28 Aralık 2011 Çarşamba
Gintama: Jugem ve daha uzar gider....
Evet, her zaman söylediğim gibi ben bir Gintama bağımlısıyım bu nedenle Gintama üzerine yazdığım ve yazacağım her şey gayet taraflı olabilir.
Uzun süre ara vermiş ve ikinci sezon iyice biriksin diye müthiş bir irade ile ikinci sezona başlamaya direnmişken son günlerde bu direncimi bilinçli bir şekilde kırdım( çelişkiye gel!!) ve kendimi yine kaptırdım gittim öyle ki tüm birikmiş bölümler tükendi ve şu anda başımı ellerimin arasına almış şekilde duruyorum. Hayır ağlamıyorum!! Ellerim kafamın kendisini müthiş bir istekle ekrana geçirme isteğine engel olmaya çalışıyor... Bu üçlü arasında kafa, sağ el, sol el mücadele devam ederken ben konuya devam edeyim.
Efendim Gintama almış bir bünye alarak aslı itibariyle oldukça iğrenç geçen son günlerde şeker kıvamına dönmüş bir insan olarak - bu nedenle grip virüsleri de vücudu ele geçirmeye başladılar sanırım - şu Jugem olayını hatırladım. Kyuube' ye eğitsin diye verilen sevimli mahlukat ve uzun adı sorunsalından esinilerek bir şarkıya dönüştürülmüş olan bu çalışma çok hoşuma gidiyor.
Gerçi bu kısa versiyonu, sözlerin hepsi maymunun adı... falan filan.... izleyenler ve izleyecek olanlar buraya yazmaya üşendiğim açıklamaya kavuşacaktır zaten...
Her yere <3 Gintama yazmak istiyorum. Sanırım buna aylardır piyano üzerinde aynı başarısızlıkla aynı parça üzerinde çalışmaya devam eden üst komşunun kapısında başlayacağım....
25 Aralık 2011 Pazar
SAMURAI HIGH SCHOOL: Nerede eskinin o Samurayları?
Kendimi kınıyorum. Bu diziyi neden bu kadar geç izlemiş olduğuma anlam veremiyorum ama çok büyük hata etmişim. Ben ettim başkaları etmesin.
Bu 9 bölümlük Japon yapımı dizisi kesinlikle çok eğlenceli, çok iyi aynı zaman da insanı etkileme kapasitesine de sahip aslında oldukça fazla ele alınan konuları arka planda işletmesine rağmen. Ama bu yapımın ayrı bir havası var. Gözden kaçmamalıymış, çok üzgünüm.
Samurai High School' un olayı şöyle; lise son sınıf öğrencisi, karizmadan uzak, derslerde başarısız zaman zaman sevimsiz Mochizuki Kotaro, matematik dersi için tarih ödevi hazırlamak zorunda kalınca(!), yolunun üzerindeki garip bir kütüphaneye gider. Orada Edo Zamanında kendisiyle aynı yaşta ve aynı isimde varolmuş olan ve 17 yaşındayken ölmüş olan samurayın varlığını bir kitapta keşfeder ve bu keşiften sonra bu samuray bu arkadaşı ara sıra ziyarete gelir. Karakter olarak ikisi oldukça zıt iken bir de dönemler ve değerler birbirinden farklı olunca tam bir kaos oluşur. Şimdi misafir işte çat kapı çıkıp geliyor ne zaman gideceği de belli olmuyor geldiğinde bir de saçı tepeden topluyor, Kotaro' nun günlük yaşantısı bir komediye dönüşüyor ancak samuray Kotaro o derece karizmatik ki yandaş toplamakta çok zorlanmıyor zaten ilk bölümde yardımcı oldukları Nakamura Tsuyoshi (Yuu Shirota) hemen Kotaroların saflarına geçiveriyor.
Bu arada dizinin müziklerini çok beğendim. Hele bir tema parçası ve kapanış parçası var ki evlere şenlik.
Mochizuki Kotaro yani Haruma Miura olayına daha sonra geleceğim ancak dizide özellikle iki karakter var ki tadından yenmiyor. Bunlardan ilki kütüphanedeki gizemli kadın. Tepkileri, ses tonları, vurguları, pozları ile yardı beni.
Diğeri ise Kotaro' nun babasıdır. Pasif ve silik görünümüne rağmen olaylara dahil oluşu, ortamı idare edişi, Kotaro' nun Samuray tavrını yadırgamayıp buna ilk ayak uyduran olması ve saçlarıyla dizinin olmazsa olmazıdır.
Bunun dışında şu şöylenebilir ki dizide tüm oyunculuk performansları gayet iyi, polis amcasından (gerçi onun şu eski çeteci olma olayı, araya tıkıştırılanve kafaya alınan klişelerden sadece bir tanesiydi ama abicim o kıyafetler ne idi öyle?), Miki Sensei' ye, okul müdüründen (bu da evrim geçirdi biraz), Ai' ye, Mochizuki ailesinin annesinden Nakamura' ya performanslar keyifli oldukça ki tüm bunların üzerine Kotaro yani Haruma Miura' yı ayrıca anmak istiyorum. Bana kalırsa çok iyi ve başarılı bir performans ortaya koymuş...
Aksiyon sahneleri ve çekimleri de gayet hoş ve estetik ayrıca bir cetvelin katana olarak kullanımına ışık tutuyor ki öğrencilik defterini kapatmışlar üzülmesin, uzun saplı süpügeleriniz de aynı işlevi görür.
Ayrıca etrafta bulunan aletkerden ok ve yay yapımı olayı var ki bambaşka :)
Bir bölümde de öğrencilerinden birinin internete düşmüş videosundan memnn olmayan okul müdürü ve yalakalarının - videoyu da işlerine gelmediği için beğenmiyorlar - internet üzerine yaptıkları yorumların - "hemen silinsin bu", "mümkün değil mi? neden?", "yükleyen mi silebilir ancak?", "o zaman siteyi kapattırın" - bizlere çok tanıdık geleceğinden eminim.
Müzikleri, oyunculukları, eğlendiriciliği,diyalogları ve arka planıyla çok keyifli, çok beğendim.
Dizinin kapanış parçası olan Monobright' ın "Kodoku No Taiyo"' sunun ise bağımlılık yapan bir etkisi var.
24 Aralık 2011 Cumartesi
GOING BY THE BOOK (BAREUGE SALJA): Hayatta herşeyi ciddiye almayacaksın..
Yine tesadüf eseri denk geldiğim güzelliklerden bir tanesi bu 2007 yapımı Güney Kore filmi.
Kısaca konusuna değinmek gerekirse küçük bir şehirde trafik polisliğine düşürülmüş işinde ve hayatında beni hayatta en fazla korkutan insan tiplerinden biri olarak çok ciddi ve herşeyi ciddiye alan biri olan Jeong Do-man kendi halinde takılırken son zamanlarda pek çok banka soygunu gerçekleşmektedir. Yeni atanan emniyet müdürü, polisin zedelenen itibarını halkın gözünde arttırmak için dahihane bir fikir olarak bir soygun similasyonu yapıp bunun yerel kanallarda yayınlanması fikriyle ortaya çıkar. Soyguncu rolünü ise şehre ilk girişinde acımadan kendisine ceza kesen Do-Man' a verir ve simulasyon bir tatbikat olmaktan böylece çıkar.
Şimdi ey şef!! Adamcağız sana en başında dedi değil mi bu role beni atadığınız için pişman olabilirsiniz diye? Doğal olarak Do- Man işi oldukça ciddiye alacaktır ve olay polisin itibarını yükseltmekten ziyade ciddi mi davransak yoksa olayı kessek mi bocalamasında olan ekiplerin acizliğini ortaya koyacaktır.
Filmin eğlendirici noktası bu acizliğin teker teker ortaya güldürürerek koyması. Tatbikat için polis birimleri ile işbirliği yapan ve soygun esnasında rehine olmayı kabul eden banka müdürü, çalışanları, yaşlı adam ve öğrenci ve ayrıca bankada müşteri rolünde olan polisler ve bankada geçen sahneler ise yine oldukça eğlenceli. Bağlı, ölü, tecavüze uğradı gibi pankartları boyunlarında taşımaları, kafandan vurulmuştun bu nedenle yelek taktım kurtuldum diyen polisi öldüğüne inandırmak için birlikte kameraları izlemeleri, sonsuz işbirliği yapmaları, wu shu şampiyonu kadın dedektif ile boks şampiyonu Do Man arasındaki müsabaka için dışarıda yorum yapan emniyet sorumluları vs.. oldukça keyifli sahneler barındırıyor.
Swat ların yeteneksizliği, keskin nişancıların beceriksizliği nedeniyle insanlar sözde telef olurken televizyonların bunu yayınlayış biçimi ve gerçeği kabullenişi ise ayrıca yarıcı.
Rehinelerin araca binerken gösterdikleri başarılı gösteri ise herşeyin tuzu biberi olmuş ve Bizet / Carmen' in farklı bir yorumu fonda çalarken ve rehineler araçtan inerken ise eğlencenin dozajı yükselmiş.
Do- Man olmak zor iş. Bu arada Do- Man' ı soyguncu yapan ve işler çığırından çıkarken bile sakin kalıp anlayış gösteren şefe de saygılarımı sunuyorum. Durumla güzelce kafa bulan, keyifle izlenecek bir film.
Bu arada bu kadar eğitimli bir kadroya hayatlarının hatasını yaparak soygun düzenleyen gerçek ekibe ise salaklıklarından ötürü şefkatle yaklaşıyorum.
Son olarak kim olduğunu çıkaramadım ama kameraman çocuk da estetik anlamda filme katkıda bulunmuş. İyi seçim :P
Çok keyifli ve iyi bir film.
YB Band... Parçayı da ayrıca sevdim...
Etiketler:
film,
going by the book,
Jeong Jae-yeong,
korean,
YB Band
18 Aralık 2011 Pazar
TOKYO GHOST TRIP: RUHLAR VE İNSANLAR ARASI SOHBET SEANSLARI...
2008 yapımı bu Japon dizisi hakkında ne düşünmem gerektiğini bilemiyorum açıkçası. Teknik açıdan, çekimler, oyunculuk, mekanlar vs.. kötü olmasına, konusunun ortalama olmasına, bölümleri izlerken ara ara ben bunu niye izliyorum acaba diye düşünmeme rağmen, zaman zaman da olumlu yandan bakmaya çalıştığım çok oldu. Sanırım sonuç olarak söyleyebileceğim iyi olmadığıdır ama yine de zaman zaman insanı güldüren, eğlendiren zamanla kendine ısındıran ve özellikle son üç bölümde hafiften oyunculuk falan toparlanınca ele avuca gelen bir yapım var karşıda...
Tokyo Ghost Trip tepeden bakış ile şöyle bir dizi; Setsu, Sowa ve Kai, İnue ailesinin temsilcileri olarak birlikte yaşayan Itakolardır. Setsu ailenin mirasını direkt temsil alacak olan, peşindeki kızlara pek aldırmayan, soğuk görünümlü hafif salak bir çocukcağızdır. Sowa da bu Setsu' nun bir parçası olduğu için Setsu ile sürekli dalaşan esasında ona en yakın olan az konuşan, kedi seven başka bir çocuktur. Kai bunların en büyükleri olarak geçmesine rağmen fiziksel açıdan en ufak tefekleri olmakla birlikte bunların öyle ya da böyle beyni konumundadır. Setsu ve Sowa' nın hayattaki en büyük motivasyonu et yiyebilmektir. 13 bölüm içinde bu ekibe Komyou,Ryu ve Isuzu katılır böyle 6 kişilik bir ekiple ölenlerin ruhu ile son kez buluşmak isteyen insanlara yardımcı olmak ve sonunda et yemek için çalışırlar.
Bu dizi benim yaş algılama yetimi tamamen kaydırdı ne yazık ki... zaten bu konuda pek başarılı değildim ammma burada tamamen göçtüm. Şimdi şöyle, mesela bu gençlerin yaşca en büyüğü olması gerekeni aslında yaşça en küçüklerinden biri. Buna tamam diyebilirim. Dizide bu gençler kaç yaşında ki, acep okulları yok mu bu çocukların diyordum hemen ikinci bölümde soruma cevap geldi 17 yaşındalarmış. Yuh ufalında cebime girin şeklinde ekranda duran gençler konusunda şoka uğradım zira 30 lu yaşlarına merdiven dayamışlar. Bizim dizilerdeki mantıktan arak yapmış Japonlar burada. Bize benzemeyin diye uyarıyorum onları. Sonra babanın normal hayatta 31 oğlunun ise 30 yaşında olması ama dizide oğlanın 17 lik taş olarak geçmesi babanında baba olması falan biraz sapıttırdı beni. Bu dizi bana bunları düşündürtmüş sanırım.
