha fazla tanınmayı ve sevilmeyi hak etmiyor mu? Evet, uyuzluktan sıyrılıp Animetal hakkında bir yazı yazmak farz oldu artık...
Bir farklı yorum da Animetal USA' den...
Bu grubun ilk albümü başarılı bana kalırsa ama çok söylenen bir eleştiri var o da sözlerin İngilizce çevirisinin dangozluğu. Katılmamak elde değil biraz daha kafa yorsalarmış çeviri işine daha iyi olacakmış. Burada da duyulabilir sözler.. Bu arada müzikal anlamda sağlam işler oartaya koyuyor grup. Doğal olarak. ..Elemanları metal camiasına yakın olanlar için gayet tanıdık; Michael Vescera, Chris Impellitteri, Rudy Sarzo, Scott Travis/John Dette.
Etiketler:
A(エース),
anime,
animetal,
animetal USA,
eizo sakamato,
glay,
hisashi,
japanese,
jiro,
neon genesis evangelion,
syu,
takuro,
teru,
yoko takahashi,
zankoku na tenshi no thesis
28 Haziran 2012 Perşembe
Amatsuki: Açılış & Kapanış
Amatsuki adlı animenin açılış ve kapanış parçalarından bahsetmişim daha önce ama eklememişim, ayıp etmişim.
Halbuki Yuuki Kanno' nun Casting Dice' ı ayrıca dinlenmeyi hak ediyor.
Aynı şekilde Kaori Hikita/ Namae No Nai Michi' de dinlenilesi...
Etiketler:
amatsuki,
anime,
bonten,
Kon Shinonome,
Tokidoki Rikugō
23 Haziran 2012 Cumartesi
A Man Called Hero: Jung Wa ying Hong
Akıl insana ne oyunlar oynuyor? Hele insan biraz salaksa tadından yenmiyor.
1999 yapımı Andrew Lau elinden çıkma bu Hong Kong filminde öyle bir şok yaşadım ki akabinde duruma çok güldüm.
Filmin daha açılışında çalan parça için " Nasıl ya? Bu Ekin Cheng' in parçası zaten yıllardan beri yok mu? Tekrar bu film için mi kullanmışlar ?" diye sordum kendime.
Sonra Ekin Cheng gözükünce " Ne kadar genç görünüyor" diye düşündüm.
Nicholas Tse ortaya çıkınca " Vay bee. Ufalda cebime gir. Bir de Ekin Cheng' in oğlunu oynuyorsun" diye kafaya aldım filmi...
Filmin sonunda Nicholas Tse' nin yıllardan beri dinlediğim parçasını (First Glance) duyduğumda "Bunlar da eskilere dair ne varsa toplamışlar" dedim utanmadan...
Neden? Çünkü ben bu filmin en azından 2005 sonrası olduğuna şartlamışım kendimi. Her şey 1999 yapımı olduğunu kapanışta görmemle başladı. Önce etrafım karardı sonra bir tünelden geçtim ve yıllaaaaar öncesine gittim. Can hıraş bu filmin alayabileceğim bir altyazısını bulmak için çırpınıyordum. Uzun uğraşlardan sonra filmi bir dondurucuya kapatarak gelecek yıllarda gerekli teknoloji geliştiğinde izlemek için saklamıştım. Salağım işte yapacak bir şey yok!
Neyse bu psikolojik etkileri dışında filme dönersek bu film de Fung Wan - StormRiders' lar gibi Ma Wing Sing' in imzasını taşıyan bir manhua klasiği. - Adam ne yazmış ya! - Gerçi bu seri hakkında bir bilgim yok.
Filmin içinde Ekin Cheng, Yuen Biao, Nicholas Tse, Qi Shu yu görmek falan hoş. Bir yere göre de hoş ilerliyor ama ne zaman filmin içine görsel efektler giriyor o zaman olay kopuyor. Şu ninjalarla dövüş sahnesi nedir öyle, ne biçim efektir o? Halbuki Yuen Biao amca ne güzel koreografiler sergiliyordu. Hero ile filmin kötü adamı Yenilmez (Francis Ng) dövüşerek Özgürlük Heykelini bile yamulttular ve beni kahkaha krizine soktular.