Bu arada dizideki Kai yani Kiriyama Renn'in visual kei gruplarından birinde olduğuna yemin edebilirdim ancak değilmiş. Tam visual keici (hahah tanıma bak) tipi var kendisinde. Tavsiyem hemen bir grupta vokal ya da davulcu olarak yer almasıdır. Onda bu ışığı gördüm nedense? - gerçekten bu dizide neler düşünmüşüm ben? -
(ama şu haliyle gerçekten öyle bir havası yok mu?)
Dizinin açılış parçası surface " jounetsu my soul" güzel parça. Jenerikte anlamsızca deli dolu koşan ve duvar boyayan altı adet genci izlemek mümkün. Gerçekten neden koşup duruyorlar anlamadım. Zaten dizide ulaşım aracı koşmak, arabaya bir ya da iki noktada rastlıyoruz bir tanesi bir silah olarak kullanılıyor. Kapanış parçası little by little' ın pray' ı de oldukça şık ve diziye hayat katmış.
Müzikler demişken dizinin süprizlerinden bir tanesi ON/OFF biraderlerin dizide boy göstermesidir. Ben izleyen olarak dizideki tüm karakterler gibi iki farklı eleman olduklarını kendilerini ifşa edene kadar anlamadım. Onlar olduklarını dahi anlamadım. Elinden kitabı düşürmeyen ve müşteri haklıdır mottosunu daha da abartan entel kafe sahibinin muhteşem süpriziyle birlikte kombo yaptılar.
Dizi içinde son üç bölüm hariç diğer bölümler birbirinden bağımsız ilerliyor, hepsinde farklı bir sorunu çözüyor arkadaşlar et aşkına...sonra konu bağlanıyor. Bu bölümlerin bazılarında oldukça eğlendim mesela No tiyatrosunun geleneksel temsilci ailelerinden birinin başı olan çocuk ve özündeki punk kimliği çelişkisi ve bölüm içinde elemanın içindeki punkçıyı ortaya çıkarması beni oldukça neşelendirirdi. Veletlerin beyzbol takımı konulu olan bölüm ise etkiledi. Anlamıyorum yani zeka yaşımla ilgili bir sorunum var biliyorum ama hala başka kim böyle klişe bölümlerde etkilenebilir ki? Ve Konomichi' li bölüm ki Konomichi karakteri rezmen diziye oyunculuk getirdi. Dizinin yıldızı bile seçebilirim kendisini.
Haa evet ölüm ile yaşam arasındaki çizgi, Itako kavramı ya da Shinigami felsefesi gibi anlattığı daha doğrusu arka planında anlatmaya çalıştığı noktalar var ama bizim televizyonlardaki uhrevi dizilerdeki sahne çekimleri aratmayacak görüntüler barındırması, bir cübbeli shinagamisi, oyunculukları, kötü çekimleri - mesela arabanın elemana çarpma sahnesi var ki evlere şenlik -ile yiyip bitiriyor olayı.
Şimdi günün birinde karşıma bir shinigami çıksa pazardan aldığım kum saatini alıp yere atar kırarım ve bye bye yaparım gibime geliyor. Bir de cübbenin kumaşını sorarım.
Tüm bunlara rağmen izledim mi, izledim!!! Vee.... ödül Tawannanna' ya gider. Ödül kabul konuşmam; Aslı Hashima Maki' nin mangası olan bu diziyi izlerken zaman zaman çok zorlandım ama ara ara içindeki bazı matrak öğeler benim en büyük destekçim oldu. Bu ödülü almamda büyük azmimin çok büyük payı var. Herkese azimler diliyorum.
Etiketler:
dizi,
japanese,
little by little,
manga,
on/off,
surface,
tokyo ghost trip
16 Aralık 2011 Cuma
ELLEGARDEN: Good Morning Kids ve Üzerine Yorumlar
Ellegarden zamanında Good Morning Kids ile tanıdığım iyi bir Japon grup idi. Güzel albümleri, eğlenceli parçaları bulunmakta. O zamanlar oldukça beğenmiştim hala da zaman zaman geri dönüp dinlerim. Acropolis, Salamandar ve nice güzel ve sağlam parçaları olmasına rağmen Good Morning Kids' in yeri bende ayrıdır. Ne yazık ki grup aktivitilerini durdurdu.
Good Morning Kids' i ilk dinlediğim zamanlarda Jean Tardieu ile oldukça içli dışlı olmamın da bu gelişim üzerinde büyük etkisi olduğunu düşünüyorum. O zamanlar parça sadeliğiyle beni ayrı çarpmıştı.
Gayet açık, yalın ama yorumu da açık. Öyle ki pek çok ayrı açıdan, pek çok farklı insanın algısına göre farklı yorumlanabilir ahahaha....
Yorum 1:
Good morning kids
(günaydın, 早,おはよう, aydın mı yavrum? aymasan da hoşgeldin)
How do you feel to have been slid out to this world
(Nasıl bir his? Söylesene?)
I wish it was not so bad
(Ben de umuyorum)
But I think no way you feel that way
(aynı fikirdeyim)
You'd come to know as you grow up
(Kim büyümek ister ki? zaman makinesi pls!)
This world is full of shit
(Ahahah hem de dolu dolu!)
So I wish you don't grow up
( umarım ben de)
And I wish you don't get hurt
(temennimiz ama pek mümkün değil)
And I wish you don't notice that the world is shit
(hahaha olasılığı çok düşük)
And I wish you don't be sad
( hee heee)
But I'm not so afraid 'cause you won't be like me
(aman zaten sakın bana benzeme gerçekten)
Good morning kids
(pisliğe hoşgeldin)
How does it feel to have been kicked out to this world
(Acı var mı? Fırlatılıp atılmış gibi hissetmek sen? Yalnız şekilde bu anlamsız mekana?)
I wish you liked the morning sun
( manzarası güzel diyorlar)
That is one of the most beautiful things
( yok artık daha neler? benim için olamaz, yeni berbat bir gün daha başlıyor deme sebebi, nefret!)
You'd come to know as you grow up
This world is full of shit
( evet öğreneceksin, farkedeceksin, çok büyümene de gerek yok bazıları erken farkına varır. koca bir top, küçük küçük parçalardan oluşmuş hem de her çeşit)
So I wish you don't grow up
(temennimiz ama kaçısın yok)
And I wish you don't get hurt
( namümkün!)
And I wish you don't notice that the world is shit
(ahahah gülüyorum buna )
And I wish you don't be sad
( bence buraya düştüğün için düştüğün andan itibaren üzülmeye başla)
But I'm not so afraid 'cause you won't be like me
(aman sakın benzeme, bak çok ciddiyim)
etrafta pek çok sayıda görülen samimiyetsiz sevgi pıtırcığı
Good morning kids
(günaydın canım :) günün aydın olsun)
How do you feel to have been slid out to this world
(Nasılsın, nasıl hissediyorsun? Bak benimle konuşabilirsin)
I wish it was not so bad
(Canım ya, burası harika bir yer, o yüzden bence herşey iyi olacak)
But I think no way you feel that way
(* ??!!* yok canım sen kulak asma. çok eğlenceli, çok cici insanlar var, hayat güzel, kötülük yok! )
You'd come to know as you grow up
(Ne yazık ki hepimiz büyüeceğiz ama büyümekte güzel? Hem her şey daha güzel olacak ben zaten hep burada olacağım)
This world is full of shit
(Aaa ne ayıp!)
So I wish you don't grow up
( hep bebek olalım, mıy mıy yapalım. çok şekeeeerr:))
And I wish you don't get hurt
(evet üzülmeyelim,canım benim sakın incinme, tamam mı cnm)
And I wish you don't notice that the world is shit
(evet kötü insanlar var, onlardan uzak dur)
And I wish you don't be sad
( bak üzülürsen bana gelip anlatabilirsin, tamam mı!)
But I'm not so afraid 'cause you won't be like me
(her nesil diğerinden farklı olacak :))
aklı bir karış havada, sorumsuz, derdi tasası telefon araba olan hafif tikky tip
Good morning kids
(Gunayyydın! Hadi arabaya atlayıp kahvaltıya gidelim)
How does it feel to have been kicked out to this world
( Aaaa sizin memlekette Citroen var mıydı?)
I wish you liked the morning sun
( ay, umarım seversiiin ama yanında da böyle grubun olcak plajda gitar falan, tadından yenmez)
That is one of the most beautiful things
( yaaa çok romantik ya!!!! arabalı bir sevgilin olcak bidde)
You'd come to know as you grow up
( Ay evet kırışıklılar olacak suratta hemen krem almaya gideyim)
This world is full of shit
( evet ya her yer manyak dün arabama çarptı bi tanesi. napıyooon dedim, o da bana e sen geldin arkadan çarptın dedi! manyak!)
So I wish you don't grow up
(ya büyüyelim ya, arabamız olsun sonra dünya turuna çıkarız)
And I wish you don't get hurt
( Alpuntontan çok kalbimi kırdıııııı yeaa,ühühühühühü)
And I wish you don't notice that the world is shit
(hayvan herif nolcak! Bak tengurtancan sevgilisine çicek almış ühühühü, pislik )
And I wish you don't be sad
( iphoneun yeni modeli çıkmış ya ühühühühühüh ben de istiyooooom)
But I'm not so afraid 'cause you won't be like me
(evet sakın benim gibi salak olup indirimleri kaçırma damam mı!)
yandan yemiş entel;
Good morning kids
(eğer öğlen 12.00 den önce ise hala günaydın yoksa tünaydın olacak.)
How do you feel to have been slid out to this world
(Edebiyat tarihinde pek çok yazar bu konuya parmak basmıştır. Literatüre kazandırabileceğin yeni bir yorum olduğuna inanmıyorum özellikle günümüzün kaotik gözüken fakat aslında herhangi bir gelişim ya da kırılma noktasına sahip olmayan yapısında.)
I wish it was not so bad
(Bu kişiden kişiye değişebilir. Psikolojik açıdan bakarsak Jung ve Freud'un görüşleri her ne kadar birbirleriyle çelişse de Freud' un yorumunu baz alarak çocukluğuna inelim derim.)
But I think no way you feel that way
(ahahaha koltuğa yatmak istemiyorsun değil mi? O zaman şaraplarımızdan bir yudum alalım)
You'd come to know as you grow up
("Biz büyüdük ve kirlendi dünya". Ha ha ha müzik bilgimi de belirteyim istedim, her telden yani)
This world is full of shit
( Entel: Suphi abi geçenlerde bir oyun izledim. Kalabibik İzlanda Tiyatrosu. Davetiye göndermiş rejisör bana sağolsun, oyun Jarfred Hanry' nin "Bok"' u. Bir dekor yapmışlar abi sahneyi bok bezemişler. Burada sembolist yaklaşarak aslında yaşadığımız dünya bir bok çukurudur demek istemişler. Yani ben böyle bir şey görmedim. Çok yenilikçi acayip bir yaklaşım getirmişler.
Suphi abi: Çok birebir bir yaklaşım olmamış mı?
Entel: hmm, evet abi, haklısın.)
So I wish you don't grow up
( ne yazık ki aynı nehirde iki kez yıkanılmaz)
And I wish you don't get hurt
(acı olmadan varoluş mümkün mü?)
And I wish you don't notice that the world is shit
( Eğer karanlık olmazsa aydınlığı görebilir miyiz? Olmak ya da olmamak işte tüm mesele bu!)
And I wish you don't be sad
( üzgünüm ama üstadım, Rainbow' un "still I'm sad" diye parçası var bilir misin?)
But I'm not so afraid 'cause you won't be like me
(Hmm şimdi Nietzche ve eski üstat Rus yazarlarda nesil çatışmasına değinmişlerdi edebiyatta, benzememek iyi mi kötü mü? Çatışma fayda getirir mi?)
Anasının karnından henüz 5 dakika önce takım elbise ve kravatıyla çıkmış idealist bebe
Good morning kids
(abilerim ablalarım, beni doğuran sayın hanımefendi, saygıdeğer doktor amcam ve siz fıstık hemşireler... Günaydın)
How do you feel to have been slid out to this world
(ahahaha bomba gibiyim! Ortamı dağıtmaya geldim)
I wish it was not so bad
(Uhhh beybiii.... 9 ay ingilizce sözlük okumaktan sıtkım sıyrıldı)
But I think no way you feel that way
(ortam şahane, tam benlik)
You'd come to know as you grow up
This world is full of shit
(Yavrum büyümek için can atıyorum. Pislikse ben daha pislik olabilirim. Şeytanın avukatı bile oluruuum ulen!)
So I wish you don't grow up
(hadi ordan!)
And I wish you don't get hurt
(incinmem incitirim)
And I wish you don't notice that the world is shit
(ahhahha ben 9 aylıkken farkındayım lan bunun saf)
And I wish you don't be sad
(beni üzeni ben daha çok üzerim. acılarııın çocuğuyuuumu da hedefim uğruna oynarım. Napolyonistim lan ben, money money money, duygulara yer yok!!)
But I'm not so afraid 'cause you won't be like me
( tabi benzemicem, saf. Pislikte daha pislik olacam nihuhuhuhu! uhh beybi)
Good Morning Kids' i ilk dinlediğim zamanlarda Jean Tardieu ile oldukça içli dışlı olmamın da bu gelişim üzerinde büyük etkisi olduğunu düşünüyorum. O zamanlar parça sadeliğiyle beni ayrı çarpmıştı.
Gayet açık, yalın ama yorumu da açık. Öyle ki pek çok ayrı açıdan, pek çok farklı insanın algısına göre farklı yorumlanabilir ahahaha....
Yorum 1:
Good morning kids
(günaydın, 早,おはよう, aydın mı yavrum? aymasan da hoşgeldin)
How do you feel to have been slid out to this world
(Nasıl bir his? Söylesene?)
I wish it was not so bad
(Ben de umuyorum)
But I think no way you feel that way
(aynı fikirdeyim)
You'd come to know as you grow up
(Kim büyümek ister ki? zaman makinesi pls!)
This world is full of shit
(Ahahah hem de dolu dolu!)
So I wish you don't grow up
( umarım ben de)
And I wish you don't get hurt
(temennimiz ama pek mümkün değil)
And I wish you don't notice that the world is shit
(hahaha olasılığı çok düşük)
And I wish you don't be sad
( hee heee)
But I'm not so afraid 'cause you won't be like me
(aman zaten sakın bana benzeme gerçekten)
Good morning kids
(pisliğe hoşgeldin)
How does it feel to have been kicked out to this world
(Acı var mı? Fırlatılıp atılmış gibi hissetmek sen? Yalnız şekilde bu anlamsız mekana?)
I wish you liked the morning sun
( manzarası güzel diyorlar)
That is one of the most beautiful things
( yok artık daha neler? benim için olamaz, yeni berbat bir gün daha başlıyor deme sebebi, nefret!)
You'd come to know as you grow up
This world is full of shit
( evet öğreneceksin, farkedeceksin, çok büyümene de gerek yok bazıları erken farkına varır. koca bir top, küçük küçük parçalardan oluşmuş hem de her çeşit)
So I wish you don't grow up
(temennimiz ama kaçısın yok)
And I wish you don't get hurt
( namümkün!)
And I wish you don't notice that the world is shit
(ahahah gülüyorum buna )
And I wish you don't be sad
( bence buraya düştüğün için düştüğün andan itibaren üzülmeye başla)
But I'm not so afraid 'cause you won't be like me
(aman sakın benzeme, bak çok ciddiyim)
etrafta pek çok sayıda görülen samimiyetsiz sevgi pıtırcığı
Good morning kids
(günaydın canım :) günün aydın olsun)
How do you feel to have been slid out to this world
(Nasılsın, nasıl hissediyorsun? Bak benimle konuşabilirsin)
I wish it was not so bad
(Canım ya, burası harika bir yer, o yüzden bence herşey iyi olacak)
But I think no way you feel that way
(* ??!!* yok canım sen kulak asma. çok eğlenceli, çok cici insanlar var, hayat güzel, kötülük yok! )
You'd come to know as you grow up
(Ne yazık ki hepimiz büyüeceğiz ama büyümekte güzel? Hem her şey daha güzel olacak ben zaten hep burada olacağım)
This world is full of shit
(Aaa ne ayıp!)
So I wish you don't grow up
( hep bebek olalım, mıy mıy yapalım. çok şekeeeerr:))
And I wish you don't get hurt
(evet üzülmeyelim,canım benim sakın incinme, tamam mı cnm)
And I wish you don't notice that the world is shit
(evet kötü insanlar var, onlardan uzak dur)
And I wish you don't be sad
( bak üzülürsen bana gelip anlatabilirsin, tamam mı!)
But I'm not so afraid 'cause you won't be like me
(her nesil diğerinden farklı olacak :))
aklı bir karış havada, sorumsuz, derdi tasası telefon araba olan hafif tikky tip
Good morning kids
(Gunayyydın! Hadi arabaya atlayıp kahvaltıya gidelim)
How does it feel to have been kicked out to this world
( Aaaa sizin memlekette Citroen var mıydı?)
I wish you liked the morning sun
( ay, umarım seversiiin ama yanında da böyle grubun olcak plajda gitar falan, tadından yenmez)
That is one of the most beautiful things
( yaaa çok romantik ya!!!! arabalı bir sevgilin olcak bidde)
You'd come to know as you grow up
( Ay evet kırışıklılar olacak suratta hemen krem almaya gideyim)
This world is full of shit
( evet ya her yer manyak dün arabama çarptı bi tanesi. napıyooon dedim, o da bana e sen geldin arkadan çarptın dedi! manyak!)
So I wish you don't grow up
(ya büyüyelim ya, arabamız olsun sonra dünya turuna çıkarız)
And I wish you don't get hurt
( Alpuntontan çok kalbimi kırdıııııı yeaa,ühühühühühü)
And I wish you don't notice that the world is shit
(hayvan herif nolcak! Bak tengurtancan sevgilisine çicek almış ühühühü, pislik )
And I wish you don't be sad
( iphoneun yeni modeli çıkmış ya ühühühühühüh ben de istiyooooom)
But I'm not so afraid 'cause you won't be like me
(evet sakın benim gibi salak olup indirimleri kaçırma damam mı!)
yandan yemiş entel;
Good morning kids
(eğer öğlen 12.00 den önce ise hala günaydın yoksa tünaydın olacak.)
How do you feel to have been slid out to this world
(Edebiyat tarihinde pek çok yazar bu konuya parmak basmıştır. Literatüre kazandırabileceğin yeni bir yorum olduğuna inanmıyorum özellikle günümüzün kaotik gözüken fakat aslında herhangi bir gelişim ya da kırılma noktasına sahip olmayan yapısında.)
I wish it was not so bad
(Bu kişiden kişiye değişebilir. Psikolojik açıdan bakarsak Jung ve Freud'un görüşleri her ne kadar birbirleriyle çelişse de Freud' un yorumunu baz alarak çocukluğuna inelim derim.)
But I think no way you feel that way
(ahahaha koltuğa yatmak istemiyorsun değil mi? O zaman şaraplarımızdan bir yudum alalım)
You'd come to know as you grow up
("Biz büyüdük ve kirlendi dünya". Ha ha ha müzik bilgimi de belirteyim istedim, her telden yani)
This world is full of shit
( Entel: Suphi abi geçenlerde bir oyun izledim. Kalabibik İzlanda Tiyatrosu. Davetiye göndermiş rejisör bana sağolsun, oyun Jarfred Hanry' nin "Bok"' u. Bir dekor yapmışlar abi sahneyi bok bezemişler. Burada sembolist yaklaşarak aslında yaşadığımız dünya bir bok çukurudur demek istemişler. Yani ben böyle bir şey görmedim. Çok yenilikçi acayip bir yaklaşım getirmişler.
Suphi abi: Çok birebir bir yaklaşım olmamış mı?
Entel: hmm, evet abi, haklısın.)
So I wish you don't grow up
( ne yazık ki aynı nehirde iki kez yıkanılmaz)
And I wish you don't get hurt
(acı olmadan varoluş mümkün mü?)
And I wish you don't notice that the world is shit
( Eğer karanlık olmazsa aydınlığı görebilir miyiz? Olmak ya da olmamak işte tüm mesele bu!)
And I wish you don't be sad
( üzgünüm ama üstadım, Rainbow' un "still I'm sad" diye parçası var bilir misin?)
But I'm not so afraid 'cause you won't be like me
(Hmm şimdi Nietzche ve eski üstat Rus yazarlarda nesil çatışmasına değinmişlerdi edebiyatta, benzememek iyi mi kötü mü? Çatışma fayda getirir mi?)
Anasının karnından henüz 5 dakika önce takım elbise ve kravatıyla çıkmış idealist bebe
Good morning kids
(abilerim ablalarım, beni doğuran sayın hanımefendi, saygıdeğer doktor amcam ve siz fıstık hemşireler... Günaydın)
How do you feel to have been slid out to this world
(ahahaha bomba gibiyim! Ortamı dağıtmaya geldim)
I wish it was not so bad
(Uhhh beybiii.... 9 ay ingilizce sözlük okumaktan sıtkım sıyrıldı)
But I think no way you feel that way
(ortam şahane, tam benlik)
You'd come to know as you grow up
This world is full of shit
(Yavrum büyümek için can atıyorum. Pislikse ben daha pislik olabilirim. Şeytanın avukatı bile oluruuum ulen!)
So I wish you don't grow up
(hadi ordan!)
And I wish you don't get hurt
(incinmem incitirim)
And I wish you don't notice that the world is shit
(ahhahha ben 9 aylıkken farkındayım lan bunun saf)
And I wish you don't be sad
(beni üzeni ben daha çok üzerim. acılarııın çocuğuyuuumu da hedefim uğruna oynarım. Napolyonistim lan ben, money money money, duygulara yer yok!!)
But I'm not so afraid 'cause you won't be like me
( tabi benzemicem, saf. Pislikte daha pislik olacam nihuhuhuhu! uhh beybi)
13 Aralık 2011 Salı
11 EYES: KAÇ GÖZÜN VAR? Ayrıca Asriel Sen Necisin?
Tesadüfen başladığım bu 12 bölümlük anime pek beğendiğim bir iş sayılmaz. İlk bölümde tahammül ederim - orijinal olmasa da paralel boyutlar vs.. ilgi çekici hale bürünebilir diye düşünüyor insan - diyordum özellikle Yuka Minase' nin tüm vıcıklığına rağmen ama ilerleyen zamanlarda ara ara kendimi jiletleme isteği duymadım desem yalan olur. Yanılgımı anlamama rağmen iyi kötü bitirdim bir şekilde bu animeyi. OVA sını izlemeye cesaret edemedim.
6 zavallı genç, hepsinin sorunları var :P, arada biri saykoya bağlıyor. İyi ki Black Nightlar biraz ortamı çekilebilir kılıyor. Neyse animenin kayda değer tek yönü açılış ve kapanış parçaları bana kalırsa.
Açılış parçası Ayene/ Arrival of Tears.
Kapanış Asriel /Sequentia
Başlıkta yer alan "Asriel"' in ne olduğu anlaşılmıştır sanırım. Bu yazıda bilinen anlamları ve tanımları dışında ele alınan Asriel Japon metal grubu olan Asriel.
İki kişiden oluşuyor. Kurose Keisuke ve Kokomi. Doujin akımı içinde de yer aldıkları söylenebilir. Ayene' nin parçasını buna tercih ederim. Asriel esasında fena grup değildir fakat zaman zaman bayar. (müzikal altyapıyı geçtim Kokomi' nin ses tellerine müdahale isteği duyarım bazı zaman) Fakkkaaat bu parça kesinlikle en iyi parçaları değil onu kesinlikle söylerim :)
11 Aralık 2011 Pazar
CLONE BABY: Klonların Hayatta Kalma Savaşı...