Ayrıca Yenilmez şu repliğiyle seyircinin tüm desteğini kaybetti;
"Bu düello için gözlerimi kör ettim. ( hadi olabilir) Karımı ve çocuğumu öldürdüm. Artık hiç bir şey dikkatimi dağıtamaz." Bu noktada kendisine bravo dedim ve sen yanlış yere gelmişsin arkadaş yazılı notumu göndermek istedim.
Neyse doğal olarak Ma Wing Sing manhua sı olduğu için çok fazla karakter ve aynı anda ilerleyen pek çok olay var. Filmde hepsini anlatmak mümkün olmadığı için kopukluklar mevcut. Mesela ben hala merak ediyorum kızı nerde lan bu adamın?
Bu arada Shadow çok korkutucu...
En eğlendirici olaylardan bir tanesi ekibin Pekin operası sergileyerek madene sızmasıydı sanırım. Amerikalı denyonun " kung fu mu? bu maymun dansına benziyor" yorumu da diğer bir noktaydı.
Sonuç olarak benim gibi Hong Kong filmlerinin en kötülerini bile izleme eğiliminde olanlar, Yuen Biao, Ekin Cheng, Nicholas Tse, Qi Su görmek isteyenler izleyebilir. Gerçi artık eski filmler kategorisinde yer alıyor ama yapacak bir şey yok.
Bu arada Qi Shu' nun dudakları yüzünün yarısını kaplıyor :)
17 Haziran 2012 Pazar
MOBILE SUIT GUNDAM 00: İKİNCİ SEZON
İlk bölümün ( Mobile Suit Gundam 00: Birinci Sezon ) gazıyla devam ettiğim animenin ikinci sezonunu da ilkini tamamlar nitelikte güzel buldum. Yine de bir kıyaslama yapmam gerekirse, ikinci sezon her ne kadar ilkinin devamı olsa da pek çok yönden, ilk sezon gözümde daha ön plandadır.
Olaylar, durumlar özde aynı olmakla birlikte taraflar daha netleşir, karakterler gelişim gösterir falan.. Yine pek bir şey yazmayacağım.
(Ayumi Tsunematsu' nun "Tomorrow" adlı parçası animenin ikinci sezonunun kapanış parçalarından bir tanesi ancak anime içinde kullanılan bu versiyonunu çok ve daha çok seviyorum)
Ancak çok özür dileyerek 17. bölüm esnasında beni manyakçasına güldüren bir sahneye değinmeden edemeyeceğim. Bölümü tekrar seyretmek zor geliyor ancak aklımda kalan kadarıyla...
Elemanlar büyük bir kapışmaya doğru yol alırlar. Hepsi olayların etkisiyle ve yol aldıkları savaşın etkisiyle birilerini düşünür.
Saji: "Louise"
Louise: "Saji"
Lockon: "Anew"
Alleluah: "Mary"
Mary: "Colonel"
Sonra kamera birden bu ikisine döner;
Tieria: "Veda"
Setsuna: "Gundam"
(Tamam kendi içinde bir anlamı var ama ilk anda insanı çok güldürüyor :) )
İlk kapanış parçası Chiaki Ishikawa ' nın Prototype' nın müptelası oldum. Bu kadının yaptığı her parça güzel olmak zorunda mı?
Öyle ki Uverworld' ü bile sildi gözümde... (Uverworld/Hakanaku mo Towa no Kanashi)
Üzgünüm ama diğer açılış ve kapanış parçalarından pek hoşlanmadım.
(Onlardan bir tanesi; "Namida no Mukou" /Stereopony)
Meccha falan sevmem demesin kimse , Mobile Suit Gundam' a göz atsın bence...