2010 yapımı, kendi çapında, ilgi çekici bir konu ve iyi bir senayoya sahip 11 bölümlük bu Japon yapımında Klonların yaşam mücadelesine tanıklık ediyoruz. Dizi içerisinde yansıtılan klon kanunlarına göre klon olmakta zor be arkadaş!! Kolay iş değil ama spoiler vermeden konuya dalmak ayrıca zor...
Efendim hikaye ağırlıklı olarak 7 temmuzda doğan altı genç üzerinde dönüyor.
(İsimleri yanlış hatırlıyor olabilirim)
Marika: yavrum, kızcağızım ne sevdin be Masumene' yi, bu bön bakışlı oğlanı :) Elemanda pek çırpındı gerçi. Soğuk nevale öğretmene katılıyorum (Masamune hakındaki görüşüne yani); adalet duygusu gelişmiş bir genç.
Masumune: Sona doğru adam olmaya başladın. Gerçi senin de dramın ayrı arkadaş.
Hiro: En iyi oyunculuk bu dizi içinde sana ait arkadaşım gerçi bunda karakterinin de en komplike karakter olmasının etkisi var ama şu komple beyaz giyinmenin ne kadar kötü bir seçim olduğunu tekrar kanıtlayarak gözler önüne serdin. Gerçi sana ve Gota' ya ve diğerlerine bu bu zulmü reva görenlere söylenecek çok şey var. Bir de arkadaşım vücudunda kaç litre kan taşıyorsun anlamadım?
Ozu: Çok önemliydi o atışa bu kadar takılı kalman!! Bir de şapka takmayınca daha güzel gözüküyorsun.
Okujo: Okujo sayesinde twitter ve net aleminin ne kadar acımasız olduğu gözlerimin önüne serilmiş oldu. Eleman; " peşimdeki adam şu anda beni kovalıyor aha sırtıma bıçak dayadı" diyor. Tüm takipçilerinden mesaj geliyor; " Hadi bize kan göster, hadi geber de eğlenelim, hadi bize o anı göster". Bir tane delikanlı da çıkıp demedi ki hacım adres ver ekibi toplayıp geliyoruz ya da dayan koçum oradayım şimdi. Sanal alem tırtmış bunu gördük.
Masamunenin kardeşi: Çok sevimli. Mor converselerine bayıldım ama ses tonuyla insana sinir krizi geçirtebilir.
Marikanın ağabeyi: Dizinin en yakışıklısı ama mümkünse ağlamasın. Aniden şekerliği ölçüsünde çirkinleşme kapasitesine sahip.
Gota: Yazık sana ya...
Şimdi bu seride klon aleminin bazı kuralları var:
1 - Klonlar bir şekilde birbirini çeker yani çekim yasası.
2 - İki klon birlikte yan yana var olmaz, birinin ölmesi gerekli
Bu nedenle bunların içgüdüleri - ikinciye bağlı olarak - uyandığında birbirlerini öldürmeye çalışıyorlar ama birbirlerinden uzakta duramıyorlar. İşte klon olmanın ikilemi!! Buna bağlı olarak bu 11 klondan sadece bir tanesi hayatta kalabilir. Klon kanunları böyle seri içinde.
(Klon klona bunu yapar mı? Yapmayın siz kardeşsiniz ....)
Şimdi bu dizide havada kalan sorular vardı:
Birinden klonlanan 11 bebeğin aynı olması gerekmez mi? (Napayım arkadaş hiç alanım değil) Bunun cevabını araştırırken klonlama ile ilgili pek çok bilgiye vakıf oldum. Bir sürü ilginç makale ve çeşitli iddialarla tanıştım. Kafayı taktığım bu soru nedeniyle yaptığım araştırmalar sonucu ufkum açıldı. Dizinin faydası bu oldu bana ama bu araştırmalara gerek yokmuş dizi kendi içinde bu soruya bir yanıt getiriyor.
Marika son anda nasıl kendine geldi ? Kalbi uzun süre durmuştu diye anladım ben.
Hiro o kan kaybıyla yaklaşık 4 bölüm nasıl yaşadı? O tarz bir yara alınca kan akışı bir süre durup sonra oluk oluk akıp sonra tekrar duruyormuş görmüş oldum :P
Leblebi gibi adam kopyalamak, organ nakli yapmak pek bir kolay görünüyor. Neyse bu dizinin bütünlüğü içinde batmıyor fazlaca.
11 klondan diğer 5 i baştan ölü olarak çıkanlar mı?
Kurgusu bilmem nesi yanında aslında etik değerleri,insan olmanın ne demek olduğunu, varoluş gibi konuları ele alması nedeniyle hoş bir seri.
Anladığım kadarıyla düşük bütçeli bir yapım bu nedenle çok bir şey beklenmemesi gerek. Bana kalırsa bu duruma bağlı olarak oyunculuklar da kötü. Hele o Okujo' nun ağlama sahnesinde insan yok artık diyerek kahkahalarla gülebiliyor. Çekimler de bir o kadar kötü. Tüm bu olumsuz yanlarına rağmen garip ve açıklanamaz bir şekilde insanı kendisine bağlayıp deli gibi de izlettiriyor. Senaryo ve fikir bana kalırsa çok iyi, işleniş ve malzeme kötü. Sanırım sonuç bu.
Diyelim ki bir klon var, o sadece bir klon mudur yoksa kendisi bir birey midir? Yine de aslında klonlama üzerinden etik değerleri ve klonlamanın iyi ve kötü yanlarını da ele alması açısından kendi içinde değeri bulunan bir yapım. ( Ehehe Star Wars içindeki Clonelar da var tabii bir başka yanda :))
Hayat mücadelesi arkadaş! klon da olsan zor...
Hurts'ın katkısıda diziye es geçilemez.
Bu arada ikinci sezonu gelecek mhtemelen. Hoş bir şey mümkünse daha iyi olsun ama.
Etiketler:
clone baby,
dizi,
japanese,
matsuzaka tori
10 Aralık 2011 Cumartesi
CHAW: DOĞAL HAYATI KORUYALIM...
Uzun zamandır çok merak ediyordum bu 2009 yapımı Jeong Won Shin yapımını ama her sefer karşıma geldiğinde aman da bu tarz bir film izleyecek ruh halim yok diyerek geri yerine koyuyordum. Neyse en sonunda konu yazının yazıldığı gün izleyebildim bu filmi, merakıma yenik düştüm.
Kırsal bir kasabaya Seoul' den atanan polis memuru Uhm Tae-woong "iyi iyi orada traktörleri izler balık tutarsın" nasihatlarıyla kasabaya hasta annesi ve hamile eşi ile gelen polis memuru olarak burada kasaba ile birlikte belasını bulur. Son zamanlarda kayıp insanlar nedeniyle hafif gerilen kasabada daha henüz garip komşularına alışamadan dedektif Park Hyeok-gwon ve diğerleriyle birlikte yabani hayatın içine dalarlar.
Filmde konu canavarımız insan etine alışan ve bu nedenle insanlara saldıran yaban domuzu. Bu ikisi, yaşlı avcı Jang Hang-sun , günümüz avcısı Yoon Jae-Moon ve biyolog Jung Yu-mi ava giderken avlanmayalım aman diyerek bu domuzcuğun peşine düşerler.
(filmin canavarcığı... Onun da kendine has ahlak anlayışı, sorumlulukları ve sorunları var!)
Korku ya da gerilim filmi bekliyorsanız söyleyeyim değil, komedi derseniz evet öğe olarak barınmakta ama komedi olarak sınıflandırılamaz, dram hiç değil. Filmin en önemli özelliği bana kalırsa Gwoemul' da olduğu gibi doğallığı. Kasabanın yapısı, sorumluların genişliği, kimsenin kahraman olmaması vs...
Tek bir uyarıda bulunmak isterim; bu film yemek yerken ya da aç karnına izlenecek ya da yemekten patlamak üzereyken izlenecek bir film değil. Her üçünün de çeşitli sonuçları olabilir. İki günlük kamp dönemlerinde yarasa bile yediler öyle diyeyim.
Filmin en kopuk ( yani en eğlenceli manasında) bölümü devasa avcı kardeşimizin köpeği ile konuştuğu bölümdür bana kalırsa tabii ben bu bölümü yanlış anlamadıysam.
Filmden çıkaracağımız nokta; doğal hayatı koruyalım, ekolojik dengeleri bozmayalım sonra aç kalan hayvanlar mezarlara dadanıp insan etine alışıp mutant oluyorlar. Ayrıca av yasaklarına da uyalım.
Filmin kahramanı başta aralarına almak istemedikleri Jung Yu -mi' dir. Kadın hepsinden dirayetli çıktı tebrik ediyorum. Filmin en korkuncu ise canavar değil bana kalırsa yan komşu olan kadındır.
Beklenti ile başlanmaması gereken, orta halli bir film diyerek sonlandırayım.
9 Aralık 2011 Cuma
HIT TEAM ( Chung chong ging chaat ): Bir Hong Kong Aksiyonu...
2001 yapımı bir Dante Lam filmi. Diğer adı Chung chong ging chaat
olan klasik bir Hong Kong polisiye/aksiyonu.. Kadro aslında güzel görünümlü; Daniel Wu, Alex To, Samuel Pang gibi isimleri barındırmakta içinde.
Sıkı arkadaş olan her biri farklı birimlerde görev yapan 5 polis içinden bir tanesi gizli görev esnasında teşkilatın hatası nedeniyle yaralanarak felçli kalınca, üzerine teşkilat bu olayın nedenini araştırmak yerine dosyayı kapatıp elemanı işten atarak bir tokat daha vurunca diğer dört arkadaşı buna sessiz kalamaz ve elemanın tedavisi için gereken parayı yine kara para aklayan çeteden almaya karar verir. Onlar kendi planları üzerinde harekete geçerken ilk aksiyonlarının izini sürme görevi başka özel bir ekibe verilir ki bu ekibin de kendi içerisinde sorunları vardır. Böylece biri eskinin polisleri şimdinin suçluları karşılarında özel polis ekibi bir de bu kara para aklama komitesinin işe aldığı çete olmak üzere üçgen oluşur, silahlar çıkar, mermiler havada uçmaya başlar.
Yaklaşık bir buçuk saatlik bu film ortalama bir Hong Kong filmi, aksiyon sahneleri, - gerçi bana kalırsa ortalamaya göre mermiler daha az havada uçuşuyor - klasik örgüsü, iyi - kötü, haklı - haksız ayırımı ile yine de Hong Kong filmi severlerin sıkılmadan izleyeceği bir yapım.
Çizgiler iyi çizildiği için kurgunun ilerleyişi oldukça akışkan, performanslar sözlere fazla yer verilmesine yer bırakmamış. Tüm kaosun içinde Dante Lam' a özgü doğruluk, sadakat, bağlılık gibi duygular aksiyonda yerini bulmuş. Gün itibariyle biraz eski sayılabilecek bir film ama yine de izlettirir kendini.
Ayrıca kitaptan okuyarak yüzme öğrenilemeyeceğini izleyenlere dikte etmesiyle sosyal bir mesaj taşıyor.
3 Aralık 2011 Cumartesi
THE SWORD OF ALEXANDER: Taitei no Ken... Ortaya Karışık...
Roman uyarlaması olan bu 2007 yapımı film herkesin hoşuna gitmeyecektir ama böyle absürdlüğün dibine vurmuş yapımları seven ben oldukça eğlenceli buldum. Bir kere içinde yok yok, uzaylılar, uzay gemileri, ninjalar, samuraylar, garip tipler hatta bir adet beyin daha nolsun diyeyim? Ha bir de Hiroshi Abe' yi Genkurou formatında görmek isteyenler göz atabilir.
Hiç konuya falan girmeyeceğim zira yorucu bunu özetlemeye çalışmak; o nedenle hemen enlerimi seçiyorum...
Filmin en matrak elemanı: Uzaylılardan kötü olanı hele sarı kıyafetli ninjanın bedenine giridikten sonraki hali gayet kafa bir şeye benziyordu. Çok üstüne gittiler garibimin halbüki konuşaydınız o da size o garip aksanıyla daha fazla cevap yetiştirmeye kassaydı ben de daha fazla eğlenseydim. Eleman oldukça matraktı hatta bu matraklığının üzerine felsefe bile kastı ama anlamadınız garibi.
En karizmatik: Botou... Sessizce girdi sessizce çıktı.