12 Haziran 2012 Salı
Kamui Gaiden
60 yılların mangası "The Legend of Kamui" baz alınarak senaryolaştırılmış, yönetmenliğini Yoichi Sai ' ın yaptığı, Kenichi Matsuyama, Hideaki Ito, Kaoru Kobayashi gibi isimlerin yer aldığı 2009 yapımı Japon filmi. Bu Japon filmdeki ninja ekibine Ekin Cheng de Hong Kong kontenjanından dahil olmuş.
Manganın aslını okumadığım için mangayı ne derecede yansıtıyor, Kamui' nin hayatından bir kesit mi - ki sonuna dayanarak kesit demek pek mümkün - ya da kısaca mangaya ne ölçüde bağlı kalmış gibi soruların cevaplarını veremeyeceğim için mangadan bağımsız olarak filmi değerlendirmek gerekirse ninjaların acımasız dünyasına hoşgeldiniz temalı bir film olduğunu ve türün sevenlerinin rahatlıkla izleyebileceğini söyleyebilirim. Fakir olduğu için ninjalara bulaşan ama daha sonra klandan ayrılan ancak ninja kurallarının devreye girmesi üzerine hayatta kalmak için kaçmak ve belki de daha fazla öldürmek zorunda kalan Kamui' nin hayatını - belki de bir bölümünü- konu edinmekte. Bol kan, değişik adam öldürme taktikleri, aksiyon sahneleri (genel anlamda), yavaşlatılmış çekimler hoş ayrıca bir iki ninja tekniği görmekte insanın hoşuna gidiyor. Tüm bunlar iyi hoşken efektler oldukça sinir bozucu ve zaman zaman oldukça gereksiz öyle ki büyük bir yapaylık izlenimi uyandırmakta.
Hikaye derli toplu, baştaki aksiyon zamanla yerini dinginliğe ve farklı bir yöne kaydırmış gibi gözükse de - köpekbalıkları, köpekbalığı ile güreşe tutuşmak vs... - gidişatı iyi toplanmış, gereksiz öğe yok gibi duruyor fakat güzel malzemenin biraz hovardaca işlendiğini de insana düşündürtmüyor değil. hafiften klişe bir hikayeye sahip, fazla beklenti olmadan izlendiğinde insanı dellendirmeyen türün sevenlerini tatmin edebilecek bir film.
Toplumun en alt tabakasından gelen fakir olduğu için ninja klanına katılmak zorunda kalan ama insanların damarlarında akan kanın sınıf gözetmeksizin aynı olduğunu düşünen, ninjalıktan sıkılıp - uzun uzun yazması zor geldi - özgür olabilmek adına bağlarını koparan ama babayı alan bir çocuk, gerzek, vasıfsız ama üst tabaka kaymağı yiyen ve insanları malı olarak gören pislik lord, kanunların ve kuralların istisnasız işlediği ninja klanları, kimisinin dönüp bakmayacağı ancak kendi yaşayanları tarafından özgür oldukları düşünülen köyler vs... ve belki de tüm bu sisteme bilmediği bir kavram adına ( öldürmemekten ziyade özgürlük ve birey olabilme) başkaldıran fakirlik yağmurundan kaçarken ninja dolusuna tutulan bir çocuk...Bunlar birazda izleyiciye kalmış. Film de Kamui' nin karakter gelişimi var az buçuk fakat alt metnini okumak pek mümkün değil.
Filmdeki kimi detaylar - ressam ve resimleri, lordun sayko karısı, gerçekten densiz mi yoksa bilge mi olduğu anlaşılamayan Hanbei, zor bir mücadele sonucu elde ettiklerini zaman zaman paranoyakça korumak güdüsünde olsan Sugaru- ve kimi sahneler - zamanlaması iyi olan flashbackler, köpekbalığı avcılarının karizması ve lordun ressamla yaptığı son konuşma - ki bu sahne filmdeki tüm vurdu kırdı ve kandan daha acımasız ve vahşidir bence - oldukça hoş olmasına rağmen film bir bütünlük içinde değerlendirildiğinde epik ya da muhteşem olmaktan öte türünün örneği bir film kategorisine girmekte.
10 Haziran 2012 Pazar
CODE GEASS: Hangyaku No Lelouch
Sonunda bu çok bahsedilen animeyi izledim. Gerçi sadece ilk sezonunu bitirdim ve şu yazının yazıldığı anlarda henüz ikinci sezona başlamadım ancak yine de aklımdakileri kendime not olsun diye dökmek istedim. Bu yazı 25 bölümlük ilk sezon ile sınırlıdır.
Doğruyu söylemek gerekirse Code Geass Hangyaku No Lelouch' u ne bahsedildiği kadar zekice, ne yeni söylemler getiren, ne heyecanlı ne de harika buldum (oha cümleye bak bitmiyor). Bunda üzerinde çok konuşulması nedeniyle beklentimin çok yüksek olması da bir etken olabilir amaaa insanların neden bu kadar heyecanlandığını bir nebze anlamakta mümkün. Code Geass' te bulduğum şu; tarihsel gelişim süreci içerisinde yer almış felsefi, mitolojik,ekonomik ve bilimsel bilgi ve kuramları alarak akıllıca bir kolajla insanın önüne seren senaryo ve kurgusuna ek olarak anime türünde geniş bir yelpazeye hitap edecek kadar türü de geniş tutarak izleyene güzel bir paket içinde sunan bir seri. Ve Code Geass' in başarısı her iki alanda da bu kolajı başarıyla uygulayabilmiş olması, bu noktada hakkını vermek lazım, her ne kadar ilk bölümlerde ölümüne sıkılmış olsam da...
(Flow' un bu parçası bana göre ortalama)
Madem beğenmedin niye izleyip bir de zırvalıyorsun diyenlere (ilerleyen satırlarda gerçekten zırvalayıp saçmalayacağım çünkü) cevabım; beğenmedim değil, beğendim ama içerik olarak ortaya süper bir iş koyan bir anime olduğunu düşünmüyorum ancak içinde barındırdığı düşünsel alıntılarla yine de içerik bakımdan boş olmadığı ve harmanlamayı nispeten başarıyla taşıdığı için hakkını vermek gerekir diye düşünüyorum. Sonuçta böyle içeriği olmayan pek çok animeyi de izliyoruz hep beraber kimini severek ve eğlenerek kimini de yerin dibine sokarak ancak Code Geass insanın kulaklarına yerleşen Luluşuuu!! tonlaması ve Lelouch' un mor gözleri dışında ortaya karışık bir düşünceler yumağı bırakıyor dikkatli bakıldığında...
Animenin konusunda bahsetmeye gerek yok. Bu yazıyı okuyan olursa muhtemelen seriyi izlemiş olan biri olacaktır o nedenle ilerideki satırlar hafiften spoiler barındırabilir mümkün olduğu kadar bundan kaçacak olsamda...
Dediğim gibi ilk bölümleri biraz uyuklayarak ve zevkten uzak geçirmeme rağmen ilk anda Britanya İmparatoru amcanın konuşması çarpıcı nitelikteydi...
Britanyanın üç güç odağına kıyasla kendine göre daha devingen ve düşünce şekli bakımından daha farklı olduğunu görürken bu konuşmayı nerelere kadar uzatmak mümkün düşüncesi eğlendiriciydi... Hafiften evrim teorisini andıran Britanya zihniyetini aynı zamanda içinde taşıdığı Hegel öğeleri ve - serinin içinde hafiften kendini gösteren barındırdığı diyalektik materyalizmin - ana öğeleriyle çeşitli ekonomik düşünce ve kuramlara uyarlayarak animede geçen Britanya İmparatorluğu hakkında fikirler üretilebilir. (aklı sosyalizm ve komünizme uzanacaklara durun diyorum o kadar uzanmayın konuşma metni aslında daha yakın bir gerçeğe çıkıyor ki amca da zaten diğer iki sisteme karşı bakışını dile getiriyor.)