En ağlak: Sasuke... ama ateşli silahlara ayrı bir ilgisi var.
En iğrenç: Böcekçi tip. Yanınca çok sevindim sevimsiz şey. Böyle teknik olmaz olsun. Ninja Birlik ve Komitesine dilekçe yazdım. Bu teknik size yakışıyor mu düşünün aksine adınızı gölgeliyor bir daha düşünün... Kalksın bu diye...
Böyle arada beyin falan da çıktı bana Ninja Kaplumbağalar günlerimi hatırlattı.
Ayrıca geyik açısından efsaneleşmiş sahneler var içinde. İki uzay gemisinin birbirini yemeye çalışması, uzaylı jölenin içine girdiği bedenin tek kolunun ayı olması gibi mesela.
Ayrıca şu dede olayına koptum. Genkurou' nun dededisinin bir siyah olması ve özellikle yaşlandırma makyajındaki müthiş teknik ve inilen detay görülmeli!
Filmin bitişinde ilk anda parçayı anlamadım düşündüğüm tek şey bu Teru' nun sesi değil mi oldu. Glay' in Kodou'sunun bu filmde kullanılmış olduğunu bilmiyordum. Bu sayede önceden beri sevdiğim bir parçayı bu filmde duymak hoş bir tesadüf oldu. Parça da güzel parça ama her Glay parçası gibi...
Etiketler:
film,
glay,
hiroshi abe,
j-rock,
japanese
2 Aralık 2011 Cuma
BUZDOLABI VE BEN... Çift Yönlü Bir Duygu Karmaşası...
Elektronik aletlerle aram hiç bir zaman iyi olmadı. Hatta o kadar kötü ki geçmiş hayatımda elektrikli ev aletleri gezegeninde yaşadığımı ve efsanevi bir hain olarak tüm gezegene ihanet ettiğimi ve bu nedenle geçmişten gelen bu karma nedeniyle hala küçüğünden büyüğüne bu yaşantımda benden nefret ettiklerini düşünürüm ara sıra... Kafamdaki farklı bir kurguda uzun uzun yıllar önce yardıma muhtaç küçük bir ev aletinin yardım talebini geri çevirdiğim için hayatım boyunca lanetlendiğimdir... Bir diğer olasılık ise küçükken evden giden merdaneli çamaşır makinesinin gidişine engel olamadığım için beni hala affetmediğidir. .. Yeni aldığı ütü daha ilk dakikada hiç bir sebep yokken elinde kalan, küçük sıradan bir kettle da bile zorluk yaşayan bir insan evladı için çamaşır makinesi, saç kurutma makinesi ya da buzdolabı gibileri gerçek birer düşman olabilir ki benim için öyle. Hepsi üzerine çeşitli senaryolar yazabilir ve bunlardan muhteşem korku filmleri çıkarabilirim belki tarz absürd komediye de kayabilir, o anki ruh halim karar verir buna.
Efendim kısaca elektrikli ev aletlerinden - güya hayatı kolaylaştıranlardan - pek hazzetmem onlar da benden nefret eder, insan yanında beni küçük düşürmeye bayılırlar.
Bugün son golü ellerim dolu dolu eve geldiğimde buzdolabından yedim. Bozulmuştu ve ne ara bozulduğundan haberim yok! En ufak bir not, küçük bir uyarı hatta sıradan bir elvedayı bile bana çok görmüştü. Son görüşmemizde her şey normal olmasına rağmen sessiz sedasız, habersiz, sinsice aramızdaki ilişkiye son vermişti...
Bu durumun farkına varır varmaz içimde büyük bir hüzün oluştu. Önce kendimi sorguladım. Bu ev aletlerine olan sevgisizliğimi sana çok mu yansıtmıştım? Halbuki sana karşı soğuk olsam da ne büyük bir nimet olduğunu bilir içten içe seni takdir eder, hastalanıp bozulacaksın diye içten içe ürkerdim. Kapını bam güm kapatıyor olabilirdim ama bu sana karşı uygulamak istediğim şiddetten ziyade sana olan samimiyetim ve güvenimin bir simgesiydi. Özellikle yaz aylarında zaman zaman kapını açıp içine mal mal bakmış olabilirim. Bu benim serinleme isteğimden ziyade seninle baş başa geçirmek istediğim huzur dolu anların bir göstergesiydi... İçinde çoğu defa çeşitli yiyecek içecek bir şeyler unutmuş olabilirdim ama bu sana karşı olan ilgisizliğimden değil tamamen seni ve oluşturabileceğin yeni yaşam alanına karşı duyguduğum ilginin bir sonucuydu sonuçta seni daha yakından tanımak istedim. Senin beni anladığını düşünüyor ve sana olan sevgi ve saygımı kelimelere dökmek zorunluluğunu hissetmiyordum...
Şu anda ise içinde kendinden geçmiş olan nevaleleri boşaltmış ve yeni aldıklarımı nereye sokacağımı düşünürken kendimi yalnız hissediyorum, anlıyor musun? Sen ve gürültün olmayınca ev bomboş. Çok üzgünüm ve seni özlüyorum... Geri dön... Sana karşı beslediğim hisleri anlatmak için sözlerini çok manidar bulduğum bu parçayı sana gönderiyorum. Ey sessiz sedasız giden biriciğim, duy beni...
(parçanın sözleri sana karşı olan duygularımı yansıtıyor. Korkma! Arkada dans edermiş gibi yapan ama esasında ne yaptığı konusunda fikrim olmayan elemanlar seni ürkütmesin. Gençler takılıyor... Kameraya anlamsız bir çehreyle mal mal bakan basçı çocuk dehşete düşürmesin seni. Bak aslında pek şeker ama biraz şuursuz. Bunlar şarkıya odaklanmanı engellemesin!)
Ama ey sen nankör yarim... Sen ki, benim tüm bu içten, temiz, sadakat dolu, kalbimin derinliklerinden gelen bu sıcak hislerime rağmen en umutsuz zamanımda bana destek olmak yerine çektin gittin. Üstelik içindekileri de aldın götürdün. Üstelik yaklaşık benim üç katım kadarsın ve çok ağırsın öyle ki fişine ulaşmak için seni kımıldatamıyorum bile. O güzel mutlu günlerimizn hatırına insan iki adım kımıldar... O kadar yorgun bir günümde bir de içindekileri çöpe atmak zorunda kalıp daha da yoruldum. Ayrıca etrafa iğrenç bir koku yayıyor gerçek yüzünü gösteriyorsun. Kalbinin kötülüğü bu şekilde etrafa yayılıyor ha! Ayrıca daha bir iki poşet var ve ben onları ne yapacağımı bilmiyorum şu anda. Böylesine kolay mıydı bir insanı çaresiz bırakıp alıp başını gitmek ha, söyle bana!! Şimdi olmayan vaktimi seni tamir ettirmek ya da daha kötüsü yeni bir tane almak için harcayağım öyle mi? Çok sağol dostum, çok sağol. Bu ne vefakarlık, bu ne büyük dayanışma! Bravo doğrusu... Bu sadakat karşısında gözlerim yaşardı. Ayrıca o üstünde biriktirdiğin buzlar biraz sonra tamamen eriyerek suya dönüşecek ve bunların dışarı sızması ihtimali nedeniyle tüylerim diken diken şu anda. Sanırım şu anda ağrıyan dirseğimin nedeni de sensin ve bu sakatlanmış dirseğime rağmen iki milim hareket etmedim. Nefret ediyorum senden. Geçirdiğimiz onca süre içinde seni tanıdığımı sanmış sana güvenmiştim, beni anladığını ve beni yalnız bırakmayacağını düşünmüştüm ama sen ebat olarak büyük, çirkin bir hain çıktın!! Senden nefret ediyorum. Al bu da sana armağan ettiğim diğer parça!!
(Hahahahahahah bana yaptığın yamuk karşısında sana karşı içimde oluşan gerçek duygu ve hislerim... nihohohohohoho.. Tatsuro kirai dedikçe içimdeki yağlar eriyor. Yukke tellere ne kadar içten basıyor hissediyor musun nihahahahahah? Seni de o insanlar gibi dinleyicilerin üstünde yuvarlamak isterdim ama insanlara yazık, ezersin onları kalpsiz!! Büyüksün Mucc!!!)
Efendim kısaca elektrikli ev aletlerinden - güya hayatı kolaylaştıranlardan - pek hazzetmem onlar da benden nefret eder, insan yanında beni küçük düşürmeye bayılırlar.
Bugün son golü ellerim dolu dolu eve geldiğimde buzdolabından yedim. Bozulmuştu ve ne ara bozulduğundan haberim yok! En ufak bir not, küçük bir uyarı hatta sıradan bir elvedayı bile bana çok görmüştü. Son görüşmemizde her şey normal olmasına rağmen sessiz sedasız, habersiz, sinsice aramızdaki ilişkiye son vermişti...
Bu durumun farkına varır varmaz içimde büyük bir hüzün oluştu. Önce kendimi sorguladım. Bu ev aletlerine olan sevgisizliğimi sana çok mu yansıtmıştım? Halbuki sana karşı soğuk olsam da ne büyük bir nimet olduğunu bilir içten içe seni takdir eder, hastalanıp bozulacaksın diye içten içe ürkerdim. Kapını bam güm kapatıyor olabilirdim ama bu sana karşı uygulamak istediğim şiddetten ziyade sana olan samimiyetim ve güvenimin bir simgesiydi. Özellikle yaz aylarında zaman zaman kapını açıp içine mal mal bakmış olabilirim. Bu benim serinleme isteğimden ziyade seninle baş başa geçirmek istediğim huzur dolu anların bir göstergesiydi... İçinde çoğu defa çeşitli yiyecek içecek bir şeyler unutmuş olabilirdim ama bu sana karşı olan ilgisizliğimden değil tamamen seni ve oluşturabileceğin yeni yaşam alanına karşı duyguduğum ilginin bir sonucuydu sonuçta seni daha yakından tanımak istedim. Senin beni anladığını düşünüyor ve sana olan sevgi ve saygımı kelimelere dökmek zorunluluğunu hissetmiyordum...
Şu anda ise içinde kendinden geçmiş olan nevaleleri boşaltmış ve yeni aldıklarımı nereye sokacağımı düşünürken kendimi yalnız hissediyorum, anlıyor musun? Sen ve gürültün olmayınca ev bomboş. Çok üzgünüm ve seni özlüyorum... Geri dön... Sana karşı beslediğim hisleri anlatmak için sözlerini çok manidar bulduğum bu parçayı sana gönderiyorum. Ey sessiz sedasız giden biriciğim, duy beni...
(parçanın sözleri sana karşı olan duygularımı yansıtıyor. Korkma! Arkada dans edermiş gibi yapan ama esasında ne yaptığı konusunda fikrim olmayan elemanlar seni ürkütmesin. Gençler takılıyor... Kameraya anlamsız bir çehreyle mal mal bakan basçı çocuk dehşete düşürmesin seni. Bak aslında pek şeker ama biraz şuursuz. Bunlar şarkıya odaklanmanı engellemesin!)
Ama ey sen nankör yarim... Sen ki, benim tüm bu içten, temiz, sadakat dolu, kalbimin derinliklerinden gelen bu sıcak hislerime rağmen en umutsuz zamanımda bana destek olmak yerine çektin gittin. Üstelik içindekileri de aldın götürdün. Üstelik yaklaşık benim üç katım kadarsın ve çok ağırsın öyle ki fişine ulaşmak için seni kımıldatamıyorum bile. O güzel mutlu günlerimizn hatırına insan iki adım kımıldar... O kadar yorgun bir günümde bir de içindekileri çöpe atmak zorunda kalıp daha da yoruldum. Ayrıca etrafa iğrenç bir koku yayıyor gerçek yüzünü gösteriyorsun. Kalbinin kötülüğü bu şekilde etrafa yayılıyor ha! Ayrıca daha bir iki poşet var ve ben onları ne yapacağımı bilmiyorum şu anda. Böylesine kolay mıydı bir insanı çaresiz bırakıp alıp başını gitmek ha, söyle bana!! Şimdi olmayan vaktimi seni tamir ettirmek ya da daha kötüsü yeni bir tane almak için harcayağım öyle mi? Çok sağol dostum, çok sağol. Bu ne vefakarlık, bu ne büyük dayanışma! Bravo doğrusu... Bu sadakat karşısında gözlerim yaşardı. Ayrıca o üstünde biriktirdiğin buzlar biraz sonra tamamen eriyerek suya dönüşecek ve bunların dışarı sızması ihtimali nedeniyle tüylerim diken diken şu anda. Sanırım şu anda ağrıyan dirseğimin nedeni de sensin ve bu sakatlanmış dirseğime rağmen iki milim hareket etmedim. Nefret ediyorum senden. Geçirdiğimiz onca süre içinde seni tanıdığımı sanmış sana güvenmiştim, beni anladığını ve beni yalnız bırakmayacağını düşünmüştüm ama sen ebat olarak büyük, çirkin bir hain çıktın!! Senden nefret ediyorum. Al bu da sana armağan ettiğim diğer parça!!
(Hahahahahahah bana yaptığın yamuk karşısında sana karşı içimde oluşan gerçek duygu ve hislerim... nihohohohohoho.. Tatsuro kirai dedikçe içimdeki yağlar eriyor. Yukke tellere ne kadar içten basıyor hissediyor musun nihahahahahah? Seni de o insanlar gibi dinleyicilerin üstünde yuvarlamak isterdim ama insanlara yazık, ezersin onları kalpsiz!! Büyüksün Mucc!!!)
30 Kasım 2011 Çarşamba
Bohemian Rhapsody: Farklı Bir Yorum...
Malum geçtiğimiz hafta Freddie Mercury' nin ölüm yıldönümüydü. Biraz gecikmeli de olsa Faye Wong' un "Bohemian Rhapsody" yorumunu ekleyerek Queen ve Freddie Mercury ile uzakdoğuyu bir noktada buluşturayım.
Pek çok insan gibi ben de coverlardan özellikle Queen coverlarından pek haz etmem ama bu birleştirme fikri kapsamında Çin' in divası, on parmağında on marifet olan benim şahsen pek sevmediğim ama hemen hemen her işini takip ettiğim ve çoğu zaman saygı duyduğum Faye Wong yorumunu da es geçmeyeyim.
Bir zamanlar Nicholas Tse ile birliktelik yaşayarak Hong Kong' da eleştiri oklarını üstlerine çekmiş olan Faye Wong, Nicholas Tse' nin Cecilia Cheung'e takılıp çoluk çocuğa karışmasıyla kendi yoluna devam etmiş ve o da çoluk çocuk işine girmişti.Bu dönem içerisinde Nicholas Tse' nin "senses' ı hep Faye Wong' a söylemiş olduğunu düşünürdüm gerçi hala öyle düşünüyorum. Bunu zamanında bir yerlerde okumuş da olabilirim ya da bir tarafımdan uydurmuş da olabilirim. Orası muallak!
İşin magazin boyutunu geçerek performansa dönüyorum. - Zaten bu kadını magazin boyutuyla anmak haksızlık olur - Ayağıyla yerleri silen Faye Wong ve ara ara sapıtan bir koro görmek mümkün. Yalnız yıllar geçiyor ama buna rağmen kadının sahne duruşu değişmiyor...
Pek çok insan gibi ben de coverlardan özellikle Queen coverlarından pek haz etmem ama bu birleştirme fikri kapsamında Çin' in divası, on parmağında on marifet olan benim şahsen pek sevmediğim ama hemen hemen her işini takip ettiğim ve çoğu zaman saygı duyduğum Faye Wong yorumunu da es geçmeyeyim.
Bir zamanlar Nicholas Tse ile birliktelik yaşayarak Hong Kong' da eleştiri oklarını üstlerine çekmiş olan Faye Wong, Nicholas Tse' nin Cecilia Cheung'e takılıp çoluk çocuğa karışmasıyla kendi yoluna devam etmiş ve o da çoluk çocuk işine girmişti.Bu dönem içerisinde Nicholas Tse' nin "senses' ı hep Faye Wong' a söylemiş olduğunu düşünürdüm gerçi hala öyle düşünüyorum. Bunu zamanında bir yerlerde okumuş da olabilirim ya da bir tarafımdan uydurmuş da olabilirim. Orası muallak!
İşin magazin boyutunu geçerek performansa dönüyorum. - Zaten bu kadını magazin boyutuyla anmak haksızlık olur - Ayağıyla yerleri silen Faye Wong ve ara ara sapıtan bir koro görmek mümkün. Yalnız yıllar geçiyor ama buna rağmen kadının sahne duruşu değişmiyor...
27 Kasım 2011 Pazar
A CHINESE TALL STORY ( Ching Din Dai Sing) : Fantastik... Dombastik... Lombastik...
2005 yapımı bu film hayatımda şu ana kadar izlediğim en fantastik Hong Kong filmlerinden biri olmaya adaydır. Biraz geç izlemenin hüznü ve aynı zamanda heyecanı içinde filme daldım gittim... İlerleyen dakikalarda müziklerle duygulandım, yer yer kahkahalara boğuldum, zaman zaman gözlerim absürtlük nedeniyle fal taşı gibi açıldı, ara ara gaza geldim falan ama tüm seyredenlerin aynı tepkileri göstermeyeceğine eminim.
Neden izlemeye ilk fırsatım olduğunda heyecanlandırmıştı bu Jeffrey Lau filmi beni? Çünkü içinde oldukça tanınan popüler isimler var. Nicholas Tse, Charlene Choi, William Chen, Fan Bing Bing vs... Şimdi bu kadrodan çok ciddi, efsanevi bir film çıkmayacağı belli ama yine de insanı ekrana bağlayacak, sürüklerken eğlendirecek bir iş bekletiyor kişiye.
Diğer ve en önemli konu Journey to The West ve bağlı olarak Monkey King esintileri barındırıyor görünmesiydi. Journey to The West benim gibi mitoloji, efsane, destanlara bayılanlar için bir mücevherdir. Ne yazık ki bunun da orijinalini okumaya ömrüm yetmeyecek ama karakterleri ve temsil ettikleri, konusu, alt metni, renkleri ve mizahıyla bambaşka bir dünyadır. Konuştuğum bir kısım insan " Journey to the West"' ten hoşlanmadıklarını çünkü bunun bir amaca hizmet ettiğini söylemişti bir seferinde. Bu bambaşka bir yazının konusu ama böyle bile olsa bu metnin edebi değerini ve yaratıcılığını azaltmıyor. Bunun dışında özellikle Çin mitolojisi, masalları ve hikayelerinde gebeş tanrılara sonlarını bile bile baş kaldıran ölümlüler, insanlarla bir iyi bir kötü ilişklileri olan, yaptıklarına anlam verilemeyen zaman zaman muzip tanrılar, canları sıkıldığında ölümsüzler katına çıkabilen keşişler ve daha nicesiyle ilgili bir sürü zaman zaman komik, zaman zaman traji komik dramın dibine vurmaktan ziyade çift anlatımlı hikayeler mevcut. Bu tarz şeyleri sevenler bekliyor işte, naparsın kardeşim? Neyse bu kısmı çok uzattım sanırım, film için heyecan yaratan unsurlardan bir tanesi de buydu. Şimdi eldeki kadro ve yönetmen de göz önüne alındığında en azından denk olmasa da acaba Stephen Chow' un Chinese Odesseyleri kıvamında bir şey çıkar mı ortaya diye düşünmedim değil. Yani kısaca bir beklenti var...ve film başlayınca bilgisayar oyunu, anime, film geçişleriyle birlikte neler neler görmüyor ki şu gözler?
Film masalımsı bir hikaye üzerine kurulu o masalı daha da teknolojk hale getirmişler ki insan çeşitli tepkilerle kilitlenip kalıyor ekrana...
(O sihirli müziklerden...)
Filmin kurgusu monk (Nicholas Tse) üzerine ama esasen kendisinin hiçbir işlevi yok - bu arada ne yazık ki Sunwukong' un (William Chen) da işlevi yok - ama ilk başta spider man göndermesi yarıyor zaten iş ondan sonra başlıyor. Önce çocuk kıvamında gelen Sunwukong' un maymunları tebessüm ettirdikten sonra olaya giren uzaylılar ya da zaman yolculuğu ile dünyayı terk edip gitmiş insanların ataları olarak kendilerini tanımlayanlar piramitlere bile gönderme yapıyor ve akabinde ortam aniden bir animasyona dönüşüyor. Bu gözler daha ne görebilir diye düşünürken tanrının yanında bir de Buddha çıkıyor zaten o dakikaya gelmiş insan kopuyor. Üzerine savaş anında "çok sıkıldım. bugün izinliyim" diyen wukong' un sopası, cinler vs...ile tam bir fantezi kare.
Haa ben eğlendim mi? karşıma çıkan bu anlamsız - gerçekten mana içermeyen - ortaya karışık absürdlük karşısında müthiş eğlendim. Bunu derken aslında konunun hikayesi çirkin ifrit kızla rahibin saf, imkansız ve masalımsı aşkını ayrı tutuyorum. Bunun üzerine kurulmuş absürtlük ve anlatımdan bahsediyorum.
(Sacred Love' ın Nicholas Tse&Charlene Choi soslu versiyonu)
Bir başka konu filmin müzikleri enfes ki altında Joe Hisaishi' nin imzası var... Kendisi burada ben müziğimle her şeyi izlettiririm gibi bir ders veriyor olabilir ki sadece bunlar dinlenerek daha az fantezi soslu bir hayalgücü yaratılarak film kafada canlandırılabilir. Onca saçmalıktan sonra final sahnesini dokunaklı yapan kendisinin müziğidir. - biraz da monk' un yani nicholas tse' nin merdivenlere gömdüğü çenesidir. Bir adamın yaptığı her parça her çalışma mı sihirli olur? Kendisine bir kez daha saygılarımı iletiyorum.
Nicholas Tse ile Charlene Choi' nun seslendirdiği "sacred love" versiyonu ve" ai " da ayrıca dinlenilesi...
(Ai)
Gerçekten bir masal. Bir masaldan nasıl fantazi çıkarılabilirin ya da müzikler bir filmi nasıl izletiriririn dersi...
Ayrıca "Aliens vs Ninjas" konusuna "Aliens vs Cowboys" dan daha önce "Aliens vs Demons" düetini eklemiş bir filmdir kendisi.
26 Kasım 2011 Cumartesi
SHINREI TANTEI YAKUMO: Psychic Dedective Yakumo
***hala tek seferde" psychic" yazamıyorum arkadaş! Kaldırılsın bu kelime!!***
Orijinali bir roman akabinde bir manga serisi olan 13 bölümlük bir günde tamamlanabilecek animeler klasmanında yer almakta bu anime.
Esas oğlanımız Yakumo Saito, bir gözü kırmızı bir gözü normal yani anlaşılacağı üzere sol gözü yani kırmızı olanla ölülerin ruhlarını görebilen, kendine has kişiliği olan zeki, insanlara soğuk ve taş bir karakterdir. Üniversitenin film klübünde ikamet etmektedir bu üzerinde hafif Light Yagami havası bulduğum Yakumo oğlan. Günlerden bir gün Haruka adlı kızımız arkadaşlarıyla hayaletli bir eve (tanıma gel!!) gidip bunun üzerine arkadaşlarından birinin içine ruh kaçması diğer ikisinin de intihar etmesi nedeniyle Yakumo' dan yardım istemeye gelir. Böylece tanışmış olurlar ve olaylar başlar.
İlk bölümler birbirinden bağımsız ilerse ve her bölümde farklı olayları çözseler ve ortaya yeni karakterler çıksa da ilerleyen bölümlerde esas konuya giriyorlar.
Haruka Yakumo'nun soğuk karakterinden yılmadan iletişimlerini koparmamaya çalışırken bir şekilde olaylara kıyısından köşesinden bulaşmayı başarıyor her seferinde. Dedektif Gotou, yardımcısı Isshi, Yakumo' nun dayısı Isshin (kendisi şeker kıvamında bir insan), gazeteci Makoto hep birlikte ilerleyen bölümlerde gelişen olaylarla birlikte bir girdabın içine çekiliyorlar.