Serinin mor gözlü Luluşusu ara sıra sinir bozucu olsa da durumları iyi idare eden bir oğlan.
Zero olayına gelirsek, içindeki nefret ve intikam duyguları bir yana bana göre tamamen değil ama belli bir ölçüde Bakuninvari bir çizgi taşıyan bu karakter aynı zamanda bir liderdeki karizmanın önemini de çizmekte. Yeniden yaratmak için yıkmak gerektiğinin altını çizmekte, tabii ki Bakuninvari dememin nedeni sadece bu söylemi değil ancak bazı noktalarda da bu duruşuyla çelişmekte. Haha ayrıca bana kalırsa Machiavelli' nin Prensi ve Sun Tzu nun Savaş Sanatı' nı da hatmetmiş bir arkadaş :)
Suzaku oğlan bana kalırsa animenin mal oğlanı. İdealist tavırlar, sistemi içten değiştireceğimler, geçmişin izini omuzlarımda taşıyorum demeler (tamam kendi dile getirmiyor ama gözümüze sokuluyor) hmm değiştirirsin demek istiyorum kendisine. Luluşu' nun karşısında çok vasat kalmış, uyuzcan. Sahneye çıkan kendisi hariç her rakip daha etkileyicidr bana kalırsa, Euphumia bile.
Lloyd, bu adamın omedetou diyişine hastayım. Sırf bu elemanı dinlemek için izledim animeyi desem yalan olur evet ama ufağından da olsa bir gerçek. Ayrıca doğru söze ne nedir?
"İnsanlığın en büyük hatası, acınacak ölçüde vücudumuzun, kalplerimizin ve birbirimizle ilişkilerimizin kırılgan olmasıdır."
Cornelia ve Todou taktisyen olarak göz doldurucu.
Diethard: Bu eleman aslında geçmişten günümüze güzel bir gönderme bana kalırsa. Şahsi olarak kendisine gıcık olsam da şu lafını kim yadsıyabilir ki?
"objektif bilgi diye bir şey yoktur Zero. Sonuçta gazetecilik insan yaratımıdır."
Gelelim Lancelot, Gawain ve Arthur ve Avalon olayına. (zaten ana hikayenin kelt mitolojisine dayandığı gerçeğini başka bir yana koyarak geliyorum bu noktaya) Kral Arthur ve yuvarlak masa şövalyeleri ve Camelot' a dayanan bu kelimeler arasındaki bağlantıyı bu ilk sezon içinde anlamlandırmak mümkün değil sanırım. Arthur' u burada kedi olarak gördüm. Sürekli Suzaku' yu ısıran bu kedi son bölümlerde Suzaku' yu ölmekten kurtarıyor gibi.
Gerçek hikayede Gwain (gerçi pek çok farklı versiyonunu okudum ama) bilindiği üzere Lancelot' a karşı düelloyu kabul ederek ona yeniliyor. Böylece Guiniver' in (muhtemelen yanlış yamışımdır zira yıllardır doğru yazamam şu kadının ismini) masumiyetini kanıtlamış oluyor. Yuvarlak masa şövalyelerinden en sevdiğimdir.
Gerçi Avalon' u anlamlandırdım sayılır,seride bir nevi tanımını karşılıyor fakat dördünün nasıl birbirine bağlanacağını bekliyorum, kısmet ikinci sezon.
Kısmet demişken serinin alıp kullandığı başka noktalarda var. En barizi varoluş ve kader kavramlarına yaptığı göndermeler. Bu konuyu çok uzatabilirim Sysphus tan girip, hristiyan varoluşçulara çoğu seri ile ilgili olmayacak şekilde o nedenle tehlikenin farkındayım ve ortada kuyu var yandan geç yapıyorum :)
Neyse böyle işte...gece gece bir anime üzerine bu kadar saçmalayabilirdim. Kısa kesmek lazım!!