Korku ya da gerilim bekleyenler hayal kırıklığına uğrayacaktır. Zira onlardan biri benim. Seri ölülerin ruhları, hayaletlerin korkutuculuğu ya da kötülüğünden ziyade insanoğlunun karanlık yönlerine odaklanıyor. Bana kalırsa bu yönüyle daha ilgi çekici bu nedenle hayalkırıklığım çok kısa sürdü. Kurgusu aslına bakılırsa hiç fena değil. Eksik yanı Yakumo dışındaki karakterlerin yüzeysel kalmış olması... Yüzeysellikten ziyade 13 bölümde bu karakterleri tam tanıyamamak ve tek yönlerini görmek ve klasik kafama koydum yapacağım gazıyla değişimlerini görmek... Yani aslında ortaya çok daha güzel bir iş çıkarmış ama misafir umduğunu değil bulduğunu yermiş ! ( Çok şahane bir bağlantı oldu ! )
Velhasıl tüm bunlarla çok orijinal bir seri değil ama insanoğlunun ibretlik durumları için bile izlenir. Çok kötü ya da kötü diyemem. Kurgu - biraz uzasa da ve sonunda bir şeylerin eksik kaldığı hissini verse de - iyi ( nasıl bir açıklama bu? çelişkilerle dolu ama uzun uzun anlatmaya üşeniyorum sanırım), çizimler güzel, müzikler güzel... Eh çok uzun da değil, derli toplu. Ufuk açacak bir şey istemiyorsa deli gönül bunu neden izlemesin?
Bu arada kapanış parçası olan Lisa Kamine' nin "Missing You"' su çok hoş...
Birde dizisi var bunun. Bir göz atmam lazım boş vakitlerde...
25 Kasım 2011 Cuma
My Mighty Princess (Mulim Yeodaesaeng ): Amanda Bir Uçayım...
2008 yapımı, Kwak Jae-yong' un elinden çıkma Kore filmi. Baştan söyleyeyim oldukça vasat bence yine de boş vaktini eğlenceli şekilde değerlendirmek isteyenler izleyebilir.
Soh-wi kızımız savaş sanatlarında usta ana - babadan doğma olduğu için olağanüstü güçlere sahip bir kardeşimizdir. Okuluna dersine gerektiğinde damdan dama sekerek gidebilmektedir.
Ben de istiyorum uçarak işime gücüme gitmeyi. Hatta ben olsam arabaya, otobüse falan da binmem direkt atlaya zıplaya giderim gideceğim yere, trafikle falan ne uğraşacağım!! En büyük fantazimin vapur iskelesinden vapurun tepesine uçmak ve karşıya vapurun direğinde asılı gitmek olduğuna karar verdim - hatta düşündüm ki direğin tepesinde tek ayak üzerinde durarak gideyim daha karizmatik görünür- Fırtına falan olursa insan gibi otururum içeride ya da güvertede, güçlerinde suyunu çıkarmaya gerek yok, boşu boşuna yağmur altında ıslanmaya da...Hayattan böyle basit beklentilerim var işte...
Neyse işte böyle bir üniversite öğrencisi olan Soh wicik, okulun buz hokeyi takımının gözdesi olan çocuğa kalbini kaptırınca - ki bu çocukta kendisinden oldukça büyük bir polis teyzeye aşıktır - dövüş güç istemem aşk isterim diyerekten ailesinde aldığı mirasa sırt çevirir. Zaten bu sırt çevirmeye dünden razıdır.
Bu esnada büyükler de " bu gençler de iyice zıvanadan çıktı artık, dövüş sanatlarına ilgi göstermiyorlar" temalı toplantılar yaparaktan aldıkları karar doğrultusunda Soh wi' nin çocukluk arkadaşı Il-yeong' a ( bu çocuğunda babası 4 adet ustadan bir tanesi) rüşvet önererek (bizzat Soh winin babasından motorsiklet ) Soh wi ile tekrar antremanlara başlaması ve turnuvaya girmesi için gaza getirilir. Il yeong arkadaşımız göründüğü kadarıyla oldukça fırlama ve çocuksu takılmaktadır. Soh wi' nin okuluna falan gider ama orada en iyi anlaştığı canlılar kuşlar olur. Bu esnada Soh wi de buz hokeyi takımında - paten bileyicisi olarak işe başlamıştı-- kaleciliğe terfi ettiği için pekte sallamaz Il-yeong' u, gözler takım kaptanında napsın! Eh bir de Il-Yeong ile aralarında geçmişten gelen bir kırgınlıkta var...
Sonraaaa... işte işler döner dolaşır Soh wi' nin babası sağlam dayak yer Soh wi de kılıcı eline alır.
Rezil bir şekilde özetlemek gerekirse böyle bir şey...
Çok mu kötü? Bence o kadar da değil. Ara sıra koparak izlediğim sahneler oldu - Il Yeong un çamasırlarını yıkadığı sahnede ki teyzenin ifadesine hala dağılıyorum misal ya da Soh wi kaldırım taşlarını taşırken yardım etmek isteyen çoçuğun olduğu sahneye -, koreografiler de fena değil. Vakit geçirmek için keyiflik bir film...
Ayrıca tango yaparak adam dövmenin inceliklerini görmek isteyenler için de ideal... Her zaman demişimdir tango kullanıma bağlı olarak tehlikeli bir dans türü olabilir diye. Özellikle kadınlar topuklu ayakkabılarıyla partnerına ve salondakilere "özel tekme tekniği" ile korkulu anlar yaşatabilir... Ama buradaki tam olarak böyle bir şey değil, bilginize...
Haaa ben bu yazıyı niye yazdım? Vapur direğinin üzerinde tek ayak üzerinde gitme fikri gözüme çok hoş geldiği için yazdım.
17 Kasım 2011 Perşembe
NIGHT WIZARD: ERINYES...
Night Wizard' ın hastası olduğum kapanış parçası yine kulağıma çalındı, aklıma düştü...
BETTE FLASH/ ERINYES
Eh madem kapanışı ekledim o zaman adil olup daha önce yazıya eklememiş olduğum açılışı da ekleyeyim;
Ui Miyazaki/ Kurenai
BETTE FLASH/ ERINYES
Eh madem kapanışı ekledim o zaman adil olup daha önce yazıya eklememiş olduğum açılışı da ekleyeyim;
Ui Miyazaki/ Kurenai
13 Kasım 2011 Pazar
HAIBANE RENMEI: Farklı Bir Boyut
Son zamanlarda izlediğim en güzel animelerden bir tanesi bu 13 bölümlük seri. Özünde sorgulattığı kavramların ağırlığına rağmen çizimleri, renkleri ve durgun akışı ile bir yandan da huzur verici. Bu durumu oldukça ilginç buldum.
Bir kozadan sıfır hafıza ile çıkan "Rakka" adı verilen kız orada normal insanlarla birlikte yaşayan kendi gibi Haibaneler ile karşılaşır. Kafalarında halka taşıyan, kanatları olan, ne oldukları kimse tarafından bilinmeyen kişilerdir ancak etrafı duvarlarla kaplı bu kasabada insanlar onları yadsımaz. Bu kasabanın tek acayip durumu kimsenin duvarların dışına çıkmasına ve dışarıdan da içeri kimsenin girmesine izin verilmemesidir.
Tüm bunlar bir yana pişmanlık, günah, varoluş, affedilme gibi temaları bu farklı ortamda o kadar güzel ele alıyor ki durgunluğuna zıt olarak insanı etkiliyor.
İlk bölümde bir şey anlamadan tamam mı devam mı olayına girmiş olsam bile huyuma yenilerek devam ettikçe aslında gizli bir güzelliği bulmuş olma duygusuna kapıldım.
Hayatta yaşanan pek çok kavram buradakiyle aynı aslında; hata, pişmanlık, varoluşunu sorgulama, seni sen yapan nedir sorusu, merak, yüzleşme, bir yere kıstırılmış olma hissi, anlam verememe, bir gizemi çözme isteği...
Tüm bunları farklı bir mekan ve ortam üzerine oturtarak, güzel bir tonla işlemiş bir seri. Üzerine de anlamlı simgeleri oturtmuş, mevsimler ve kar gibi...
Merak ediyorum ki şu yeni yıl bölümünde insanların birbirlerine kabukları verdikleri bölümde gözleri dolan tek kişi ben miyim acaba?
Daha fazla detaya inmek istemem. İzlenip izleyenin yorumlaması gereken bir seri olduğunu düşünüyorum. Bu arada müzikleri çok güzel ancak Kou Ohtani' nin "Free Bird"ü bambaşka.
12 Kasım 2011 Cumartesi
THE PATRIOTIC KNIGHTS: Xia Gu Dan Xing
Liang Yusheng 'in Xia Gu Dan Xin adlı romanında uyarlanmış olan 36 bölümlük Çin yapımı wuxia dizisi. Roman ve yazarın diğer serileri ile olan bağı dışında dizi olarak incelendiğinde sonuçta genel anlamda başarılı bir seri ortaya çıkmış. Doğal olarak bu romanı kendi dilinde okumaya ömrüm yetmeyeceği için roman ile dizi arasında bir karşılaştırma yapamıyorum ancak aldığım bilgilere göre ikisi arasında uyarlama konusunda bazı farklılıklar var.
İlk bölüm görsel anlamda tatmin edici olmakla birlikte (tabii ki izleyene göre değişir, uçan kaçan adamlardan hoşlanmayanlar için ölümcül şok olacaktır) izleyen bir kaç bölüm biraz donuk gelse de genel anlamda sürükleyici, karakterleri, aksiyon sahneleri ve kurgusu ile kendini izlettiren bir dizi ki sonuda iyi bağlanmış.
Müzikleri güzel. Açılış parçası "jianghu" (zhang kefan) gaz olmakla birlikte kapanış parçası "ai bu xiang xin yan lei " dinlendikçe sevilen parçalar kategorisinde özellikle ilerleyen bölümlerde seriye ısındıktan sonra oldukça sevilmeye başlanıyor.
Dostluk, onur, iktidar hırsı vsss.. gibi temaları olan bu seriyi güzelleştiren noktalardan bir tanesi karakterleri - ister ana karakterleri ister yan karakterleri olsun - diğeri ise karakterler arasındaki bağ zannımca. Esasen Jin Zhuli' nin hikayesi olmakla birlikte bir ara dark side'a geçen fakat çabuk toparlayan li nanshin olsun ( ki gönüllerin kahramanıdır bana göre), Jiang Haitian (göz altı torbalarından korktum zaman zaman) olsun, Zhong olsun ya da bir saf ama aşık oğlan Qi olsun iyidir hoştur. Bunun dışında böyle iyi ya da kötü, genç ya da yaşlı esas elemanların yanında kadın karakterler de oldukça sağlam. Bir Xi Hongyin, karizmatik Shisan ya da oldukça sinir bozucu olan fakat sonlara doğru evrim geçiren Yan Yan ya da esasen başka bir hikayenin kahramanı olan fakat etkisi burada da hissedilen Li Shengnan serinin olmazsa olmazları...
Ta Daaammm. Açılış:
Şimdi Jin Zhuli ilk başlarda ıssız adadan indim şehre tripleri yaşayan saf bir genç olmakla birlikte sadıktır, kalbi temizdir, düzgün insandır, babası ve annesi iyi yetiştirmiştir bu genci, tebrik ediyorum.
Li Nanshin (Wallace Chung) da bir nevi acıların çocuğudur ama etrafındaki tüm yönlendirmelere rağmen asil kalmış kendini bozmamıştır. Jin Zhuli' ye de hiçbir anlamda ihanet etmemiştir. Böyle daha fazla insana ihtiyaç var bu dünyada ki daha öncede belirttiğim gibi gönüllerin kahramanıdır.
Yan Yan: Sinir bozucudur fazla ısrarcıdır neyse zamanla doğru yolu bulmuştur. Kendisinin karakteri konusunda onu şımarık yetiştiren dedsinin de etkisi var tabii :) ki dedesi de aslında efsanevi karakterlerden bir tanesidir.
Xi Hongyin: Serinin baş kahramanıdır -bana göre tabii - ama canım ya bu kadar yükü üzerine almasaydın keşke ki etrafında bir sürü kahraman var aslında ama kendi ayakları üzerinde durmayı tercih eden bu karakteri tebrik ediyorum.
( Ki ara sıra bir Xi Hongyin olsun bir Shisan olsun ya da Li Shengnan olsun erkek egemen dünyada hakaretlere uğrayıp hırpalanmışlardır kadın eline silah mı ahahaha diye ama her biri farklı taraflarda olan bu üçü bunları söyleyenlerin kafalarına kafalarına vurup mutlu etmişlerdir beni :) )
Xi Hongyin' in adını hatırlamadığım abisi: Bu serinin en dokunaklı karakteridir bana kalırsa. Arada kalmış, ihanetlere uğrayan aslında bir piyon olduğunun farkında olmasına rağmen bundan kurtulmaya çalışan höd zöd tavırlarına rağmen kız kardeşine kıyamayan elemancık ama abi sen de zaman zaman sapıttın gerçekten.
Ve diğerleri... bir sürü. Bir de şu kumandan (esas kötünün, komik tekniğin sahibi zibidinin evlatlığı) var. Şimdi adam kötünün önde gideni ama aynı zamanda da çocuk. İnsan acıyor bir ara.
Başta bu parçayı hiç sevmemiştim ama sonra değiştim. 爱不相信眼泪 // Zhang Kefan&Wenwen;
Zaman zaman eğlenceli, zaman zaman görsel zaman zaman dokunaklı sahneleri ile aslında dallı budaklı olan bir hikayeyi dağıtmadan düzgün şekilde toparlamış özellikle bu tarz serileri sevenleri tatmin edecek bir dizi.
Bunun dışında daha öncede söylediğim gibi pek çok kahraman olmasına rağmen bu serinin esas kahramanı - dizi açısından - benim gözümde ne Zhuli ne de (ne yazık ki) Li nanshin' dir. Her ne kadar ara sıra saçmalasa da Xi Hongyin kadar olamaz hiçbiri.
8 Kasım 2011 Salı
TOKYO DOGS: Eğlenceli Polis Ciddi Polis
Baş rollerde Shun Oguri ve Hiro Mizushima' nın yer aldığı 10 bölümlük polisiye Japon dizisi. Polisiye desem de özünde hafif, eğlenceli, esprili ama güzel bir kurguya sahip dizi.
Yine ana karakterler birbirleriyle zıt kişiliklere sahip olan iki polis, korumaya ve hafızasını geri getirmeye çalıştıkları bir adet kızcağız, - Matsunaga Yuki (Yoshitaka Yuriko) - evlere şenlik bir polis ekibi, Japon kökenli ancak Amerika ve Japon mafyasında efsane olmuş olan bir adet Yakuza arasında dönmekte olan dizi insanı ara ara kahkahalara boğma potansiyeline sahip.
Amerika' da görev yapan Takakura Sou (Shun Oguri) kardeşimiz operasyonda başarısız olup üstüne kişisel bir hesabının olduğu mafya lideri Jinno' yu yakalayabilmek için geldiği Japonya' da da başarısız olunca Amerikalılar tarafından "sen Japonya' da kal." diye gözden çıkarılır. Ekibin başı aynı zamanda Sou' nun babasının arkadaşı Otomo Kozo, Sou' yu kendi ekibine alır ve Kudo Maruo (Hiro Mizushima) ile ikisini ortak yapar.
Maruo ne kadar dışa dönük, eğlenceli ve ciddiyetsiz ise Sou bir o kadar soğuk, sıkıcı ve ciddi bir karakterdir. Giyim tarzları bile ayrı köşelerde olan bu ikilinin efsanevi söz düelloları mevcuttur. Sou' nun artı puan aldığı nokta operasyonun en sıcak anında ya da silahlı çatışmanın ortasında geyik için arayan annesine sabırla cevap vermesidir. Bir operasyonun ortasında annesi ile en efsanevi diyaloglarından bir tanesi aşağı yukarı şu şekilde idi;
Anne: kalp krizi geçiriyorum, hasta oldum !!!
Sou: Ne oldu? Neden?"
Anne: Koreli aktörlere aşık oldum!!
Maruo ve Sou Jinno' yu yakalayamadıkları operasyonda Yuki' yi bulurlar. Jinno ile bağlantısı olabileceğini düşündükler Yuki hafızasını kaybettiği için hafızasını kazanması için çalışırlarken bir yandan da onu koruma görevini üstlenirler. Bu üçlüye ekip de katılmakta ve ortamı şenlendirmektedir. Ekipteki favorilerim kesinlikle Maijima Misa ( özellikle patronun her dediğini tekrarlaması ve cool duruşu nedeniyle) ve Suzuki Mitsuo (sakin duruşu ve ikna yeteği nedeniyle) dur.
Hem kısa hem eğlenceli...
Etiketler:
dizi,
hiro mizushima,
japanese,
Oguri Shun,
tokyo dogs
3 Kasım 2011 Perşembe
TOKYO JUKEBOX: DERİN BİR İKİLEM...
Marty Friedman' ın Tokyo Jukebox' ı iyi albümdür severim aynı zamanda beni derin bir ikileme de düşürmüştür. Bilindiği gibi albümün tümü çeşitli J-pop parçalarının coverları. SMAP ten Ikimono-gakari' ye geniş bir yelpaze.
Albümün en iy parçasının Tsume Tsume Tsume mi yoksa Amagigoe mi olduğuna hala karar veremedim.
Gönüllerin sevgisini kazanmış Maximum The Hormone un Tsume Tsume Tsume si...
Marty amca yorumu;
Sayuri Ishikawa' nın albümünde dinleyip özellikle girişine vurulmuş olduğum Amagigoe yaklaşık şöyle bir şey ( albüm versiyonu daha farklı sanki...:))
Marty Friedman yorumu...
(Takayoshi Ohmura' yı da burada görmek hoş)
Albümün en iy parçasının Tsume Tsume Tsume mi yoksa Amagigoe mi olduğuna hala karar veremedim.
Gönüllerin sevgisini kazanmış Maximum The Hormone un Tsume Tsume Tsume si...
Marty amca yorumu;
Sayuri Ishikawa' nın albümünde dinleyip özellikle girişine vurulmuş olduğum Amagigoe yaklaşık şöyle bir şey ( albüm versiyonu daha farklı sanki...:))
Marty Friedman yorumu...
(Takayoshi Ohmura' yı da burada görmek hoş)
31 Ekim 2011 Pazartesi
GLAY: STREET LIFE
Glay sevgim ayrı ve çoook uzundur. Detaylandırmaya pek gerek yok.
Son iki gündür aniden Street Life' a sardım yine ki bence grubun en güzel parçalarındandır;
30 Ekim 2011 Pazar
HELLO GHOST (HELLOWOO GOSEUTEU) : Sevimli Hayeletler..
Bana kalırsa 2010' un kendi çapında takılan başarılı filmlerinden bir tanesi. Gayet sade ama sevimli bir Yeong-tak Kim filmi.
Esas oğlanımız Tae- Hyun Cha kimsesiz hatta kimsenin adını bilmediği, yalnız, hayattan baymış bir insanken farklı intihar şekilleri dener ve her seferinde başarısız olur. Son girişimi de başarısız olunca hastanede gözlerini açar ve 4 adet hayaletle tanışır ve hayatı değişiverir.
Tae-Hyun Cha gayet iyi sürüklemiş filmi, tema parçası "only you" u da kendi seslendirmiş.
Filmin başında elemanın pop-corn yediğini sanacak kadar yüksek bir motivasyonla izlemeye başlamış olsam da filmi pür dikkat kah hüzünlenerek kah gülerek bitirdiğimi bilirim.
Sonu nereye bağlanacak derken öyle bir final yaptılar ki yerimde döndüm, oldukça başarılı buldum.
Dengeli, kararında, kendi halinde oldukça hoş bir yapım.
Etiketler:
film,
hello ghost,
Ko Chang Seok,
korean,
tae-hyun cha
28 Ekim 2011 Cuma
ZOMBIE LOAN 12 - 13
Şu an ağlamak istiyorum... Bir şey tam kıvama girmişken ve en heyecanlı noktasındayken çat diye kesip bırakmak nedendir? İlgililere sorarım!
Sanırım önceden bir seri olarak planlanmış ancak 2 bölümde kesilmiş. Halbuki bu bölümlerde aslında herşey yerli yerine oturuyor gibi görünmekteydi.
12. bölümle birlikte Wheel of Fortune yapılanması ve alt departmanları ile ilgili bilgi edinirken bunlardan bir tanesinin de Ferrymen lerin oluşturduğu River bilmem ne bölümü olduğunu görüyoruz. Bu noktada seri - zaten izleyenler anlayacaktır - kökleri Antik Yunan' a kadar dayanan bu yer altı örgütünde Bekko ya da Hakko gibilerin neden Ferrymen olarak adlandırıldığını göstermekte ki cuk oturmuş denilebilir.
Adından da anlaşılabileceği gibi döngüyü sağlayan bir organizasyon olan wheel of fortune da River bilmem ne ölen ruhların karşı kıyıya geçirilmesine yardımcı olmaktadır. Bu ağırlıklı olarak Grim Reaperlar tarafından yapılmaktaysa da son zamanlarda karşılaşılan illegal zombileri yok etmek için kurulan Zombie loan ekibinin başarısı göze batmış ve iyi bir fikir olarak Hakko tarafından belirtilmiştir. ARRC - Akasha Kayıtları kavramını bilirsiniz geçmişte, şu anda ve gelecekte olmuş, olan ve olacak tüm kayıtların tüm detayları ile bulunduğu kozmik bir kayıtlar bütünüdür literatürde ve burada da bu şekilde - isyancı bir örgüt olarak bir devrim istemektedir. Tabii isyancı arkadaşları takdir etmiyor değilim ancak bunun belirli bedelleri olacağı da muhakkatır.
Velhasıl 12 bölüm de Z- Loan' ın karşısına A- Loan yani bir rakip çıkarılır ve yapılan anlaşmaya göre 1 ay içinde hedeflenen para miktarına ilk ulaşan yaşayacak diğer takım kapatılacaktır. Bu kapatılmanın grup üyeleri için ne anlama geldiği tahmin edilebilir.
Alive Loan (A - Zone) Z Loan' un upgrade hali olarak görünmektedir. Çift kılıç taşıyan Zen, Shito' nun tabancasına karşı taramalı tüfek çıkaran eleman - ki beklenen bir düşünce olmasına rağmen yardı - saçları pembe ama uzun olan ve navigatör gibi çalışan hatun ile asında A- Zoan da eğlenceli bir üçlüdür.
13. bölümde ağırlıklı olarak Z-Loan ekibinin kararlılıkları ve kadere karşı girişecekleri mücadeleyi kabullenmeleri ve yavaş yavaş hepsinin kararlı hale gelmesini görüyoruz.
*****************hayvani spoiler uyarısı *****
Shiba geri döndü daha nolsun? Reaper tarafından alındıktan sonra ARCC' nin de yardımıyla tekrar vücutlanan Shiba yine bildiğimiz ukala, umursamaz tavırlarıyla gönüllerde yer ediyor. Bu arada Zarame' nin özünü de onun çaldığı anlaşılıyor. Ölümden de sıkıldığı için belirli evreleri atlatan Shiba' nın bu sefer istediği eğlenceye ulaşmasını diliyoruz tabe...
*************************
Yazık olmuş tam A ve Z Loan' un kapışması başlamak üzereyken ve ARRC hamlesini yapacakken çat diye kesilmesi çok üzücü olmuş. İlk 11 bölümden daha güzel bir seri gelebilirdi. Kader kısmet diyelim ve Akasha kayıtlarında bir değişiklik olursa gelecekte varlığı yazılmayan bu serinin devam edeceğini umalım.
Bu yazı yazıldığı zaman serinin devamı yoktu belki şu anda değişmiştir. Yeterli derecede yaşam enerjimin olduğu bir zaman kontrol edeceğim.
22 Ekim 2011 Cumartesi
JUMONG: EFSANE PRENS
Efsane Prens adıyla televizyonda da yayınlanmış olan şu dizinin her bölümünü nasıl bir zevkle izlediğimi hatırlarım. Denizler İmparatoru, Jumong ve Muhteşem Kraliçe, yayınalayan kanalın seçtiği en süper üç dizidir bana kalırsa...
Şahane bir soundtrack e, başarılı bir kurguya, iyi bir kadroya, birbirinden sağlam karakterlere sahip ülkesinde de popüler olan bu dizinin değindiğim müziklerine bayılırım ama en çokta buna;
geçenlerde arşivden tesadüfen çıkarıp dinledim ve yine sardım;
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)