Gördüğüm kadarıyla Code Geass Death Note ile karşılaştırılıyor. Her ne kadar bunu söylemek için erken olabilecek olsa da 25. bölümden sonra ne kadar lanet yağdırmış olsam da Death Note basar geçer derim elma ile armutu karşılaştırmak gerekirse :)) gerçi diğer 25 bölümü izledikten sonra Code Geass' e içimde bir sempatide uyanabilir...Napalım...
değişmeyen tek şey değişimin kendisidir :)
"C.C.:In their Hearts everyone has Faith in their own Existence and Ultimate Triumph, however when Time and Destiny unfold, this Faith turns out to be quite Fleeting and Pointless."*
Açılış ve kapanış parçalarını kendime göre değerlendirirsem (Hitomi' nin Innocent Days' ini bir yana koyarak) benim için Sunset Swish' in Mosaic Kakera' sı ilk sırada yer alır. İkinci sırayı ise Ali Project doldurur. En kötüsü Access'in Hitomi No Tsubasa'sı bana kalırsa...
"In this world, evil can arise from the best intentions. And there is good that can come from evil intentions."**
* & **:Wikiquote; http://en.wikiquote.org/wiki/Code_Geass
Etiketler:
ali project,
anime,
code geass,
death note,
flow,
sunset swish
3 Haziran 2012 Pazar
HAMAMBÖCEĞİ: Bir Masal...
Sıcak havaların gelmesiyle birlikte insanoğlu arasında reytingleri artıyor bunların ne yazık ki. En son çıyan denilen lanet yaratıkla karşılaşmamdan sonra böcek alemine bakışım değişti, artık hamamböceğine bile sevgiyle ve olgunlukla yaklaşırım demiş olsam bile "Öyle kolay değil bu işler" diyen içimdeki kimliğini bilmediğim sese ufaktan hak vermekteyim. Henüz bu sene geleneksel Tawannanna vs hamamböceği açılış resepsiyonunu yapmamış olmamızdan mütevellit nasıl bir davranış tarzı göstereceğimden, zihinsel ve fiziksel irademin nasıl işleyeceğinden emin değilim ama bir yandan da boş zamanlarımda kendimi alıştırmak adına düşünüyorum çünkü bu sessiz tehlikenin beni de bulacağından eminim; aynı ekosistemde yaşıyorsak onların da bu doğa içinde bir işlevi, varlıklarının bir sebebi vardır diyorum kendimi alıştırmak için ve her seferinde konuya böyle felsefi yaklaşırken bu türün asil bir temsilcisiyle aramızda yaşanan savaş gözlerimin önünde canlanıyor.
(The Gazette // Cockroach)
Yok, bir gün derste kapalı camdan sınıfa adım adım sızışını saniye saniye izlediğim, hiç biri aynı dili konuşamayan öğrencilerin bir anda ortak bir evrensel dili yakalamışçasına iletişime geçtiği ve saflarını terk ettiği, akabinde içeri saldığı korkunun ve düşman sahasına başarılı şekilde sızmasının verdiği zafer sarhoşluğunu yaşayan bu canlının bu sevinci içerisinde gardını düşürüp ona acımasızca ayağından çıkardığı ayakkabısıyla dalan Çinli öğretmen tarafından alt edilişinin öyküsü değil, bu başka bir hikaye...
Bu asil hamamböceğiyle karşılaşmam yıllar önce kendi evimde ve kendi odamda oldu. Odada yankılanan çıtır çıtır seslerini duymamla vücudumda adrenalin yükselmişti, biliyordum ki bir mücadele kapıdaydı. Zaten şu sesi ne zaman duysam aklıma ortaokuldayken psikopat bir arkadaşımla okulu kırıp gittiğim o saçma film gelir. Kocaman hamamböcekleri insanları kaçırıyor, bir çocuk onların sesini taklit ediyor falan... Bilinçaltımdan silmeye çok uğraşmışım ancak bu kadarını hatırlıyorum, bir de hala niye para verdik ki o filme serzenişini. Neyse...
Ben alanınını koruyan bir kahraman edasıyla odanın ortasına geçmiş çevreyi araştırırken bu böcek tıkır tıkır diye korkusuzca karşıma kadar geldi, elim kadardı... Antenlerini oynatıyordu, o kadar yakınıma gelmişti ki tüm ayrıntılarını görebilmenin verdiği dehşetle psikolojik olarak zayıflamıştım. Birebir mücadelemiz başlamış oldu. Kendi adıma çok başarılı bir mücadeleydi, anlatamam. O tıkır tıkır diye üzerime korkusuzca yaklaştıkça ben odanın kapısına daha fazla yaklaşıyorum. Tabii bu zayıflığımı anlayan pislik beni rencide etmenin verdiği zevki sonuna kadar yaşıyor ara ara üzerime üzerime gelmektense yengeç gibi yanlara yanlara hareket ediyor, buna karşılık benim kapıya daha fazla yaklaşmam karşısında antenlerini eğip büküyor ve zevk sarhoşu oluyordu. Onun alaycı kahkahalarla gülen sevimsiz yüzünü netlikle görebiliyordum. Sonunda odanın kapısını açmış oda sınırlarının dışına gerilemişken rakibi tarafından çemberin dışına iteklenmiş bir sumonun yaşadığı başarısızlık ve kaybetme duygularını yaşamış, odayı hakimiyeti altına almış arada bana gözlerini dikmekten çekinmeyen bu korkusuz yaratığı onur kırıklığı içinde izliyordum. Sonra insani onurum daha ağır bastı, içimden başka bir kimliksiz ses "Edriyııın" diye bağırdı, cesaretim bir anda geri geldi... Bir savaş böyle kolay kaybedilemez dedim ve böceğe gözüm üzerinde işareti yaptıktan sonra evde onurlu mücadelem için kullanabileceğim eşyalar aramaya başladım ve tabanları bir apartman kadar olan o garip ev terliklerine doğru ilerledim.
Odanın kapısına geri geldiğimde, düşmanı olan benim görebileceği sınırlardan uzaklaşmış olmasının verdiği rahatlıkla odanın ortasından biraz daha gerilere doğru çekilmişti. İki elimde terlik beni tekrar görünce antenleri titredi hafiften, anladım ki şaşırmıştı. Onun bu şaşkınlığı bende bir cesaret patlamasına yol açtı. Şimdi taktik lazımdı. Doğrudan üzerine saldıramazdım, benden hızlıydı ama bir hava saldırısına karşı duramazdı. Kafamda bu ampulün yanmasıyla önce odanın sol köşesine doğru sıçradım, sol ayağımdan aldığım destekle karşı yöne ve odanın ortasına doğru havalandım. Yıllarca boşuna dövüş, aksiyon, ninja filmi izlememiştim; bu hem onu şaşırtacak hem de bana daha fazla havada kalma imkanı sağlayacak ve bir başarısızlık durumunda ondan uzak bir noktaya düşmeme imkan verecek bir manevraydı. Yerden yükselişten aşağıya düşüşe kadar olan hareketi bir eğri olarak düşünürsek o eğrinin en üst noktasına çıkana kadar aklımdan geçenler ve yaşadıklarım inanılmaz tatmin edici duygu ve düşüncelerdi. Bu saniyelerde önce kendime "Oha lan zaman bükücü mü oldum?" diye sordum çünkü zamanın akışı yavaşlamıştı ve ben muhteşem bir aydınlanmaya ulaşmıştım, "oha uçuyorum" diyordum kendime aynı zamanda etrafımı tüm netliğiyle görüyor, yer çekiminden uzak olmanın tadını çıkarıyordum. Kafamda canlanan açı doğruysa aynı zamanda havada oldukça estetik olarak süzülüyordum. Aydınlanma ve bu coşkunun verdiği sevinçle "Kung fu filmlerinde havada çarpışan karakterlerden biri olma seviyesine yükselebilir miyim artık? " diye düşünüyordum. Tüm bu düşünce deryası içinde aynı zamanda gözlerimi rakibimden bir an olsun bile ayırmadım. Rakibim ise olduğu noktada hareketsiz bir şekilde gözlerini bana dikmiş bakıyordu. O anda kafamın üzerinde iki tane düşünce baloncuğu oluştu. Birinde hamamböceği "napıyor bu salak acaba?" diye düşünüyordu. Kafamı salladım, onu sildim. İkincisinde " Oha uçan insan!!" diye düşünüyordu. Bu daha çok hoşuma gitti. Bu düşünce ile birlikte tedirginliği ve bilmediği bir cisimle karşılaşmasından ötürü oluşan korkusu nedeniyle hareket edemiyor aynı zamanda bir lider olarak durumu tüm olasılıklarıyla değerlendirmeye çalışıyordu. İşte tepe noktasına ulaşmış bir elimdeki terliği tam ona nişanlamışken tehlikenin ciddiyetini anlayarak kaçmaya yeltenmişti ki harika bir şekilde terliği fırlattım, cuk dedi üzerine oturdu ancak bir an sonra sersemlemiş olsa da kaçışı devam etti. Artık aydınlanma yaşamış olduğum için bu kısa süreleri oldukça uzun ve bilinçli yaşıyordum. Hala hareket edebilmesi beni sarsmış olsa da son bir refleks ve gayretle dönerek diğer terliği de fırlattım, bu da kafasına inmişti. Yüzümde bir Bruce Willis gülümseyişiyle yatağa çakıldım ama o da ne? Hala hareket ediyordu. Ben bir yandan havada yaşadığım o tarifsiz duygunun esiri olmuş ve biraz daha kassaydım örümcek adam filmlerinden birindeki o havadan gelen iki cisim arasından uçarak geçişi sahnesini canlandırabilirdim diye düşünürken bir yandan bu yaratığın başarılı atışlarıma karşı yaşama azmi beni dehşete düşürmüştü.
O esnada beni kapıda izleyen destek kuvvetleri tam teçhizatlı olarak içeri daldılar. "İnine kaçtı" - gerçi ini neresi bilmiyordum ama - diyerek onları yönlendirdim. Tam da onlar o köşeye doğru ilerlerken bu mücadelececi yaratık arka fonda bir kahramanlık marşıyla tek başına ekiplerin karşısına çıktı.
(İşte onun bu cesur çıkışı esnasında arkada çalan fon müziği)
Bu cesaretini takdir ettim ama aynı zamanda biliyorum ki kendisine verdiğim hasarlar nedeniyle ayakta zor duruyor, son taarruzunu kahramanca yapmaya hazırlanıyordu. Onun bu duruşu karşısında başımla onu selamladım, o da antenlerini oynattı ve mücadele başladı. Çevikti ama dengesi eskisi kadar sağlam değildi, hayatı için savaş veriyordu. Ben ise yatağa galibiyetinden emin, muzaffer bir komutan edasıyla oturmuş ekibe talimatlar yağdırıyordum. Sonunda daha fazla direnemedi. Zafer benimdi. Kendisini ve cesaretini saygıyla andım. Destek ekip beni tebrik ederken bıyık altından gülüyordu. Önce anlam veremedim sonra ekibin en yaşlısı gelip omzuma vurdu. Anladım ki yatağa çakıldıktan sonra "böceeeeekkkkkk ühühühühühühü" diye bağırmamış olsaydım karizmayı çizdirmeyecektim... dersimi almıştım. Bundan sonra yardım istemek için daha farklı bir komut kullanacaktım.
Eyyy asil dostum!! Yıllar sonra seni ve cesaretini tekrar anıyorum. Sayende uçmanın tadını aldım.İnsanın çaresizlik içinde neler yapabileceğine dair tekrar derin düşüncelere daldım.
(Uzakdoğudan son yıllarda çıkan en muhteşem iş olan John Woo' nun Red Cliff' i içinde yer alan bu parça ile bu anı kapanır...)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)